Geyiksiz Kar Olur mu...  

Posted by Asuman Yelen in


14-15 yaşlarındaydım. 1964-65 yılları...

İstanbul' a döneli 1 yıl filan olmuştu. Biraz acılı, biraz şaşkın, biraz meraklı, biraz öfkeli

bir dönemim. Fiziksel, ruhsal, çevresel yeniliklerle başetmeye çalışırken henüz

büyümeye vaktim olmamıştı. Benimle yaşıt, bir yaş büyük ve küçük üç kardeş, teyze tarafından

kuzenler, belki biraz da annelerin teşvikiyle (kardeşileri de aralarınıza alın) ailecek görüşme

dışında bir gün evlerindeki bir arkadaş toplantısına beni de davet ettiler. Delikanlılar

Galatasay Lisesinde okuyorlardı, benimle yaşıt kızkardeşleri de Atatürk Kız Lisesinde.

Oğlanlar tam fırlamaydılar o dönemde. Anlamakta güçlük çektiğim muhabbetler, çılgın

müzik, serbest tavırlar... Kezban misali bir kenarda oturuyordum. Sonra kuzen ortalıkta

dolaştırdığı anket defterini elime tutuşturdu. Standart sorular, en sevdiğiniz renk, şarkı vs.

En sonunda da son zamanlarda en beğendiğim fıkrayı yazmam isteniyordu. Özenle ve

ciddiyetle tüm sorulara ayrıntılı cevaplar verdikten sonra o günlerde çok güldüğüm

pikniğe giden kaplumbağa ailesinin macerasını yazdım. Hani yıllarca giderler ormana

ulaştıklarında anne aylar süren sofra düzenlemesinden sonra tuzu unuttuğunu farkeder.

Yavru kaplumbağa eve gidip tuzu getirmeyi önerir. Senelerce beklerler. Sonra yavru

gülerek bir ağacın arkasından çıkar. Sizi kandırdım daha yola çıkmadım diye.

Evet, bu sevimsiz çocuk fıkrasını çok da ayrıntılı biçimde fırlama Galatasaraylı ergen

kuzenin anket defterine özenle yazdım. Defterde 2 sayfadan fazla yer işgal etmiştim.

Deftere bir göz attı, buz gibi bir sessizlik... Bir terslik olduğunu anladım. Sonra bir ara

defteri alıp benden öncekilere bir bakiim dedim. Komik, çapkın cevaplar, o yaşa uygun

müstehcen (imsi) fıkralar ve hiç kimse bir sayfayı bile doldurmamış. Sırtımdan ter boşandı.

Kaçıp gitmek, o yazdıklarımı koparıp un ufak etmek istedim. Çok utanmıştım.

Bu kadar zaman sonra bu anı, son zamanlarda ortalıkta dönen abuk

bir reklam dizisinden birini izlerlen birden düştü aklıma. Ne güzel unutmuşken.

Hani şu lunaparkta atlı karıncayla adrenalin patlaması yaşamak isteyen kızla ilgili...

O gün bu gün olsaydı eminim hepsi birden beni işaret ederek TİFİTİ BU YAW derlerdi.


İkinci bir yıkımı da bir tanıtım filmiyle yaşadım.

Dede torununa gitarını veriyor. "Al bunu, çal müziğini, kazan bu yarışmayı. Baban da

bu gitarla birincilik kazanmıştı. Gençliğimde ben de bu gitarla yıkmıştım ortalığı"

diyor. Geride fon müziği olarak Erkin Koray' ın ESTARABİM' i...


Yahu ben kocaman adamların ninesi olmuşum da haberim yokmuş :(((

Daha ruhum "abla" dan "teyze" ye zor transfer olmuşken...


Kar yüzündan toplantılar iptal edilip, Paçozu bile kayıp düşerim korkusuyla

çıkaramadığım bu günlerde beyaz cama iyice düştüm. Hollywood filmlerinden

sonra Gözyaşlarıyla "Ağustosta Rapsodi", müthiş bir zevkle "Arka Pencere".

Sevdiğim dizilere mazoşist bir yaklaşımla sevmediklerimi de ilave ettim.

Örneğin, "Öyle bir Geçer Zaman ki".

İlk birkaç bölümünü izlemiştim. Nasıl bu hale gelmiş geçen zaman içinde.

Erkan Petekkaya' nın ayrılmak istemesine hak vermemek mümkün değil.

Ben rastlantı sonucu intihar sahnesiyle başladım izlemeye. Çok da vâkıf değilim

olana bitene ama sırayla, biri kendini öldürdü-biri nikaha gitti, sonra, vazgeçti,

çok güzel gelinin babası damadı eşşek sudan gelene kadar dövdü. Gelin çıldırdı.

Aynı gün en iyimser tahminle, ertesi gün, ablası kocasını aldattı, anne kızılarıyla

ilgilenirken, şirkette birileri kuyusunu kazdı, bu arada bir adam öldü. Aynı gün

oğulları sevgilisinin önce evlendiğini görerek kahroldu, sonra intiharına şahit

oldu. Gece geç vakit eve perişan geldiğinde babasına olanı biteni anlattı. İşte tam

kızın evlenme haberini alıp oğlunu teselli etmeğe çalışırken "baba bitmedi" deyip de

kızın kendisini arabanın altına attığını söylediğinde Petekkaya' nın (babanın demiyorum

özellikle) bir YOK ARTIK deyişi vardı ki içinden, "ben bu diziden giderim arkadaş,

bu kadarı da pes artık" dediğinden eminim.

Sonrasında damat intihara teşebbüs eder, hastaneye kaldırılır, kız da aynı hastanede

rehabilite olmaktadır ve bir kadın, bir erkek iki doktor her yere yetişmektedir.

O dönemleri iyi bilen biri olarak, otuzlu yılların garip çantaları, az doktorlu tek hastane

keyfiyeti... Bu arada anne fakir düşer. Büyük kız çocuğunu kaybeder. Karısı babayı aldatır.

Ağabey, elti ve kızları "Cemile artık fakir" diye göbek atarlar...

Bu diziyi izlerken hep aklıma "kedi nerede-ağaca çıktı-ağaç nerde.............dağ nerde -

yandı bitti kül oldu" tekerlemesi gelmekte nedense...


Ve ewweet ...

Bir sevgililer günü daha...Ve bir reklam.

"Sadece aşktır rüyaları gerçeğe dönüştüren.

Şimdi aşk zamanı.

Şimdi PIRLANTA zamanı...."

This entry was posted on 2.02.2012 at Perşembe, Şubat 02, 2012 and is filed under . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

16 yorum

Ne güzel anlatmışsınız, önce giriş bölümü eski Türk filmerini hatırlattı, ardından güzel filmlerin ismi geçti ben de severim özellikle "Arka Pencere"yi. Şimdiki dizilere gelince anlattıklarınızın hepsini çarşaf çarşaf magazin haberlerinde görüyoruz ne hikmetse gerçekmiş gibi anlatıyorlar oralardan biliyorum seyretmişliğim yok, bahsettiğiniz reklamları da hiç görmedim desem iyice tv seyretmediğim anlaşılacak:) Çok güzel bir yazı olmuş, ne olur devam edin böyle, bana iyi geliyor, teşekkürler.

2 Şubat 2012 09:55

Fadiş, çok teşekkür ederim.
Bahsettiğim iki film her seyredişimde bana aynı zevki verecek kadar büyülü benim için.
Siz (takip ediyorum) sürekli üretmekle meşgul olduğunuzdan TV.la ilgilenmememiz çok normal.Ben nedense bu sene "ununu elemiş eleğini asmış" lara karıştım iyice.
Ben de magazin programlarını hiç sevemiyorum nedense.
Yazmayı ben de seviyor ve istiyorum ama bir türlü oturmak gelmiyor içimden PC. nin başına bu
ara.
Sevgiler...

2 Şubat 2012 10:28

Pırlantasız (ve hatta aşksız, çok yorucu çünkü), saçma -salak dizisiz, abuk reklamsız, ha bi de karsız günler olsun artık. Ben de çok sıkıldım. Bir de sen nine falan değilsin, o Estarabim yanlış seçim bence:) Arkadaşımın 3 yaşında torunu var ama arkadaşım hiç yaşını göstermeyen dal gibi bir kadın. Çocuk geçen yıl yeni konuşurken ona "nene" derdi çok gülerdim. Sen de kendine yakıştırma nineliği falan.
Ben bu ara Oscar adayı filmleri izliyorum, hiçbirine düşüp bayılmadım.
Sevgiler Asucum, özletme kendini...

2 Şubat 2012 10:41

Leylak' cım. Ben yazarken eğlenmiştim ama, seni çok keyifsiz buldum. Şu günlerde ben tüm bunlarla kafa buluyorum.
Sana tez zamanda güneş gerek. Şubatın yarısı ilkbahar :))
Ne kaldı şunun şurasında...
Öptüm...

2 Şubat 2012 12:23

Kar güzel ama her şeye rağmen :)

2 Şubat 2012 15:46

Bence de çayla simit.
Tüm gün evimmde oturup camdan seyredince gerçekten çok güzel.
Zorluğunu zamanında ben de yaşadım. Bu kadarcık keyfi hakettiğimi düşünüyorum:)

2 Şubat 2012 15:55

Asuman sayfamda geyik yazısı haberini görünce koşa koşa Uludağda önümüzden geçen geyiği anlatmaya koştum ama bu geyik başka geyikmiş:))

Benim aklıma da Brahms'ı Severmisiniz düştü bu ara. Bulup izlemek istiyorum.

2 Şubat 2012 18:50

Ben önce romanını okudum. Abimin kitaplarındadı. Françoisse Sagan Romanı.Genç delikanlı-olgun kadın aşkı. Aynı kitapta bir de Bonjour Tristesse vardı. Genç kız-olgun adam aşkı. Sonra filmlerini de izledim. Birinden İngrid Bergman'ı Diğerinden David Niven'ı hatırlıyorum. Bi bakiim başka kimler vardı.
Not: Şu geyiği blogunda yaz lütfen:)

2 Şubat 2012 19:18

Çocukken bazı olayları nasıl da büyütüyormuşuz değil mi? Sanki dünyanın sonu.

Ben de dizileri azalttım. Hep aynı şeyler. Eskiden TV de eski filmler olurdu ne güzel. Artık hiç rastlamıyorum.

2 Şubat 2012 21:41

Gerçekten, o yaşlarda herşey çok önemli gibiydi.
Ben de öylesine boş boş bakıyorum ekrana. İyiden iyiye kapandık evlere...

2 Şubat 2012 23:25

Eğlenceli yazının ötesinde, içeriğinde çok sıkı mesajlar var.
Paylaşım için teşekkürler.

Huzurlu bir hafta sonu dilerim.
Dostlukla...

3 Şubat 2012 18:46

Yok yok Asuman hanimcim, siz Tofitayi hak ediyorsunuz. SIze tofita var.
Tofita var, sevgi var, opucukler var...bir surude iyi dilekler var teee buralarda...

3 Şubat 2012 19:00

Mehmet bey,
Üslubum (uz) ne olursa olsun, hepimizin esasta ya da satır
aralarında çoğunlukla vurgulamak istediğimiz bir şeyler var.
Çok teşeekkür ederim yorumunuz için.
Sevgiyle kalın...

3 Şubat 2012 19:31

Güngör' cüm,
Başta Tofita olmak üzere tüm o güzel duygular mesafeleri katedip sımsıcak yüreğime ulaştı.
Çok teşekkür ederim canım. Her şey yüreğin kadar güzel olsun yaşamında.
Sevgiler...

3 Şubat 2012 19:36

Çok eğlendim okurken, tabi satır aralarına saklananları görmezden gelerek.
Dizilerin hepsi uzadıkça saçmalamaya başlıyor, bazen bunları yazanlar bizlerle dalga geçtiğini düşünüyorum. Ama her akşam illa bir adet bulup izliyorum yani sırf elişime doymak için. Çok güzel oluyor abus kulaklarımda gözüm elişimde vakit geçiriyoruz. Tavsiye ederim.

5 Şubat 2012 20:15

Ben de şu örgüyü bir elime alayım.
İyi fikir. Radyo temsilleri gibi dinlerken bir yandan da öreriz.
Kış bitti İlkbahar geldi alt tarafı bir atkı.

5 Şubat 2012 23:51

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin