ÖZLÜYORUM
Çocukluğumda, Anadolu' da...
Bir Anadolu şehrindeki yazlık sinemanın kuru tahta sandalyesinde, perdedeki yabancı filmin
bitmesini beklerken;
veya, gece dost ziyaretinde annemle babamın mırıltıları arasında elimdeki kitabı okurken
geliveren,
ya da, trenle, otobüsle bir şehirden bir diğerine giderken bastıran o çaresiz, rahatsız
uyku haliyle, başedebilme, evdeki yatağı düşünmeme çabalarını.
Seyahatlerdeki yanık benzin kokusunu, berbat mide bulantılarını, kusmaları.
Hemen her bayram arifesinde nedense gece geç vakitlere kalan yeni elbisemin etek boyunun
alınması esnasında , mide bulantısı ve uykusuzlukla ayakta verdiğim amansız mücadeleyi;
Sık sık değişen ev ve okulları;
Sıcak güney şehirlerinde öğlen 12 güneşinde ablamla buz ya da ekmek almak üzere ya da sırayla
taşıdığımız koca fırın tepsisiyle geçtiğimiz yollarda genzimi yakan hızar kokularını, döktüğüm
terleri;
Bir de babamın gazetelerden yaptığı şapkaların koruyamadığı başlarımıza geçen amansız güneş
altında, sonu gelmiyecekmiş gibi görünen resmi bayram törenlerini, bir stada yerleştirilmiş tahta
iskemlelerde izlemeye çalışırken yaşadığım eziyeti;
Bitmez tükenmez ev ödevlerini yetiştirmeye çalışırken çektiğim karın ağrılarını.
Uzun uzun düşünüp, ayıklayarak çıkardığım çocukluğumun bu en "bahtsız" hallerini,
sahip olduğum, hiç yitirmeyeceğimi sandığım o sınırsız GÜVEN duygusu hatırına deliler gibi
özlüyorum.
Ergenlik yıllarımda, İstanbul' da...
Mutsuz ve umutsuz geldiğim bu şehirde
o güven duygusunu yitirdiğimi düşünmüşken...
Kendimi bir yandan, yüz yaşındaymış gibi yaşlı ve görmüş geçirmiş,
bir yandan da bir bebek kadar korkak ve korunmasız hissederken
yüreğimde ufak ufak yeşeren umutları, kendimle ilgili küçük keşifleri;
Şiir defterimi, şiirlerin üzerimdeki tesirini,
harçlıklarımla aldığım kitaplarımı koklaya koklaya okumayı (artık o yoğunlukla yapamadığım);
Serkeşliğimi, tembelliğimi, okuldaki başarısızlığın dayanılmaz hafifliğini;
Yağmur altında saatlerce beklediğim sinema kuyruklarını,
Annem ve küçük teyzemle yaptığımız İstanbul gezilerini, en çok da Emirgan ve semaverleri.
Şevket Uğurluel ve Not responsible' ı dinlerken duyduğum coşkuyu ve (o yaşlarda sevdiğim ilk
Türk solistten işittiğim şarkı-1964-65 Erol Büyükburç bir nevi Elvisti o zamanlar) ezbere
bildiğimiz, her değişikliğini takip ettiğimiz dünya müzik listelerini.
Tüm bunları da çok özlüyorum.
GÜVEN duygusunun yaşamımdan tamamiyle yok olduğu günler. Yeni korkular. Boşluk duygusu.
Her şey bitti derken...Sorumluluk, ayakta kalma hırsı, yeni çabalar ve,
birlikte ve kendi mücadelemizde bizi ayakta tutan, zorunlulukların yaşamımıza kattığı
bir anlamda kaçınılmaz, yepyeni duygu. ÖZGÜVEN...
İlk iş hayatım. İlk iş arkadaşlarım. Unkapanı Çarşısı. Çok güzel, çok yeni.
Öğlen yemekleri için her gün alternatif arayışlarımız. Unkapanı' nın ara sokaklarında güle
oynaya arayıp bulduğumuz salaş börekçiler, sokak arabalarından tükrük köfteleri, ay başlarında
Fatih'te ya da Eminönü' de yediğimiz tereyağlı, yumurtalı enfes pideler. Ekmek arası balıklar.
Ramazan' da üst katta hazırlayıp birlikte yediğimiz iftar yemekleri. Hafta sonları piknikler...
Cumartesi iş çıkışı gittiğimiz sinemalar...
Yıllık tatil gezileri. Aramıza yeni katılanlarla hafta sonu birliktelikleri, sayıları her yıl artan hiç
aksatmadan kutladığımız doğum günleri.
Tüm bunları da özlüyorum.
Sonrası? Bir sis perdesinin altında. Monoton, birbirinin aynı gün ay ve yıllar yığını.
Keyifli aile komedilerinde figüran, tragedyalarda başrol oyuncusu olduğumuz yıllar.
Kahkahaların yapmacık, acıların gerçek olduğu...
Hevessiz, hırssız, motivasyonsuz, hedefsiz, kayda dağmez, hatırlanması gerekmez sene yığını.
Öylesine tüketilip yitirilen. ..
Çoğunu hiç hatırlamıyorum.
Bazılarını, hatırlamak istemiyorum.
Emin olduğum tek şey,
O yıllardan pek de fazla bir şeyler özlemediğim...
Bugüne gelince....
Bugün, seçici olma zamanı.
Sevdiklerimle birlikte olma, sevdiğim şeyleri yapma, istediğim müziği dinleme, istediğim kitabı
okuma zamanı. Yüreğimi, ruhumu, yormaya, huzurumu kaçırmaya, canımı sıkmaya, tüm
bunlarla uğraşmaya pek fazla vaktim yok.
Yaşadığım tüm anlamlı zamanları hatırlamayı, yazmayı, geri dönüp okumayı çok seviyorum.
Hayatımın son döneminde bunu yapıyor olabilmemin, bana bahşedilen çok önemli bir şans
olduğunu düşünüyorum.
Yaşamı çok fazla önemsemek istemediğim gibi, önemsenmek gibi bir talebim de yok.
Hiç bir şeyin fazlasında gözüm yok.
Gözlerimin ağlamaktan, ya da gülmekten yaşarmasını istemiyorum.
Huzurla parlasınlar sadece.
Ve tebessümüm eksilmesin dudaklarımdan.
Hepsi bu...
Sevgiyle kalın...