Tatsız Tuzsuz Zevksiz Ruhsuz  

Posted by Asuman Yelen in , , , ,





Satrancı ilk kez annemle babam oynarken gördüm. Tavlaya hem çok benziyor, hem de hiç
benzemiyordu. Her ikisi de damalı bir zemin üzerinde karşılıklı iki kişinin oynadığı bir oyundu.
Aradaki, fark bir tanesinin çok hızlı ve gürültülü, diğerinin son derece sessiz ve yavaş
oluşuydu.İlkini şaşkın ve eğlenerek, diğerini de saygıyla ve merakla izlerdim. Akşam başlarlar,
biz yatmaya giderken onlar sessiz ve düşünceli o masanın başında oturur devam ederlerdi.

Sonraları kurallarını ben de öğrendim. Bazan yendim, bazan yenildim. Gördüğüm gibi uzun uzun düşünerek oynadığımdan olacak, çok hevesli kimse yoktu benimle oynamaya. İş hayatı, yaşam telaşı bıraktım peşini ta ki yeğenler sırayla doğana kadar. Sırayla hepsine kurallarını ben öğrettim, sırayla hepsi beni, çoban matı, koyun matı, kaval matı şeklinde yenip silkelediler. Okulda öğrendikleri hızlı çekim formüllerle. "Biz sizin yerinize düşünüp hazırladık, siz ezberleyin yeter" diyen bazı insanların hazırladıkları kalıplarla. Bir kitap alıp ben de öğreneyim dedim, çizimler, a5 b7 g3 derken asla hoşlanmadım. Şimdi okullar, turnuvalar, çok güzel ama, çocukların kurulu saat gibi, kurallarla, muhakeme etmeden, fazla düşünmeden ezbere dayalı paket oyunlarla çok zevk aldıklarını sanmıyorum.



Sporda da aynı durum söz konusu. Sevdiğim teniste örneğin, eskiden oyuncular kortun her yanına sağa- sola, fileye geriye, her türlü vuruşu kullanarak koşuşturarak keyifli maratonlar sunarken, şimdi "ace" denilen sıkı, karşı oyuncunun karşılık veremeyeceği kadar sert başlangıç servis atışlarıyla puan kazanarak işi bitiriyorlar.


Bunun için nasıl sert bir hazırlık yapılıyor bilmiyorum ama, bugünün genç tenisçilerinin suratı da (sevinirken bile duvar gibi) turşu satıyor adeta.

Futbola bir göz atalım. Sonuca gitmek için her şey mübah, tekmeler, kambura yatmalar. Yerinde faul yapmayı beceremeyan futbolcu cezalandırılıyor. 'Fair play' ciler kınanıyor.

Matematikten bir örnek...

Musluk problemleri, yol problemleri, yaş problemleri, benim için (yine babam demek zorundayım çünkü o kadar güzel açıklayarak öğretti ki hepsini) keyifli bir eğlenceydi. Ne zaman formüller ve ezberler girdi devreye, tüm keyfim kaçtı gitti, tabii başarıyı de yanında götürerek.





Günümüzde herşey plan ve program dahilinde yaşanıyor. Çocuklar, en mükemmel (!) burcu içeren günlerde dünyaya getirilmek üzere planlanıyor. Beslenmeler reçetelerle yapılıyor, sağlık, tabletlerle destekleniyor. Her meyva, her sebze tabletlerin içine sıkıştırılıp sunuluyor insanlara. Sonra diyetler... Burç diyetleri, kan grubu diyetleri. Uzay diyeti bile var.


Ve şablonlar...

Beni bu yazıyı yazmak üzere masanın başına oturtan, yaşamın en yaygın, en acımasız, en düşündürücü enstrümanları. Beni 'Asuman' yerine onlarca belki de yüzlerce kişiden biri yapan cep telefonumdaki 'bi tıklık' özel gün kutlamaları. Güzelim bayram gününde beni bir şablonun parçası yapan klişeler.

Ve şu satırları yazarken telefonuma düşen, yollayıcısı bir numaradan ibaret ve içinde benim adım geçmeyen bir tane daha...



Sonra durup biraz düşününce...

Galiba buna da şükretmeliyiz.

Tümden unutulmaktan iyidir belki, kim bilir?


Boğucu, sıkıntılı bir İstanbul havasından beynime üşüşenler.

Yağmuru hasretle bekliyorum. Ferahlatıcı esintileriyle birlikte...


Sevgiyle kalın...

This entry was posted on 1.09.2011 at Perşembe, Eylül 01, 2011 and is filed under , , , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

10 yorum

Şahane bir yazı... Muhteşem gözlemler... Eski ve yeninin farkındaki tatsızlık, neşesizlik...
Ama uyum sağlamak ve en sonunda da buna da şükretmek gereği..
Emeğinize sağlık :)

1 Eylül 2011 21:56

Aslında çağın gereği bu ve hepimizin payı var bu kargaşada. İstemeden de olsa.
Çok teşekkür ederim Müge' cim, güzel yorumun için.
Sevgiler...

1 Eylül 2011 22:28

Hiç öğrenemedim satrancı, sanırsam babam döverek öğretmeye kalkıştığı için. hep reddettim, oğlum bile anne öğreteyim dediği halde.
Klişeler vasıtasıyla kitlelere ulaşmaya çalışan, bunu da ışık hızında( siber ortam) bir toplumun neferleri olarak yapmaktan kaçınan sen, ben, ve diğerleri gibi kaç kişi kaldık acaba?

2 Eylül 2011 06:01

Sis' cim, şu günler tatlı telaşeler içindeyiz. Yeni geldiim eve, şimdi oturabildim. Yoksa adetim değildir bu kadar geç cevaplamak yorumları.
Ben son birkaç yıldır çok fazla böyle şeylerin üzerinde durmamaktan yanayım. Bakma dellenip yazdığıma.Bir-iki şey üstüste geldi. Ve geçti gitti. O kadar.

2 Eylül 2011 20:48

Her sey hazir artik. bayramlasmalar bile hazir bir metinle hallediliyor. Ruhsuz bir sekilde. Tamam kabul vakit yok olabilir. Tamam kabul arayamadi diyelim ama hic degilse kisacikta olsa kendi cümleleriyle kutlasinlar yada tümden vazgecsinler daha iyi. Hazir kutlama metinlerini asla kabul etmiyorum cevap da vermiyorum. Hatta yazanida uyariyorum hic zahmet edip bana yollamasin. Kontürüne yazik. Cünkü benim icin hic bir degeri yok.
Bu konuda galiba fazla katiyim ama öyle hissediyorum iste.
Sende bunu her zamanki gibi cok güzel dile getirmissin...

Öpüyorum seni asum:)

3 Eylül 2011 02:48

Satrancı iyiki biliyorum :)
Büyük oğluşa ben öğrettim, bu sene de abicikle uğraşıp ufaklığa öğrettik.
Sonra okulun açtığı satranç kursuna zorla gönderdim. Çok sevdi, sevindi hele beni yendiği anlarda keyfinden ağzı kulaklarına vardı. Bense velete yenilmenin dayanılmaz keyfini çıkardım:))

Eh be teknoloji, senin ...! diyesi geliyor değil mi insanın. Gerçekten adımızın bile geçmediği saçma bayram mesajları...
Benim okumadan sildiğim ve hiç bir haz almadığım bu mesajları yazan dost! arkadaş! eminim yazarken haz almadan yazıyordur.

Ruhsuz bir ifadeyle ve tek tuşla onlarcasına giden ruhsuz mesajlar!

Ne güzel bir yazıydı. Gecenin 4 ü oldu ve ben uykuma rağmen zevkle okudum.

Sevgiler sevgili Asuman Yelen, selam olsun o güzel yüreğinize.

3 Eylül 2011 03:54

Sünter' cim, gençken çok kızdığım o yaşlılardan biri mi oldum diye düşünüyorum zaman zaman ama bu konuda gençler de benimle aynı fikirde :)
Ben de seni öpüyorum canım...

3 Eylül 2011 11:02

Sevgili Newbahar,
İnsan öğrettiğine yenilince kızmıyor hatta kendine pay çıkarıyor öyle değil mi.
Teknolojiye gelince, yaşama sayısız kolaylıklar getirirken bir o kadar da yaşamdan bir şeyler götürüyor. Galiba herşey gibi bunu da sineye çekmek gerek.
Çok teşekkür ederim güzel yorumun için.Oğluşları öp benim için.
Sevgiler...

3 Eylül 2011 11:13

Ne güzel anlatmışsın canım arkadaşım, gerçekten hepsi tatsız-tuzsuz. Tat alma duygusu kaybolan bir nesil yetişiyor.
Hap bilgisayarlar iyicene yerleştiğinde ne olacak kimbilir.
Ucundan bizde buna karışsak bile tadın çedidini biliyoruz çokşükür.
İyi geceler güzel pazarlar canım.

4 Eylül 2011 01:28

Nur' cum sana yorum yazdığımı çok iyi hatırlıyorum. Tam basacakken araya bie şey mi girdi acaba. Başka bir şeye bakmak için uğradım buraya. İyi ki uğramışım :)
Sana güzel bir hafta diliyorum.

4 Eylül 2011 22:25

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin