Hafta sonu bir arkadaşım bendeydi. Epeydir görüşmediğim, çok eski bir arkadaşım. Sohbet ettik, güldük, eskilerden bahsettik. Günlük yaşantılarımızdan konuştuk. Bir ara bana başına gelen çok enteresan bir olayı anlattı. Büyük alışveriş merkezlerinden birinde, bir mağazaya girmiş. Bir giyim mağazasına. Kendisine bir şeyler bakınırken, bu arada birinin düşürdüğü birkaç giysiyi eğilip almış. Tam o sırada bir görevli gelip telaşla ürünleri elinden alıp yan gözle de elindeki poşetin içine bakmış. Neye uğradığını şaşıran arkadaşım, üzüntü ve kızgınlıkla oradan çıkıp gitmiş. Sonra, başımıza gelen bu tip olayları anlattık ardı ardına. Pazarda önündeki adamın çarpıp devirdiği sepete yaşlı satıcıya yardım olsun diye elmalarını doldurmaya çalışan arkadaşımın, sepeti devirdi diye nasıl azar işittiğini anlattım. Hep olan şeylerdir ama kırar insanı inceden. Sonra hiç kafamdan silemediğim, hatırlamaktan hiç hoşlanmadığım bir anım geldi aklıma.

Yeni çalışmaya başladığım yıllardı. Çalıştığım servise şef olarak, çok sevdiğim, adeta kendime idol seçtiğim bir hanım geldi. Serviste iki kişiydik. İlk haftanın içindeydik. Şef telefonda İngiltere’deki erkek kardeşiyle konuşuyordu. Ben de harıl harıl daktiloda bir şeyler yazıyorum. İşitmekte zorlandığını fark ettim ve durup konuşmanın bitmesini bekledim. Aynı şey, birkaç kere tekrarlandı. Sonra bir gün, rastlantı sonucu, öğle tatilinde yanına gelen bir arkadaşına "düşünebiliyor musun, telefonlarımı dinliyor. Ben ne zaman telefonla konuşsam, işi gücü bırakıp resmen beni dinliyor” diye yakındığını duydum. İçimin o anki acısını anlatamam. Duyduğum hayal kırıklığını.

Tabii ki, ben oradaydım. Karşısında onunla göz göze bütün gün birlikte. Tabii ki beni tanıdı, beni sevdi. Ben onu zaten beğeniyordum. Çok iyi iki arkadaş olduk. Akşam mesailerinde, birlikte Hüzzam, Uşşak şarkılar söyledik. Benimle her sevincimde sevindi, her üzüntümde ağladı. Tabii ben de onunla.

Ona o olaydan hiç bahsetmedim. Eminim ki önyargılarla ilgili olarak payına düşen dersi çıkarmıştır o da. Hala görüşüyoruz. Telefonlaşıyoruz. O günlerde doğan oğlu çoktan askerliğini bitirdi. Ama hala, o gün uğradığım haksızlık, içimi inceden inceye sızlatır.

O gün için tek tesellim, bu yanlış anlaşılmayı telafi edebilecek ortama, süreye ve şansa sahiptim ve çok güzel bir dostluk ve güven ortamı oluşturabildik.

Bu gün için ise, bu sanal dünyada bu şansa sahip olamamanın acısını çekmekten korkuyorum.

Hep sevgiyle kalın.

This entry was posted on 26.06.2009 at Cuma, Haziran 26, 2009 and is filed under , , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

2 yorum

Selam; Çok incinmişsin belli. Nasıl sabrettin de hiç bahsetmedin bu olaydan. Bravo. Ben olsam duramazdım. İlk fırsatta olayı hatırlatır yanlış anlaşılmış olmaktan çok kırıldığımı anlatırdım.

Sevgiler

27 Haziran 2009 17:16

Neden olduğunu ben de bilmiyorum Çınar'cığım. Belki de o zaman konuşsaydım bu gün unutmuş olurdum.
Gençlik işte. Belki çekindim, belki gurur yaptım.
Yanlış anlaşılmak, kendimi anlatamamak hayatta en korktuğum şey.
Her zaman da başımıza gelebiliyor böyle şeyler.Dostlukta güven çok da kolay tesis edilemiyor öyle değil mi:)
Sevgiyle kal.

27 Haziran 2009 18:01

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin