Soğuk  

Posted by Asuman Yelen in ,


Yavşak haa... Yavşak haa...

Can karşımızda kollarını kaldırmış bir yandan zıplıyor bir yandan da bağırıyor. 5- 6 yaşında. Şişli' de otobüs durağındayız. Berbat bir ayaz var. Muhtemelen hafta sonu ve ablamdan eve dönmek üzere ayrılmış otobüs bekliyoruz. Hepimiz çok üşüyoruz ama Can' ı öyle çok sarıp sarmalamışız ki üşüyebileceği aklımızdan bile geçmiyor.

O yaşında son derece neşeli hatta şaklaban bir çocuk olan yeğenim tepesi sivri yün başlığının içinde yüzü neredeyse morarmış üşüdüğünü belli etmemek için titreyen sesiyle ha bire aynı şeyi tekrarlıyor bir yandan tepinirken.

Farkına varınca ne yapmaya çalıştığını soruyoruz. " görmüyor musunuz horon yapıyorum" diyor.
Garibim "ha uşak ha " yı "yavşak ha"diye biliyormuş. Bu şaklabanlığıyla ısıtıyor bizi o gün. Gülerken üşümeyi unutuyoruz.

Sabahları olabildiğince çok uyuyup çok kısa zamanda hazırlanıp hafif mahmur bir halde işe gitmek üzere evden çıkınca yüzüme çarpan ayazı hissetmeyi çok severdim. Bir yandan yürürken derin derin havayı solumayı, soğuktan ürpermeyi.

Akşam yoğun bir beden ve zihin yorgunluğunun arkasından bankanın kapısından kendimi dışarı atabildiğimde hava nasıl olursa olsun yanmayı ya da üşümeyi zevkle kabullenirim. Özellikle biraz üşümeyi hayatta ve sağlıklı olduğumu hissttirdiğini düşünerek hep sevmişimdir.

Soğuktan en çok bizar olduğum zamanlar hareketsiz beklediğim ve bazan saatleri bulan otobüs ya da dolmuş kuyrukları olmuştur. Hele soğuk, yağmur veya karla karıştıysa bu bekleyişler azaba dönüşmüştür. Kadıköy meydanında arkadaşlarla buz üstünde geceyarılarına kadar tepine tepine binecek bir araç beklediğimizi hatırlıyorum. Bir de yoğun sisli sabahlarda saatlerce vapurun hareket etmesi için sisin dağılmasını beklerlen nemli ayazın nasıl içime işlediğini.

Bu gün akşam üzeri, bütün gün biraz da sıkılarak bel ve ayak ağrılarıyla moralsiz pinekledikten sonra, isteksiz bir şekilde, beni zorunlu çıkardığı için paçoza kızgın, üzerime bir şeyler geçirip apartman kapısından açık havaya çıkınca yüzüme çarpan yağmur ve soğuk içimi pişmanlıkla doldurdu. Parkın ışıkları altında kuru dallar üzerinde, yapraklarda mücevher gibi parlayan damlacıklar, nereden geldiği belli olmayan kuş sesleri. Soğuk havayı zevkle ciğerlerime çekerken duyduğum keyfi gölgeleyen tek şey orada burada koşuşturup duran korumasız kedi ve köpeklerdi yalnızca. Aslında bu kadar soğuk beklemediğim için üstüm inceydi ve Paçoz takıldığı bir ağacın dibini koklamak üzere durduğunda, onu beklerken, öyle çok üşüdüm ki tüm soğukla ilgili yazdıklarım ve şimdi yazacağım anılar tek tek film şeridi gibi geçti gözümün önünden.

Sene ya 1979 ya da 80. İstanbul' un en soğuk kışlarından birini yaşıyoruz.

Bakırköy' de yazın taşındığımız yeni bir apartman dairesinde kız kardeşimle (Rayuşla) oturuyoruz. Geniş balkonunda neşeli akşam yemekleri yediğimiz püfür püfür serin, yepyeni, parkeleri mutfağı pırıl pırıl, geniş bir apartman dairesi.

Akşam eve geliyoruz. Yeni ve rutubetli bina buz gibi. O sene de yakıt kıtlığı var. Bir gaz sobası bulup buluşturuyoruz. Gazyağı için kuyruğa girmek gerekli. Çalışıyoruz, vakit yok. O da olmuyor. Küçük bir elektrik sobası alıyoruz. Düğmesine bastığımız anda telleri tam kızarırken sigortalar atıyor. Ev beşinci katta. Sigortalar bodrum katında. Elimizde mum ve tabure iniyoruz, becerikli Rayuş sigortayı hallediyor. Eve çıkıyoruz . Nasıl soğuk. Soba bize bakıyor biz Rayuşla birbirimize. Karar verip önce ayaklarımızı dayıyor basıyoruz sobanın düğmesine. Bir an ayağımıza bir sıcaklık sonra hoop yine zifir karanlık. Bir kaç denemeden sonra vaz geçiyoruz.

Sabah işe gidecekmiş gibi giyiniyor, yün çorap, bere kaşkol ve eldivenle oturuyor, salondaki çekyatı açmadan, birbirimize sarılarak yatıyoruz. Kesinlikle abartmıyorum.

Hiç unutmuyorum (Rayuş da tabii) gecelerden birinde "Ninom" diyor. Aklımdayken bana para vereceksin. Falanca gelecek bu gün vermem gerek." O benden önce çıkıyor sabahları. Ben uyurken. (Fatih' te çalışıyor)

Çantam çıkarken almak üzere portmantoda asılı ve oraya gitmek için 2 yorgan, 2 battaniyenin altından kalkıp beş- altı adım yürümem gerek. Kesinlikle göze alamıyorum. Cevabım:
" Yarın telefon aç havale çıkarırım. Şimdi veremem."

Akşam çıkışta sobası olan yakınlardaki dostların evinde vakit geçiriyorız ve gece geliyoruz eve.

Yine böyle bir gece anahtarla kapıyı açıp girdiğimizde bir hoşluk hissediyoruz. Önce algılayamıyoruz durumu, sonra bakışıyoruz ve aynı anda bağırıyoruz. "SIICAAK ?..."

İnanamayıp radyatörlere koşuyoruz. Elimiz yanıyor. Çılgınlar gibi bağırışarak kızılderili yerliler gibi dans ediyoruz antrede koridorlarda. Delleniyoruz adeta.

Sonra yaşamımız normale dönüyor.

Ve tuhaftır ki kısa zamanda unutuluyor.

Biz insanlar ... Gerçekten garip mahluklarız. Ne istediğimiz ne istemediğimiz belli .

Bir övgüler yağdırırız. Bir şikayet ederiz. Bir nefret eder sonra döner yine severiz.

Bu arada görüldüğü gibi Satürn' le inatlaşmamız devam ediyor.

Ama söz. Bundan sonraki anı yazısı olmayacak. Sonra yine devam...


İçimiz ve etrafımız hep sıcacık olsun.

Hep sevgiyle kalalım...

This entry was posted on 4.01.2011 at Salı, Ocak 04, 2011 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

15 yorum

"Kardeş" ne güzel...
Soğukla ilgiliydi yazı farkındayım ama ben kardeş'i seçtim...
İçi ısıtan,hayatı katlanılır kılan,destek...
Kardeş...

5 Ocak 2011 08:31

ha yavşak ha olayın koptummm :)


bu ayaz sabahı sıcacık geldi sanırım :)

5 Ocak 2011 09:10

Anı yazıları olsun lütfen o yazıların hayranı var :). Bazen eksikken bişeyler aslında daha mutluyuz belki, daha sıkısıkı sarılıyoruz birbirimize. Tarabyada geçti çocukluğum, silecekleri çalışmayan elfreni tutmayan kırmızı bir vosvosumuz vardı. Babam akşamları bizi sarıyere sahlep içmeye götürürdü. Şimdi konforlu arabalarımızla çıkmıyoruz evimizden. Geçmiş günler az imkanlarla daha güzeldi acaba?

Bankada çalışınca havale yapmak kolay tabi:) Ha yavşak ha beni çok güldürdü:) Öperim Asuman ablacım, sevgiler...

5 Ocak 2011 10:35

Hem de nasıl Ebru' cum.Biz Rayuş' la çok şey paylaştık. Hala da paylaşmaktayız.

5 Ocak 2011 11:43

Basligi görünce yüregim hopladi birden, acaba yanlis blogtamiyim diye tekrar bir baktim, sonra "hayirdir insallah" deyip okumaya baslayinca kahkahalar attim:))

Ilknur´a katiliyorum bak dedigim gibi senin anilarinin hayranlari var...
israrla istiyoruz!!!

Öpüyorum canim

5 Ocak 2011 11:43

O gün o ayazda da bizi ısıtmıştı Ayci' cim. Aradan 20 yıldan fazla geçmiş hala gülerim. Görmek lazım aslında. :))

5 Ocak 2011 11:46

Emin misin İLknur. Dönüp bakınca o kadar da uzun yazmışım ki kesin kimse okumaz dedim. Aslında biraz bencilce kendim için yazıyorum en çok. Sonra okumak çok hoşuma gidiyor.
Öte yandan o kadar gençsin ki...
Son cümlede yazdığını çürütmek için harekete geçip Almina ve kendin için ilerde hatırlamak üzere babanla yaptığınız tüm o güzel şeyleri tekrarlayabilirsiniz. Aslında kendine haksızlık etme. Dün okuduğum şeyi eminim Balküpü 20 yıl sonra hoşlukla hatırlayacak.
Tabii daha bir sürü şeyle birlikte...
Her ikinizi de öpüyorum...

5 Ocak 2011 11:57

Sünter' cim, gördüğün gibi aslında herkesin yaşadığı şeyler bunlar.
Eminim o yıl İstanbul' da milyonlarca insan benzer şeyler yaşamıştır. Berbat bir soğuk ve yakıtsızlık birlikte gelmişti.
Sizler istersiniz de ben yazmaz mıyım.
Ama sana kızgınım. Niçin bir kart yollamadın. :))))Amman şaka.
Umarım benimki sana ulaşmıştır.

5 Ocak 2011 12:17

Yarama tuz bas sen:((

5 Ocak 2011 13:28

Bir sayfa dolusu yorum yazdım, döndü dediki "maalesef isteğinizi yerine getiremiyoruz"
Bir daha o kadar yorumu yazacak gücüm varmı bilmiyorum, deneyeceğim.
Anılar! ah anılar ne güzeller, yüreğimizde besledikçe yükü ağır oluyor, sanki buraya yazınca daha bir başka, düşünmek değil de dönüp okumak benim de çok hoşuma gidiyor arkadaşım.
Okurken dedimki sıcaklığa ne hacet siz iki kardeşin sıcaklığa ihtiyacı olurmu? çok güzelsiniz.

Şu kart işine Sünter'cim üzülüyor aman nasılsa gelir diyorum ama merak işte Göztepe'den Kartal'a ptt ciler kartları sağlam teslim ettilermi?
Dışarıda buz gibi bir hava var, yardım için sımsıcak sevgiler gönderiyorum.

5 Ocak 2011 22:47

O benim de başıma geliyor Nur' cum. Artık yazdıktan sonra hemen copy yapıp öyle gönderiyorum.
Aslında bu eğlenceli bir yazı. Biz kardeşler yaşamımız boyunca maddi ya da yazdığım tarz zorlukları pek yaşamadık. Bu da taş çatlasa 10 gün sürmüştür. İşe gidiş gelişleri ise herkes yaşadı malum.
Senin kartın geldi tabii. Umarım benimki de sana ulaşmıştır. Ben bloga resimleri koyunca sanki herkes tanır diye mi düşündüm (ne akıl)isim yazmadım.
Bizim buralar, oralarda da oturduğum için biliyorum, daha soğuk. Sıcaklığın zamanında geldi doğrusu:))
Sevgiler...

5 Ocak 2011 23:27

Yazın soğuğu anlatıyor ama bana sıcacık geldi bu yazı. O yakıt sıkıntısı olduğu yıllar Ankara'da oturuyorduk ve oğlum bebekti. Bizde kaloriferler yanmadığın da annemizde kalırdık. Birimizden birisinin evi sıcak olurdu.

6 Ocak 2011 14:44

Demek yurt çapında bir sıkıntıydı. Çok da soğuk bir kıştı.Kısacık bir dönemdi ve çok zordu gerçekten ama yıllar sonra hatırlamak sahiden iç ısıtıyor. Seni de ısıtmış olması beni mutlu kıldı Hüznün Tadı.

6 Ocak 2011 17:24

Merhaba,
Öykü tadındaki anı yazınız güzel ve etkileyici. Tebrik ederim.
.....
Merhaba,
14 Şubat Dünya Öykü Gününde DAMLA/ ÖYKÜ ÖZEL SAYISINI çıkarmayı düşünüyoruz. Bu konudaki çağrımız “Bloglardan Seçmeler”de yayınlandı. Özel sayı için öykülerinizi göndermenizi önemle rica ediyoruz.
Not: Sitemizi ziyaret edenlerin sayısı sınırlıdır. Biz de birçok siteye ulaşamıyoruz. Onun için de yardımlarınızı bekliyoruz. Bu etkinliğe katılmaları için bloglarda yazanları teşvik ederseniz memnun olurum.
İyi günler dileğiyle.

7 Ocak 2011 18:03

Sabahattin Bey, övgüleriniz için teşekkür ederim.
Yarışma ile ilgili olarak da haberlendirme ve teşvik konusunda elimden geleni yapacağımdan emin olabilirsiniz.
Saygılar...

7 Ocak 2011 19:46

Yorum Gönder

Blog Widget by LinkWithin