Reklam, dünya ve ülke ekonomisinin olmazsa olmazıdır.
Ürünleri ya da hizmetleri tanıtarak satışını sağlamaya, kitleleri etkilemeye
çalışmak adına ufak çapta ya da büyük masraflarla hazırlanan tanıtımlar
medyada sergilenir. İnsanlar etkilenir, ürün- hizmet satılır, piyasa canlanır.
Bu konuda olumlu ya da olumsuz çok şey söylenebilir.
Ama ben bu sabah olumsuz şeylerden bahsetmek istemiyorum.
Benim bankam, doğduğumdan beri ailemin ve benim geçimimizi sağlıyor.
Yurt ekonomisindeki yeri, onu kuran Atatürk' ün tam da öngördüğü gibi kaya gibi
sapasağlam ve güvenilir aynen devam ediyor.
Amacım burada bankamın reklamını yapmak değil. O görüldüğü gibi kendi reklamını
fevkalade güzel yapıyor.
O kadar güzel yapıyor ki, izleyene mutluluk ve yaşama sevinci veriyor.
Bu hafta, bu bankada çalışmaya başladığım 1975 yılında birlikte olduğum
arkadaşlarımla vakit geçirdim. Çok ama gerçekten çok güzeldi. Ayrılmak istemedik
birbirimizden. Pasylaştığımız o kadar çok şey vardı ki, acısıyla tatlısıyla...
Sevgi ve dostluğun yumuşak elleri kaskatı ruhumu gevşetti, yumuşattı.
Tüm bunları organize eden can dostum Nural' a geceler boyu sabahlara kadar
yaptığımız dantel muhabbetler için, her zor zamanımda yanımda olduğu için
ve tabii hazırladığı enfes yemekler için sonsuz teşekkürler.
Hiçbir zaman "kara bahtım kem talihim" demedim. Öyle bir kişiliğe sahip değilim.
Ama yaşamımda herşeyin pek yolunda gittiğini söylemek de fazlaca iyimserlik
olurdu. Emin olduğum tek şey var. Yaşamımdaki sağlam, uzun soluklu, güvene ve
sevgiye dayalı dostluklar.
Dostlarım hep olsun yaşamımda, ben herşeyin üstesinden gelirim...
Ohh bee...Canım börek istiyormuş meğer...
Kendime bir tava böreği yaptım. Büyükçe bir tavaya yufkaları yağsız harçla (yoğurt, yumurta
ve su) ıslatarak arasına da çiğden ıspanak ve bolca peynir döşeyerek ocağın en harlı gözüne
koyup, gözümü üzerinden ayırmadan sabırsızlıkla pişmesini bekledim. Elim kolum
yanarak servis tabağına aldım, ağzım dilim yana yana tamamına yakınını bitirmem
beş dakika bile sürmedi.
Bir kısmını karşımda yalanıp duran paçoza verdim.
Beynimde salgılanan endorfinin müzikal şırıltısını adeta kulaklarımda hissettim.
Biliyorum zamanlamam yanlıştı. Çok keyifsiz bir dönemimde çok da fazla düşünmeden
apar topar giriştim bu işe. Ben sıkıntılı dönemlerinde yiyenlerdenim. Yiyince de kilo alıyor,
korkuyla hemen diyete başlıyorum ama bu da daha fazla strese sokuyor.
Metabolizmamdaki aksaklığın temelinde de (şiddetli spazmlar şeklinde geliştiği için)
bu yatıyor sanırım.
Benim rejime motive olabilmem için şöyle adamakıllı huzurlu, keyifli bir sürece girmem
gerekiyor ki, sanırım bu da bu gidişle hiç rejim yapamıyacağım anlamına geliyor :)
Bu günlerde yaşam beni kandıramıyor, ben kendimi yatıştıramıyorum.
Algılarım çok açık. Ayaklarım yerden kesilemiyor.
Kimbilir belki de şuuraltımda, fazla kilolarımı atarsam hafiflerim, böylece ayaklarım yerden
kesilir, yeniden uçmaya başlayabilirim hayal alemine doğru diye düşünüyorum.
Tıpkı sevgi kelebekleri gibi. Hani şu kısacık ömürleri olan hoş yaratıklar.
Kabullenme yeteneğimi kaybettim. "Sahip olduklarımla yetinme " hünerimi de.
Etrafımdaki tüm olumsuzlukları ayıklayıp sadaca güzelliklere (!) odaklanarak
yaşamımı sürdürebilme melekelerimi de.
Ve hepsine yeniden sahip olabilmeyi diliyorum bu kör döğüşünü sürdürebilmek için...
Çok iyi hatırlıyorum. Babam bir sahur sofrasında anlatmıştı.
Yeniçeri ocağının mutfağına bir görevli teftişe gitmiş. Akşam özenle pişirilen yemekler
gıcır gıcır yıkanıp temizlenmiş kap kacaklarla askerlere sunulmuş. Sıra hoşafa gelince
masalarda bir hareketlenme başlamış. Kâsesinden bir kaşık alan kaşığı fırlatmış. Öfke
dalga dalga yayılmış. Hepsi kaşıklarını masaya vurmaya başlamış. Bir yandan da
bağırıyorlarmış. "HOŞAFIN YAAĞI KESİLDÜÜ...HOŞAFIN YAAĞI KEESİLDÜÜÜ..."
Daha önce çorba içtikleri belki yahni yedikleri taslar yıkanmadan hoşaf konulup
getirildiği için hoşafın yüzeyinde biriken artık yağlara alışan civanlar temiz
taslardaki duru hoşafları yavan bulmuşlar. Yağın hoşaflarından esirgendiğini düşünüp
kazan kaldırmışlar.
Benim bünye de her diyet girişimimde olduğu gibi yine isyanlarda.
Gastrointestinal sistemim ayaklanmış vaziyette. Bazan "yağsız yemek istemezüük" diye
bağırıyorlar. Bazan "piilav böörek isterüük" şeklinde slogan atıyorlar. En yaygın olanı da
"elma ayva sizin olsun-helva baklava beru gelsuun" şeklinde.
İşin aslı, benim bünyeye diyet yaramıyor. Doktora gitmediğimden olacak, hassasiyetlerimin
farkında olmadığından, her diyet yapışımda aynı büyük sıkıntıları, ağrıları sancıları
çekiyorum. Ayrıntılara girmek istemiyorum ama metabolizmam allak bullak oluyor.
Beraberinde de sinirlerim altüst vaziyette tabii. Asabiyet, sürekli ağlama isteği,
motivasyon eksikliği. Ben bu durımu blogumda da birkaç kere anlatmışım. Dönüp
bakınca hep altından bir diyet çıkıyor.
Zor günler geçirmekteyim vesselâm...
.

KENT
Başka diyarlara, başka denizlere giderim dedin.
Bundan daha iyi bir kent vardır nasıl olsa.
Sanki bir hükümle yazgılanmış gibi bir çabam;
ve yüreğim sanki bir ceset gibi gömülmüş oraya.
Daha ne kadar çürüyüp yıkılacak böyle aklım?
Nereye çevirsem gözlerimi, nereye baksam burada
gördüğüm kara yıkıntılarıdır hayatımın yalnızca
yıllar yılı yıktığım ve heder ettiğim hayatımın.

Hep peşinde, izleyecek durmadan seni kent. Dolaşacaksın
aynı sokaklarda. Ve aynı mahallede yaşlanacaksın
ve burada, bu aynı evde ağaracak, aklaşacak saçların.
Hep aynı kente varacaksın. Bir başka kent bekleme sakın,
ne bir gemi var, ne de bir yol sana.
Nasıl heder ettiysen hayatını bu köşecikte,
yıktın onu, işte yok ettin onu tüm yeryüzünde
Constantino KAVAFİS

Ne gündü...
Sabah kapının önündeki paspasın kıvrılan kısmına basınca ayağım burkuldu.
Paçoz u gezdirirken epey canım yandı doğrusu. Kısa kestik yürüyüşü o yüzden.
Öyle böyle değil. Eni konu döndü. Aynı ayak, aynı bilek. Umarım sonradan acısı çıkmaz yine.
Sabah beklediğim gıda kargosu ikindin dörtte hala gelmeyince telefona sarıldım.
Kargo şirketi görevlisi ukala ve bıkkın bir tavırla sabırla beklememi önerdi.
Tüm işlerim, biraz süpürme, biraz toz alma, bulaşık makinesini boşaltıp yerleştirme
filan bitince, bilgisayarın başına oturdum bi de ne göriym. Bloguma bi haller
olmuş!!! Ne olmuş deseniz anlatamam. Ancak girenlerin şahit olduğu olabileceği
bi abukluk. Hadeee. Okuduğum kadarıyla temamla ilgili bi sorun deyip aynı temayı
kullanan izlediğim bloglardan birine girmeyi denedim. Ewweeet... O da aynı abuk
vaziyette. O sırada herkes işinde gücünde n'apsam derken aklıma Sis geldi.
Sağolsun gönüllü bir yeşil ışık yakmıştı teknik konularda tüm blogger dostlarına.
Hemen bir imdat mesajı. O gerekli incelemeyi yaparken Yeğenim Erdem' e de ulaştım.
Onlar düşüne dursunlar televizyonda haberler ilişti gözüme.
Benim Kargoom???
Hemen yeni bir telefon şirkete. Kargo dağıtımı bitti demezler mi...Zaten sinirim
tepemde, nasıl bir tonda konuşmuşsam koşarak odaya dalan Paçoz un kulakları
geriye yapıştı. Telefonu alan müdür öfkemin yatışmasını bekledikten sonra durumu
anlattı. Sabah benim koli yanlışlıkla başka bir dağıtım merkesine gönderilmiş.
İçindekilerin gıda olduğunu, bozulabileceğini bir daha hatırlatıp halletmesini istedim.
Beni telefonda özellikle bekleterek diğer telefondaki canhıraş uğraşmalarını ve
yalvarmalarını dinlememi sağladı. Zavallım Pazartesi günü atanmış. Hafta olmadan
böyle bir aksilik...
Sonuç, yarın sabah 7.30 da en geç. Bozulan yiyecekler telafi edilecek.
Yapacak bir şey olmayınca karşılıklı özür teatileri... Öfkemden utandım doğrusu.
Neyse bilgisayarıma döndüm ve Sis' in açıklayıcı yorumunu gördüm. Tabii sadece
okumakla yetinebildim. İş anlamaya gelince umutsuz vaka. Erdem' e okutayım bakalım
ne diyecek diye bi telaş aşağıya inip hışımla odasına dalmamla karyolanın ucundaki
çıkıntıya takılıp boylu boyunca yere yapışmam bir oldu. Allahtan yumuşak halının üzerine
yüzükoyun kapaklandım ve başımı hemen burnumun ucundaki sivri köşelerden birine
çarpmadım. Onun telefonda bana anlattığı ile Sis' in yazdıkları çözüm önerileri ile birlikte
örtüşmüş. Erdem yarına kadar kendiliğinden düzelmesini beklemeyi akşam gerekeni
yapmayı önerdi. Bir miktar Rayuş' la sohbet edip (bugün koro günüydü) olanı biteni
anlattım. Kapıyı arkamdan kapatırken ağzı hâlâ bir karış açıktı. Ben gittiğimde
mutfaktaydı, düştüğümü duymamış.
Neyse eve gelince yüzüm güldü. Bilgisayarım düzelmişti.
Can Sis' e teşekkürler. Anında el koydu duruma. Uzun uzun açklamalar yaptı. Hem Mail
yolladı hem bloga anlattı durumu her kes yararlanabilsin diye.
Blogumu en çok da bu yüzden kaybetmek istemiyorum. Böyle can dostları kaybetmemek
için.
Sabah, Paçoz la her zamanki gibi gezintideydik. Çocukların okula gitme saatini geçirdiğimizden
park neredeyse bomboştu. Hava biraz puslu hayli soğuktu. Ben ağrılarım hafiflediği için, Paçoz
da yeniden yol arkadaşına kavuştuğu için, ikimiz de pek keyifliydik. Her zamanki gibi, plansız,
rotasız, onun keyfine ve ihtiyaçlarına tabi yerdeki kokuları takip ederek yürüyorduk.
Bundan on-on bir sene önce parktaki ilk gezmelerimizden birinde, ben daha köpekler hakkında
pek birşey bilmezken, sevdiğim herkes, her şey gibi ona anlamlar yüklemeye çalışıyorken,
bir duvar kenarına oturmuş, yavrular için olan, boyuna geçirilip uzayıp kısalabilen sevk ipinin
bir ucu elimde, minicik yavrumun oradan oraya koşuşturmasını sürekli yerleri koklamasını
izliyordum. Yanımda oturan genç bir adamla sohbete başladık. Onun da bir köpeği varmış. Yeni
kaybetmiş. Ben deneyimli birini bulduğum için sevinmiş sürekli sorular soruyordum. Ne
yapmam, ne yapmamam gerektiği konusunda yığınla pratik tüyolar alıyordum. Bir ara
gururla, " benim kızım da benim gibi doğayı çok seviyor. Sürekli çimenleri kokluyor, bundan
keyif alıyor. Bakın nasil da sevinçle kuyruğunu sallıyor" deyince, delikanlı sırıtmış, "bütün
köpekler yerleri koklar, diğer köpeklerin izlerini sürmek için bunun doğa sevgisiyle alakası
yok " demişti. Hem hayal kırıklığına uğramış, hem de mahçup olmuştum.
Ben bir yandan bunları hatırlayıp için için güler, bir yandan da Paçoz un yanında yürürken
bir ağacın altında duran bir kedi dikkatimi çekti. Gözü dallardaydı ve atlamaya hazır gibiydi.
Hemen yakınındaydık. Paçozdan ürktüğünü düşündüğümden "korkacak bir şey yok kedicik,
benim yavrum kedilere zarar vermez" dedim. Sürekli Paçoz la da konuştuğum için doğal
bir şeydi bir kaç kelime de kediciğe sarfetmem. Ben lafımı bitirmeden hoop diye atladı ağaca.
Keyfin bilir diyerek uzaklaşırken büyük bir patırtıyla onlarca kuş havalanıverdi. Hemen başımı
kaldırıp baktığımda dallardan birindeki kedinin ağzında bir an gördüğüm kuş aniden yokoldu.
Kedicik gözümde canavara dönüştü.
Sonra, yine Paçoz un altı aylık bile değilken yerdeki küçük siyah bir kuşu bir anda
gözümün önünde yutuverdiğini hatırladım. İtiraf edeyim ki, kuş için bir an bile üzülmek
aklımdan bile geçmemişti. Paçozu ben o aralar öyle özenerek besliyordum ki, zarar göreceğini
düşünüp panikle veteriner Orhan beyi aradım. Her zamanki umursamaz tavrıyla " bir şeycik
olmaz" deyip kapattı. Adamcağız bıkmıştı o günlerde benden. Görmemişin bir köpeği olmuş
hesabı her gün arıyordum. Gece gündüz. Evden, cepten, klinikten. "Orhan bey bu hayvan ağzı
açık dili dışarda çok hızlı soluyor normal mi?" "Butün köpekler öyle nefes alır" "Orhan bey bu
gece rahatsız uyuyor. Kalbi de çok hızlı atıyor gözümle takip edebiliyorum göğsünden.
Köpeklerin nabzı da insanlar gibi midir?" "Bir şey olmaz. Normaldir." Bir gün ortalıkta
bıraktığım bir plaka aspirini yutmuştu. Panikle aradığımda resman gırgırını geçti. "Ne güzel, bir
hafta hiç başı ağrımayacak."
Harkes gibi televizyonda hayvanlarla ilgili belgeselleri ben de çok seviyorum. Ama bir yerden
sonra işin tadı kaçıyor. Tam bir aslan ailesini izlemeye başlıyorum. Anne, baba, yavru aslan
doğayla içiçe keyifle koşuşturuyorlar (hele bir de yeni televizyonumda bedava HD yayınla)
zevkle izlerken bir sırtlan geliyor geçiriveriyor dişini yavru arslana. Kan revan. Ya da sevip
benimsediğim aslan yavrusu büyüyor gidip bir güzelim ceylanın üzerine atlıyıveriyor. Kan revan.
Ben bilgisayar oyunundakki sanal hayvanları bile doğar doğmaz analarından ayıramadığım için
zamanında satamıyor bu yüzden game over oluyorken gözümün önünde canlı canlı doğup
büyüdüğünü takip edip sevdiğim canım hayvanların kurban ya da canavara dönüşmesini
izlemeye gönlüm el vermiyor.
Tabii ki doğanın kuralı böyle. Denge böyle sağlanıyor. Güçlü zayıfı yokediyor. Ormanda da böyle,
bizim minik parkımızda da. Kediler kuşları, köpekler kedileri telef ediyor.
Biz insanlar da hepsini birden yok etmek için elimizden geleni yapıyoruz.
Hafif bir baş, orta şiddette boğaz ve çok şiddetli sırt ağrıları içinde kanepede uzandığım
yerden arada uyukluyarak TV izliyorum. Üçüncü filmden sonra baş ağrımın artmasından
korktuğum için Hollywood a istemeyerek veda ettim. Sese gürültüye pek tahammülüm yok,
şöyle kulağa hoş gelen, yormayan bir müzik olsun diye oradan oraya atlarken temiz beyaz
yüzlü efendiden bildik bir yüz çıkıyor karşıma. Ses de yumuşacık. Acılı bir tebessümle giden
sevgiliyi geri çağırıyor.
Omzumda başın eksik, yatağımda kokun
Tenimde tenin eksik, gel de bir dokun
Gecelerden uykum eksik, yüzde tebessüm
Elimde elin eksik, yaşlı hep gözüm
Çok hüzünlü geliyor. Ne yaşıma başıma ne de şu anki ruhiyatıma uyan bir yanı yok.
Tam kumandayı elime almışken devamı geliyor kulağıma
Ne oluuuur dön geriiii sevindirmeee elleriiii ...
Hoppalaaa diyesi geliyor insanın. Kuuzum, evlaadım. Biricik sevdiğini kaybetmişsin. Zaten
derdin boyunu aşmış. Gözyaşların sel olup taşmış. Uykuların kaçmış. Hasretinden yanıp
tutuşurken eller nereden düşer ki aklına. Aşkınızı nasıl yaşadınız ki ayrılıkta elleri düşünürsün.
Sevda dediğin iki kişiyle yaşanmaz mı. Başkaları birden yok olmaz mı. Ben öyle bilirim.
Böyle bir sevgi yaşanırken öyle mutludur ki insan, kimseleri gözü görmez. Herkesi
herşeyi sever. Etrafında düşman kalmaz. Belki daha çok artar ama sen görmezsin.
Sevgiye yoğunlaşmışsındır . Tüm kötülükleri, kıskançlıkları yok sayarsın.
Böyle bir sevginin ayrılığı da iki kişiliktir. Tüm acı, tüm hasret o yeri doldurulamıyacakmış
gibi görünen kapkara yokluğa yoğunlaşır. Aranan, özlenen sadece gidendir.
Tabii ki yaşanan arı-duru gerçek bir sevgiyse.
Sevindirme elleriiii.... derkeen?
"Ah Ayşe, nasıl da bırakıp gidersin beni. Hani o taç yaptığımız çiçekler. Hani kuşlar ağaçlar.
Hande şimdi uçuyodur sevincinden. 'Beni almaz mı, oh oldu Ayşe de terketti gitti, kaldı
bi başına' diyodur eminim. Ya annen, bir türlü içine sindirememişti beni. Ne olur dön
geri, omuzumda başın eksik. Gözlerim hep yaşlı. Sensiz uykularım yok. Bir de o sinsi
ablanın pis pis sırıtması geliyo gözümün önüne, hepten uykularım kaçıyo."
Biraz abarttım galiba. Ama düşünmeden edemiyorum. İnsanın aşkını, acısını adam
gibi yaşamasına engel olan bu "eller" nasıl bir güç böyle.
Çok ama çok büyük bir güç olduğu kesin. Özellikle bizim gibi gelişmekte olan, içe dönük,
gelenekçi ve okumamış oranı yüksek ülkelerde.
Dünyanın hiç bir ülkesinde, bu kadar geniş kapsamlı, her konuya el atan, kitleleri
ve doğrudan bireyleri (olumlu ya da olumsuz) etkileyen, görünür ve görünmez bir sivil
toplum örgütü bulunduğunu sanmıyorum. Belli bir merkezden yönetilmezler. Her bir
bireyi kendi başına buyruk çalışır. Okul dönüşü gözü saatinde, 'onbeş dakika geciktin',
market dönüşü gözü poşette, ' yine tükkanı yüklenmişsin ' diyen camdaki komşu teyze
benim örneklerimden biri olabilir. Bazan da gruplar halinde çalışırlar. Bazan bir kahveyi
kullanırlar, bazan da nöbetleşe takiptedirler. Tıpkı askerden döndüğünde ağabeyimi
yakalayıp, ' kızkardeşlerin temiz, tebrikler, görevimiz sona erdi ' babında bir rapor vererek
zavallıyı afallatan bıçkın Fatih delikanlıları gibi.
İlerleyen yıllarda "başta bi büyük yok ne giren belli ne çıkan, hadi hafta içi gündüz
çalışıyolar hafta sonu nerdeler" diyen apartman sakinleri, "bekâra ev mev vermeyiz"
diyen ev sahipleri.
"Şu ikisini bi karşılaştıralım" diyen işgüzar tanımadığımız çöpçatan tipler. (Dostlarım böyle bir
şeyi denemeye bile kalkışmazlar hışmımdan korkarlar.)
Ve daha kimler, neler...
Bu örgütten ne ölçüde korunabileceğiniz, sizin yetiştirilişiniz, karakteriniz, görgünüz,
tahsiliniz, yaşam biçiminizle bağlantılı olarak değişebilir. Hiç zarar görmemek, en azından
rahatsız olmamak mümkün değildir.
Çok uzun zamanlardan beri bu örgütün işgüzar kişilerinin ataklarından bol bol nasibini almış biri
olarak, aynı oranda büyük dersler aldığımı da söylemeliyim.
Bu güne gelecek olursak, tonton emekli teyze tadında yaşamımı sürdürürken ve herkes
gibi görünür görünmez dost ve düşmanlara sahip olduğumun bilincinde, bir de ek bir
karanlık örgütü, muhayyel düşmanı da düşünerek yaşamımı düzenlemeye asla niyetim yok.
Yaşadığım güzel bir şeyi "düşmanlar çatlasın" düşüncesiyle abartmadan "dostlar sevinsin"
diyerek anlatırım. Üzüntümü sıkıntımı da asla "düşmanlarım sevinecek" korkusuyla
dostlarımla paylaşmaktan kaçınamam. Ya da başka bir nedenle.
Tabii ki "yen içinde kalması gereken kırık bir kol" değilse.
Nazar değme ihtimalini yok saymam ama dua ile savuşturulacağına inananlardanım.
Dostluklar kurar, yeni dost seçerken ve o dostluğu yaşarken, başkaları ne der, birileri
gücenir mi diye asla düşünmem. Kimseyi kimseden saklamam.
Benim üzüntümle sevinecek, sevincimle üzülecek kişilerin, benim yapmak istediğim
herhangi bir şeyi varlıklarıyla engellemesine asla izin vermem.
"Ah guzzum şu başımdaki akılla, şu öğrendiklerimle senin yaşında
olabilseydim keşke "
diyen anneannemi nasıl da güzel anlıyorum :) Nurlar içinde yatsın...
Sevgiyle kalın...
Perişanım dostlar. İki gecedir sabahlara kadar öksürüyorum. Her tarafım kırılıyor
dökülüyor. Boynumda sırtımda yünler. Hep yatıyorum.
Sabah Rayuş Paçozu gezdirirken kendime bir atom yaptım. Büyük bir cezveye her zaman
hazırladığım şekilde ıhlamur, kuşburnu, bir avuç elma kurusu (hepsi de İpekhanım çiftliğinden)
koyup kaynattım. Altını kapattıktan sonra, bir miktar adaçayı kök zencefil, havlican, kabuk
tarçın, birkaç karanfil ilave edip beklettim. Bu arada salondaki kanepeye (televizyonun karşısına)
note bookumu, suyumu kolonyamı, boğaz pastilimi filan hazırladım. Rayuş gelince de iki
büyük fincana doldurduğumuz çayları içtik. Ben biraz televizyon izlerken o bana kemik
suyuna pirinç çorbası (benim canım onu istedi) pişirdi. Dağıttığım mutfağı toparladı, sonra
eşine öğlen yemeği hazırlamak üzere gitti.
Arşivimden seçtiğim ilk film Eddie Duçhin dı. Tyrone Power-Kim Novak. Uzun zamandır
Hollywood filmi izlememiştim. Kurup hazırlarken epey ter döktüm çünkü yeni televizyonu
pek tanımadığım, giriş çıkışları çok iyi bilmediğim gibi teknik konulardan da hiç anlamam.
Kanepeye uzanıp play tuşuna nihayet bastığımda film gözümün önünde dansetmeye
başladı. Bir de bulanık ki sormayın. Pek de kullanmadığım ufak numaralı uzak
gözlüğümü odamdan almak üzere ayağa kalktım, her yer bulanık görünüyor. Birkaç
adımdan sonra gözlerim karardı. Koridora yaslandım önce bir soğuk ter boşandı ardından
bir şiddetli çarpıntı tabii bir de yengeç paniği. Telefonu nasıl bulup Rayuşu nasıl çağırdım
bilmiyorum. Ve kendimi kanepeye nasıl attım. Tamam dedim. Galiba gidiyorum.
Rayuş hemen geldi. O geldiğinde biraz kendime gelmiştim zaten. Hemen beni rahatlatacak
açıklamaları da yaptı sakin haliyle. Çok vitamin yüklenmişim meğer. Ben iki fincan içmiştim.
Malzemeleri fazla koymuşum. Cezveyi yikamak üzere kalan posaları atarken farketmiş.
Anlayacağınız tam bir atom etkisi:))
Seyrettiğim ilk film, "The Story of Eddie Duchin" 40 larda yaşamış çok meşhur bir
piyanist ve orkestra şefinin hayat hikayesi. 1956 yapımı.
Çok sevdiği eşini (Kim Novak) oğlunun doğumu esnasında kaybedince
hayata küsen piyanist, (Tyrone Power) çocuğunu akrabalara
ve dadısına bırakıp evi terkeder. Orada burada zaman geçirir turnelere çıkar.
Orduya katılır. Bu arada savaş patlar. Savaşın yıkıntıları arasında rastladığı bir çocuk
ona kendi oğlunu hatırlatır. Eve döndüğünde kendisine uzaktan hayran olan ama
bir o kadar da nefret eden oğlu ile arayı düzeltmek artık çok zordur onun için.
Güzel müzikleri ve duygusal sahneleriyle seyredilesi bir Hollywood filmi.
Havaya girmişken hemeen arkasından seyrettiğim ikinci film de Rhapsody.
Bir Elizabeth Taylor- Vittorio Gassman filmi. 1956 Charles Vidor yapımı.
Holywood' un Selvi Boylum Al Yazmalım' ı dersem ne derece doğru olur bilemiyorum
ama gerçekten naif bir "aşk mı emek mi" sorgulaması. Mükemmel bir finalle taçlanıyor.
Liz' in doyumsuz güzelliği, bol bol müzik (Lizt, Rachmaninov, Tchaikovsky, Debussy)
bana göre çok güzel bir Hollywood klasiği.
Her iki film de bana çok iyi geldi. Ruhum dinlendi. Müziğe doydum.
Şunu da eklemeden geçemeyeceğim.
Bu iki filmde Vittorio Gasman (keman) Jon Ericson ve Tyrone Power (piano)
sürekli çaldılar. Bunun için nasıl hazırlandıklarını You Tube dan araştırdım. Zaten
sonuç ortadaydı. Tabii mizikler orijinaldi ama o eller, o tavırlar. Müthiştiler.
Yaptığı her işte büyük aşamalar kaydederek hepimizin hayranlığını kazanan, Kuzey
rolüyle oyunculuk budur dedirten Kıvanç Tatlıtuğ' un bir kuple saz çalmasının
bizleri nasıl mutlu ettiğini, hayranlık uyandırdığını düşününce l954- 56 yapımı bu iki film
ve birçok benzeri için Hollywood yapımcılarını ayakta alkışlamamız gerekiyor bence.
Ya da hiç de finans gerektirmeyen bu çok önemli detayların hâlâ bizim sinemamızda niçin
halledilemediğini sorgulamamız.
Herkese güzel bir hafta sonu diliyorum.
Küçük yeşil seramik tabak yine çıktı ortaya.
Nasıl görünüyor bilmiyorum ama bu tabakcığın çapı sadece 13 santim.
Çay tabağından biraz hallice.
Küçük yeşil seramik tabağım o kadar çok rejime tanık oldu ki.
Şu an grisini ve yağsız kaşar olan o gözlere neler konmadı.
1 dilim kepek ekmeği-3 ekmeksiz köfte.
1 dilim çavdar ekmeği- bir miktar haşlanmış tavuk göğsü.
1 haşlanmış yumurta- kibrit kutusu büyüklüğünde peynir.
br dilim ince ızgara biftek- 1 haşlanmış dilimlenmiş kabak.
İki-3 çiçek haşlanmış brokoli - 1 dilim tam buğday ekmeği
Söğüş domates, salatalık- dil peyniri
3-4 tane güneşte kurutulmuş kayısı-3 er badem, fındık.
Ana öğün, baba öğün, ara öğün diye diye, çok kilo verdiğim, az kilo
verdiğim, hiç kilo veremediğim çok zamanlar geçirdim bu tabakcıkla.
Özellikle buraya yazıyorum diyete başladığımı, yarım bırakıp pişman
olmamak için.
Haydi rastgele...
2012 ye girdik.
Artan kilolar ve ağrılar, okun (a) mamış kitaplar, başlan (a) mamış örgüler, güldür (e) memiş
biletler ve biraz daha yıpranmış kalplerle.
Kilolar verilecek. Koray' ın düğününe kadar mutlaka .
Giden kilolarla birlikte ağrılar azalacak. Bünye rahatlayacak.
İki yarımdan başlanarak kitaplar de yavaş yavaş okunmaya çalışılacak. Olmazsa şiirle
idare edilecek. Dünyanın sonu değil.
Rayuş' u memnun etmek için, en azından, o kaşkol örülecek.
Biletler iki amorti ile birkaç hafta daha oyalayıp unutulacak. Aslında erken alınmış
olup, yaklaşık bir aydır Rayuş la kurduğumuz büyük bahçeli (kediler ve köpekler için) ev,
dağıtacağımız yerler ve kuracağımız dev hayvan barınağı ile ilgili hayallerin verdiği
keyfi düşünecek olursak yapabileceklerinin en iyisini yaptılar.
İnsanlarla ilişkilere gelince...İşte o biraz karışık.
Eski dostluklar kaya gibi sağlam kanıtlanmış sevgilerle sürüp gidecek.
Yeni dostluklar da tenhalarda menhalarda, kaçak göçek, keyfe keder, anlık coşkularla,
aklımıza estiği, işimize geldiği, başlarımızı bağalarımızdan çıkarabildiğimiz kadar
sürüp gidecek.
Tıpkı bugün dolmuşta düşüncelere dalmış giderken, yanımda oturan annesinin
kucağından uzanıp yanağımı okşayan, ben keyfimden mest olup dönünce de
kaçarak yüzünü annesinin kucağına gömüp gizli kaçamak bakıp sırıtan, hatta göz kırpan
dünyalar tatlısı velet gibi...
Henüz güven duygusu gelişmemiş 2- 3 yaşlarındaki oğlan çocuğu kadar korkarak,
saklanarak sevgimizi göster(e)meden, ya da hiç sev (e) meden ...
Korkarım ben buna asla aldırmazlık edemeyeceğim.
Ya da...
Buna aldırmayacağım zamanların gelmesinden korkarım.
Bu Blogda Ara
Contributors
Blog Listem
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba,6 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum9 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba demeye geldim...10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIM...13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
İzleyiciler
Yazı Arşivi
-
►
20
(5)
- ► Eylül 2020 (1)
- ► Ağustos 2020 (3)
- ► Temmuz 2020 (1)
-
►
17
(4)
- ► Nisan 2017 (1)
- ► Şubat 2017 (1)
-
►
16
(1)
- ► Şubat 2016 (1)
-
►
15
(1)
- ► Ağustos 2015 (1)
-
►
14
(16)
- ► Aralık 2014 (1)
- ► Eylül 2014 (2)
- ► Ağustos 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (2)
- ► Nisan 2014 (4)
- ► Şubat 2014 (1)
-
►
13
(44)
- ► Aralık 2013 (3)
- ► Kasım 2013 (3)
- ► Eylül 2013 (6)
- ► Ağustos 2013 (3)
- ► Temmuz 2013 (1)
- ► Haziran 2013 (1)
- ► Mayıs 2013 (3)
- ► Nisan 2013 (7)
- ► Şubat 2013 (3)
-
▼
12
(96)
- ► Aralık 2012 (2)
- ► Kasım 2012 (4)
- ► Eylül 2012 (16)
- ► Ağustos 2012 (7)
- ► Temmuz 2012 (5)
- ► Haziran 2012 (8)
- ► Mayıs 2012 (10)
- ► Nisan 2012 (14)
- ► Şubat 2012 (8)
-
►
11
(179)
- ► Aralık 2011 (19)
- ► Kasım 2011 (38)
- ► Eylül 2011 (14)
- ► Ağustos 2011 (17)
- ► Temmuz 2011 (8)
- ► Haziran 2011 (14)
- ► Mayıs 2011 (11)
- ► Nisan 2011 (9)
- ► Şubat 2011 (10)
-
►
10
(152)
- ► Aralık 2010 (12)
- ► Kasım 2010 (12)
- ► Eylül 2010 (9)
- ► Ağustos 2010 (12)
- ► Temmuz 2010 (7)
- ► Haziran 2010 (12)
- ► Mayıs 2010 (11)
- ► Nisan 2010 (17)
- ► Şubat 2010 (11)
-
►
09
(186)
- ► Aralık 2009 (22)
- ► Kasım 2009 (22)
- ► Eylül 2009 (17)
- ► Ağustos 2009 (24)
- ► Temmuz 2009 (19)
- ► Haziran 2009 (20)
- ► Mayıs 2009 (20)
- ► Nisan 2009 (8)
- ► Şubat 2009 (5)
Müzik
Popüler Yazılar
-
KADİM DOSTLAR Önce beni sık sık evinde ağırlayan 35 yıllık dostumla keyifli bir fotoğrafla başlayalım. Blogger dostlarım onu daha önce bahse...
-
bilmem hatırlar mısın bir liseli kız vardı bir liseli esmer kız gözleri yıldız yıldız saçları gece gibi simsiyah dökül...
-
Sayın Haykırış, Yok etmeye çalışmak yerine varlığımızı işaret ettiğiniz, düşmanlık yerine dostluk gösterdiğiniz, kara çalmak yerine üzerimiz...
-
Yeni yılda Tüm zorlıklar karşısında çetin ceviz olacağıma.... Fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerle kendimi üzmey...
-
Akşam masamı toparlarken gözüme kutunun içinde birikmiş not kağıtlarım ilişti. Duyduğum, gördüğüm ilginç şeylere dair ipucu cümlecikler. Ç...
-
Onlar bağırışıyor. Döğüşüyorlar, şüphe ediyor ve yeise düşüyorlar; boğuşma ve çekişmelerinin sonunu bulacağa benzemezler. Senin hayatın, saf...
-
Ey dünya! Ebedi olarak yaşıyorsun Mevsimlerin tepsilerinden Çiçekler ve yapraklar Yolunun üzerine Dökülüyorlar. ...
Etiketler
- 2010
- 2011
- 27 mayıs İhtilali
- 7 numara
- ABD
- abla
- acemilik
- açlik
- Adıyaman
- afet
- ağabey
- ağaç
- Ağustosta Rapsodi
- aile
- akraba
- akrostiş
- akşam
- Albatros
- alış-veriş
- alışkanlık
- alışveriş
- alışveriş tutkusu
- Ali Muhittin Hacı Bekir
- Alphonse de Lamartine
- amatörlük
- anı
- anılar
- anılar...
- anlaşma
- anlayış
- anma
- anne
- anneanne
- anneler günü
- Antalya
- apartman hayatı
- arayış
- arıza
- Arka Pencere
- arkadaş
- armağan
- aşı
- aşk
- aşure
- Atatürk
- ateş böceği
- atom bombası
- Attila İlhan
- ATV
- ATV şarkı
- Avustralya Açık Tenis
- ayaz
- ayrılık
- aziz nesin
- B.Necatigil
- baba
- Babalar Günü
- bahar
- bahçe
- balkon
- banka
- Barbra streısand
- barış
- başarı
- başlangıç
- Baudelaire
- Bauelaire
- Bayrak
- bayram
- Beatles
- bebek
- bekir sıtkı erdoğan
- beklentiler
- BEN
- beste
- beşiktaş
- Betty Smith
- beyaz dizi
- beyaz diziler
- beyaz roman
- Bhagavatgita
- bilgisayar
- Bir genç kız Yetişiyor
- Bir sarkısın sen
- Bir Şarkısın Sen
- birlik ve beraberlik
- birliktelik
- bitki
- biyografi
- blog
- blogger
- börek
- Buddha
- bugün
- bulmaca
- buluşma
- buzdolabı
- Bülent Ecevit
- Cahit Sıtkı Tarancı
- can yücel
- Capra
- cehalet
- centilmen
- cesaret
- cevaplar
- cezerye
- cinayet
- cocuk
- cocuk.
- cocukluk
- Cronin
- Cumhuriyet
- Cüneyt Gökçer
- çalışma hayatı
- çaresizlik
- çay
- Çığlık
- çınar
- çiçek
- çiçekler
- çiğ
- çocuk
- çocuklar
- çocukluk
- çöp
- dalgınlık
- Daltonlar
- damat
- Damdaki Kemancı
- dans
- davetiye
- dayak
- dedikodu
- Defne Joy Foster
- demirhindi
- deneyimler
- deniz
- deprem
- dergi
- destan
- dilek
- dilekler
- dinlenme
- disko kralı
- diyet
- dizi
- doğa
- doğallık
- doğum günü
- dolap
- Doris Day
- dost
- dostluk
- dostluk.
- dostlulk
- duygular
- düğün
- dül dül
- dünya
- dünya kadınlar günü
- Dünya Prematüre Günü
- düşmanlık
- düşünceler
- düşünceler.
- Ecevit
- edebiyat
- Edgar Allan Poe
- Ekim
- Ekrem Bora
- Elazığ depremi
- emek
- emekli
- eminönü
- Emirgân
- Engelliler
- ephraim kishon
- erişkin
- erişlilmezlik
- erkek
- eski yıl
- eşek
- eşyalar
- etiket metiket yok
- Etkinlik
- eve dönüş
- evlat
- Ey Aşk Nerdesin
- eylül
- ezan
- Ezel
- Fakir Baykurt
- fal
- fanatizm
- Farrah Fawcett
- fasulye
- felaket
- felsefe
- fenerbahçe
- fırtına
- Fikret Otyam
- film
- filozof
- final
- Firari
- firuze
- fono
- formüller
- fotoğraf
- Frank Sinatra
- Futbol
- gazanfer özcan
- gece
- geçim
- Geçmiş
- geçmişten şarkılar
- gelecek
- gelin
- genç kız
- gençlik
- gerçek
- geyik
- gezi
- gezinti
- giden sene
- Gitanjali
- giysiler
- Govinda
- gökkuşağı
- göl
- gönülçelen
- gösteri
- göze çarpmayan debdebe
- gözyaşı
- Grace Kelly
- grizu
- gül
- Gülümse
- gün batımı
- güncel
- güneş
- Güneydoğudan öyküler-Önce vatan
- Günlük yaşam
- güven
- güz
- güzellik
- güzellikler
- haber
- haberler
- Hacer Buluş
- Hacivat
- hafta sonu
- hak
- hala
- harika çocuklar
- hasta
- hastalık
- hayal kırıklığı
- Hayali Küçük Ali
- hayaller
- hayat
- hayvan
- hayvanlar
- hayvanlar alemi
- hazan
- hediye
- Herman Hesse
- hiciv
- Hindistan
- Hiroşima
- Hitchcock
- hobby
- Hollywood
- hoptirinam
- hoşgörü
- hoşluklar
- http://www.blogger.com/img/blank.gif
- huzur
- hüsran
- hüzün
- ıhlamur ağacı
- ışık
- ibadet sohbet
- içimizdeki çocuk
- içtenlik
- iftar
- ihmal
- İhsan Varol
- ikiyüzlülük
- ikram
- ilaç
- ilginç şeyler
- ilişki
- ilkbahar
- ilkokul
- İlkokul şiiri
- İnci Ertuğrul
- İngilizce
- insafsızlkık
- insan
- insan halleri
- insan olmak
- insanlık
- intikam
- İslamiyet
- istanbul
- isyan
- İş Bankası
- işçi
- iyilik
- Jacques Brel
- James Stewart
- Japonya
- Jean Moreas
- Jim Reeves
- kabuk
- kadın
- kadınlar
- kahvaltı
- kahve
- kalıplar
- kalite
- Kamer Genç
- kan verme
- Kandil
- kaplumbağa
- kar
- Karagöz
- karanfil
- karanlık
- kardeş
- karışık duygu ve düşünceler
- karmaşa
- katiam
- kavafis
- kayıp
- Kayserispor
- keder
- kedi
- kediler
- Kelime oyunu
- Kemal Burkay
- kerpiç
- keşke
- keyif
- kıskançlık
- kış
- kız kardeş
- kızkardeş
- Kim Novak
- kiracı
- kishon
- kişisel
- kitap
- koka kola
- kolbastı
- komedi
- komik
- komşu
- komşuluk
- konser
- konut
- korku
- Korolar çarpışoyor
- koşullu refleks
- köpek
- kuaför
- kupa
- Kurban Bayramı
- kuyruk-bilim
- kültürel mozaik
- Lale
- latife hanım
- lezzet
- lisan
- lise
- Liz Taylor
- maneviyat
- manzara
- Marsel İlhan
- masal
- masumiyet
- maymun
- mazi
- meclis
- medya
- Mehmet Topuz
- mektup
- merasim
- Mevlana
- mevsimler
- Meyva Zamanı
- Michael Jackson
- mim
- misafir
- misafirlik
- Misak- ı milli
- mizah
- Montaigne deneme
- moral
- Mr. Smith
- muhabbet
- Muhabbet Kralı
- Muhammed
- muhasebe
- Murathan Mungan
- mutfak
- Mutfak şarkıları
- mutluluk
- Müge Anlı
- müzik
- müzik nostalji
- Nagazaki
- Nazım Hikmet
- nefret
- nekahat
- Nirvana
- Nisan
- Nişan töreni
- Noktürn.
- nostalji
- okan bayülgen
- olay
- olgunluk
- on line alışveriş
- ordan burdan
- Orhan Kemal
- Orhan Veli
- orman
- oruç
- otobüs
- otokontrol
- oyun
- ozan
- ödül
- öfke
- öğrenci
- öğretmen
- Öğretmenler günü
- ölüm
- ölüm yıldönümü
- ömür
- öykü
- Öykü Atölyesi
- özgüven
- özlem
- Paçoz
- Paçoz..
- Paris
- pasta
- paylaşım
- paylaşmak
- pazar
- pazar alışverişi
- pazar günü
- Pazar sohbeti
- pembe dizi
- pencere
- Piknik
- pişmanlık
- plan ve programlar
- planlar
- plasebo
- Platters
- polis
- popülizm
- program
- programlar
- radyasyon
- radyo
- Ramazan
- Ramazan davulu
- Red kit
- reklamlar
- resim
- resmi bayramlar
- Reşid Behbudov
- Rilke
- rin tin tin
- Roland Garros
- roman
- romantik
- romantizm
- röportaj
- ruh yorgunluğu
- ruhat mengi
- rüya
- saat
- sabah
- sadakat
- Sadettin Kaynak
- safiyet
- Sağanak
- sağlık
- sahur
- Samana
- samimiyet
- sanal
- sanat
- sanatçı
- sanatkar
- Saroyan
- Satürn
- schumann
- sebze
- seçkin
- seçme saçma sohbetler
- sel
- Selimpaşa
- Selmi Andak
- sergi
- sevdiğim şeyler
- sevgi
- sevgi soysal
- sevgili
- sevgililer günü
- sevinç
- seyahat
- seyirlik
- Seyyare
- Shakespeare
- Show TV
- sıcak
- sıkma
- sıradanlık
- Sidarta
- Sigara
- simit
- sinema
- sipariş
- sis
- soğuk
- sohbet
- sonbahar
- soru
- sorular
- spiker
- star
- still life
- su yücel
- suikast
- şablonlar
- şafak
- şans
- şarap
- şarkı
- şaşkınlık
- şeker
- Şeker Bayramı
- şerbet
- şermin
- şiddet
- şiir
- şikayet
- tabak
- tabletler
- tagore
- tanışma
- tansiyon
- tantuni
- tarif
- tartışma
- taşınma
- tatil
- tedavi
- teknoloji
- telaş
- telefon
- televizyon
- temizlik
- tenis
- tenis turnuvası
- terlik
- tevfik fikret
- Tırpan
- tiyatro sahne
- tokat
- toplantı
- Tövbeler Tövbesi.
- Transfer
- tren
- TRT
- TSM
- Ttv
- Tuna Huş
- tutsak
- tuvalet
- tüketim
- Tülin Oral
- Türkan Saylan
- türkü
- TV
- Uğur Mumcu
- umut
- unutma
- uyku
- Üç Hür El
- ülke meseleleri
- ümit
- üretmek
- ütü
- vahşet
- vakit
- Vasuveda
- vatan
- William Holden
- William Wordsworth
- Wimbledon
- yağlıboya resim
- yağmur
- yalnızlık
- yaprak
- yarışma
- yaşam
- yaşlılık
- yatak
- yaz
- yeğen
- yeğenlerim
- yeme-içme
- yemek
- yemekteyiz
- yeni yıl
- yeni yıl kartları
- yesterday
- yıl dönümü
- yılbaşı
- yıldız
- yıldönümü
- yoksulluk
- yol
- yolculuk
- yolculuk.
- yorgünluk
- Young at Heart
- yönetici
- yün
- yürüyüş
- zaman
- Zeki Müren