Allah kimseyi bizim Hatice’nin eline ve diline düşürmesin.
Bir kere daha anlıyorum ki, kızgın bir kadının, düşmanına yapamayacağı kötülük yok.
Yine bir kere daha anlıyorum ki, gerçek bir dostun, dostu için yapacaklarının sınırı yok.
Nural Hanımların evi, İnci’ lere arabayla beş dakika mesafede. Ortanca damat bizleri (sekiz kişi) arabası ile iki seferde naklediyor. Parlak gümüşrenkli takım elbisesi ile sürekli içeri dışarı koşuşturan, kısa boylu tıknaz bir genç. Kapıyı, kucağında bebeğiyle (bir diğeri de bacaklarına yapışık bir vaziyette) onun eşi açıyor.
Hatice’nin, daire kapısından içeriye dalışı, Tansu Çiller’ in parti meclis salonuna saçlarını savura savura girişi kadar azametli oluyor. O saniyeden sonra Hatice zaten, kendisi olmaktan çıkıyor, bambaşka bir hüviyete bürünüyor. Değişiminden ürktüğümüz ama izlemekten zevk aldığımız, Nural Hn. ve ailesine göre cazgır, bize göre şirin bir cadı oluveriyor.
Daha içeri girer girmez, sıtma görmemiş sesiyle “Nerde bizim şanslı gelinimiz bakiiim?” diye bağırıyor, (sanki “şanslı” kelimesini iyice bir vurguluyor mu ne) bir yandan karnı burnunda gelinin bıraktığı terlikleri ayağına geçirirken. Yaşları 2-7 arası oğlanlı kızlı 6-7 çocuk salonun girişinde saf tutmuşlar, korkulu gözlerle Hatice’yi izliyorlar. Hatice kendini kurmuş bir kere. Durdurana aşk olsun. “Kaç çocuk var bu evde böyle. Yoksa biz ev diye kreşe mi geldik. Hahhhah-hah-haay"…Çocuklara dönüp gözlerini deviriyor. “Bana bakın ben yaramaz çocukları hiç sevmem. İğnem çantamda ona göre.” Zavallılar o gece bir daha görünmemek üzere yok oluyorlar ortalıktan.
Hatice o gece “Pop Star”daki Bülent Ersoy edasıyla, aralarını (sonuna doğru tizleşen) hahhah hayy larla bezediği yüksek volümlü yüzlerce cümle kuruyor. “Eşyalarınız da ne güzelmiş Nural’ cığım” diye başlayıp, ama işte ben bu kadar kalabalık eşya içinde daralıyorum. Toz tutuyorlar, astımım var. Ay ay ne güzel, ne çok gümüş böyle, ama gümüşün modası kaldı mı ki Asu’ cuğum? Bu aynalar on sene önce modaydı. Ben hepsini toplayıp sandığa kaldırdım. Ay uğraşamam. Tozunu sil, parlat. Bu “ay” ların arasında, abartılı el kol hareketleri ve sonuçta Sema’nın elindeki (güzel gelinimizin taze kınalı elleriyle pişirdiği) kahve fincanına çarpıveriyor. Caanım bordo kadife kanepe rezil oluyor. Beklediğimin aksine son derece sessiz sakin bir köşede oturan şişman, kısa boylu kayınpeder, yüzünde hep aynı nezaket tebessümüyle “bir şey olmaz, kazadır” sözcüklerini, Hatice’nin lavaboya giderken “kazara” çarpıp tuzla buz ettiği aile yadigarı devasa Çin Vazosu için de kurulu bebek gibi tekrarlıyor.
Hatice dur durak bilmiyor. Önce aramıza oturttuğumuz güzel Tuğçe’ yi (gelinimiz) öve öve göklere çıkaran Hatice, Nural Hanım’a dönerek “ Nuralcım, çok güzel kız yetiştirmişsiniz tebrik ederim “ diye başlıyor. ”Çok da akıllı maşallah. Özgür’ü seçmiş olmakla da bunu kanıtlıyor.” Arkasından, bu devirde diplomanın önemi “altın bilezik” benzetmesiyle bir kez daha vurgulanıyor. “Bir lisan bir insan” klişesi bir kez daha tekrarlanıyor. İnci’nin ve kocasının oğullarını okutmak için katlandıkları fedakarlıklar (adeta yanlarındaymışcasına) dramatik cümlelerle anlatılıyor. Söz İnci’ye gelmişken lisedeki anılara geçiliyor. Ortaya öyle mükemmel bir “İnci” profili çıkartıyor ki, biz (kızlar) bile tanıyamıyoruz. Çaktırmadan şaşkın şaşkın birbirimize bakıyoruz. Son cümle kapak oluyor. “Aslında, benim küçük kız, biraz daha büyük olsaydı, ben böyle mükemmel bir aileyi, Özgür gibi damadı kimselere bırakmazdım ama… kısmet… (?????)
Hep birikte açıp, güle oynaya, üzerine Nural’ın getirdiği çarşafları serdiğimiz çek-yatlara doluşuyoruz gece. Nural, Hatice’nin tatlı dilli manevralarıyla bu evliliği öylesine içine sindirmiş ki, daha bir güler yüzlü, bir müddet aramızda kalıyor. Yataklarımıza oturup, gelinin mutfaktan getirdiği sıkmaları yiyoruz. Sonra tekrar tekrar bir ihtiyacımızın olup olmadığını soruyor. Hepimizin yanağına iyi geceler öpücüğü konduruyor ve gidiyor.
Yalnız kalır kalmaz hep birlikte aynı anda Hatice’ye dönüyoruz. Müberra, hepimizden önce davranıp sigaradan kısılıp kalınlaşmış sesiyle soruyor. “Hatice, sen Almanya’dan sonra bir daha evlendin mi ki?” Sema devam ediyor “Hangi küçük kız?” Ben atlıyorum, “Kaç çocuğun var?”
Hatice sarı saçlarını Neriman Köksal edasıyla savuruyor. Pis pis sırıtıyor karşımızda.
"Şaşırdınız mı ayol... Benim gibi bir kadını çekecek bir deli var mı bu alemde? ... “
Çığlıklarla üstüne atlıyoruz… Kahkahalarımız sıcak Mersin sokaklarında yankılanıyor…
Devamı yarın…