Sabah saat onda çalıp ve ben
sokağımızdan okula giderken ,
her gün,
"bilezikler, billur halhallar"
diye bağıran işportacıya
rastlarım.
Onun acele edeceği hiç bir şeyi, gideceği hiç bir yeri ve eve dönmesi
gereken belli bir saati yoktur.

BEN, "BİLEZİKLER, BİLLUR HALHALLAR..."
DİYE BAĞIRARAK SOKAKTA
VAKTİNİ GEÇİREN BİR İŞPORTACI
OLMAK İSTERDİM.

Öğleden sonra saat dörtte okuldan
döndüğüm zaman şu evin kapısında,
yeri kazan bahçivanı görebilirim.
O elindeki bel ile istediğini yapar, elbiselerini toz-toprağa bular, güneşte
kavrulsa veya sırılsıklam olsa da kimse aldırmaz.

KİMSE BANA MANİ OLMADAN BAHÇEDE
HEP KAZAN BİR BAHÇİVAN OLMAK İSTERDİM...

Akşam hava tam kararıp da annem
beni yatağıma yolladığı zaman, açık
penceremden bekçinin bir aşağı-
bir yukarı dolaştığını görebilirim.
Sokak, karanlık ve ıssızdır ve sokak lambası tepesindeki tek kızıl gözü ile
bir dev gibi dikiliyor.
Bekçi fenerini sallar ve yanında gölgesi ile birlikte yürür ve ömründe
bir kerecik olsun asla yatmaya gitmez.

BEN, BÜTÜN GECE SOKAKLARDA
DOLAŞARAK VE FENERİMLE GÖLGELERİ
KOVALAYARAK BİR BEKÇİ OLMAYI
İSTERDİM.
R.TAGORE
Büyüyen Ay
Hemen hepimiz benzer hayalleri kurduk, her gördüğümüz mesleğin tam
bize göre olduğunu düşündük. Kimimiz sevdiğimiz işi yapmak şansına
sahip olurken, bazılarımız da (galiba çoğumuz) yaşamın bize dayattığı
kariyerleri asık suratlarla tamamladık.
Aramızdaki tek ortak yan..... Tabii istisnaları saymazsak.....
HEPİMİZ ÖĞRETMENLERİMİZİ SEVDİK.
Yaşamımdan bir sürü öğretmen geçti.
Ölenler nurlar içinde yatsınlar, yaşayanlara esenlikler diliyorum.
Bu arada tüm öğretmen blogger (tanıdığım, tanımadığım) dostlarımın
gününü kutluyor, sevgiler yolluyorum...
Tüm dostlarıma çok çok teşekkür ediyor, yeniden buluşmayı çok istememe rağmen
herkesten bir parça daha izin istiyorum.
Kısaca açıklamam gerekirse, Paçoz, doğaldır ki, yaşamımın en büyük kaybı değil
ama, psikiyatrımın ifadesiyle, bu kayıp yarım asırlık bir birikimin açığa çıkma nedeni.
Buna başka sağlık sorunları da eklenince toparlanmam biraz zaman alacak.
2009 yılında beni iki yıl eve bağlayan ayak rahatsızlığımda çok işime yarayan
blogum, eminim zamanı gelince yine işlevini yerine getirecektir.
En kısa zamanda, anılarım, fotolarım, Tagore parçalarım ve daha bir çok güzel
paylaşımlarımda bir araya gelmek umuduyla....
Sevgiyle...
Ve ben de Sonbaharı gördüm sonunda :))))
Tam sabah, güneşin doğduğu saatlerden bir kaç kareyle tüm dostlarımı
selamlıyor, herkese güzel bir Pazar, sağlıklı, huzurlu ve mutlu nice
Pazarlar diliyorum.
İyi ki varsınız.
Alemdeki canlı- cansız herkesi, herşeyi çok seviyorum.
Ve bir kez daha...
HEP SEVGİYLE KALALIM diyorum.
Çok şey öğretti bu son on beş gün bana.
Gündelik yaşamın, sıradan işlerin, anlamsız konuşmaların, sebepli sebepsiz
gülüşlerin, rutin alışverişlerin, mevsimsel, kanıksanmış sağlık sorunlarının...
Nefesi tam olarak alabilmenin....
Lokmaları canın yanmadan, boğazında büyümeden yutabilmenin...
Geceleri bir kaç kez kan ter içinde fırlamadan uyuyabilmenin....
Sabah uyanınca yaşamak için bir nedenin olmadığını düşünmeden yataktan
kalkabilmenin...
Sokağa korkmadan çıkabilmenin....
Çocukların gözlerine için acımadan bakabilmenin...
Ne kadar önemli olduğunu....
Saçma alınganlıklar, yersiz duygusallıklar, mızmızlıklarla kendi hayatımızı
ne kadar gereksiz bir şekilde zora koştuğumuzu...
Hepsini, hepsini yeniden hatırladım.
Biliyorum.
Bir sabah odama dolan güneş ışığıyla (onu farkederek) uyanacak, kekikli
tostumu boğazım acımadan yiyecek ve nefesim sıkışmadan, suçluluk
duymadan yaşamın içine dalıvereceğim.
Öğlen kapısını çaldığımda Rayuş gözlerimin içine bakacak ve rahat bir
nefes alacak. İçinden "çok şükür, bitti" diyerek huzurla kahve kavanozuna
uzanacak.
Biliyorum. Bu olacak...
Çok zor bir dönemimde, bir melek gibi girdin yaşantıma.
O minicik yün başlığın içindeki şaşkın, korkak, şirin varlığının benim için
ne kadar değerli, anlamlı, olduğunu birlikte geçirdiğimiz on ikiyi aşkın yılda
gün be gün, şaşırarak, keyiflenerek, sana hayranlık ve minnet duyarak öğrendim.
Evimdeki yalnızlığımı paylaştığın, sevgini esirgemeden verdiğin için,
hayatıma kattığın her şey için sana sonsuz teşekkür ederim.
Huzur içinde uyu yavrum.. Ötedekilleri şenlendir...
Paçozum' un varlığı Yakacık Ormanında bir yerlerde ruhu kimbilir nerelerde...
Evimde, yaşantımda, yüreğimde doldurulmayacak bir boşluk bıraktı.
Tek tesellim çektiklerinin sonlanmış olması.
Üzüntüm asla anlatılamayacak kadar büyük.
Bu pembe şapkalı güzellik galiba bir süre daha beni bırakmayacak.
Sandığımızdan çok daha güçlüymüş meğer.
İlk iki gün doktor dahil hepimiz çok korktuk ama benim melez
kızım siz beni ne sanıyorsunuz dedi ve fırladı ayağa.
Bu gün bütün evi bir güzel dolaştı. Eski yattığı yerlerde
uzandı. Çalan kapıya havladı. Havlayan köpeklere (sesi biraz
tiz de çıksa) cevap verdi.
Şu sabah akşam serumları ve yakan 3 iğne de biterse
ondan keyiflisi olmayacak.
Ah tabii bir de şu pembe zımbırtıyı geçirmeseler boynuna.
Ama dişleriyle dikiş yerlerini kaşımaya kalkınca mecburen
ve daha uzun bir süre taşımak zorunda.
Şimdilik haberler iyi.
Dualara devam...
Herkese sevgiler...
Paçoz bu sabah ameliyat oldu. Göğsündeki ile birlikte son zamanlarda
onu çok rahatsız eden, yemesini içmesini engelleyen ağzındaki kist,
(ve çene kemiğinin bir tarafı) temizlendi. Önümüzdeki 1 ay içinde ya
tekrarlayacak ya da yavrum daha birkaç sene benimle.
Dualarınıza ihtiyacımız var...
Diziyi uzun boylu konuşmak istemiyorum...
Benimle birlikte tüm izleyenleri alıp götüren, savurup dağıtan, biraz da,
buna teşne bir durumdaysanız, içerinizi dağlayan farklı bir şey.
Benimki gibi ağzından duyduğum en kötü söz "eşşek kafalı" olan,
balçık çamurun içinden ayakkabıları pırıl pırıl çıkmasını becerebilen,
her öğlen yemeğe geldiğinde pantalonu buruşmasın diye iskemleye
dikkatle asan bir babanın evladı ve basket oynayan çocuklara yakınlarından
geçerken sinkaflı küfürleri yasaklayan biri olarak, Behzat tiplemesinde
beni çeken daha doğrusu bana kendini sevdirenin ne olduğunu da
uzun uzun yazmak istemiyorum. Zaten öyle yapay, öyle plastik bir
dünyada, sahte "canım" lardan, dillerden düşmeyen ama içi boşaltılmış
"sevgi" sözcüğünden bu denli bezmişken, bu doğallığa bu haliyle bile
dört elle sarılmamızdan daha anlaşılır ne olabilir ki. O, algıları açık,
farkında ve tüm bunlardan vena halde muzdarip olanların bayrağını
en önde taşıyor ya. Nasıl taşırsa taşısın...Doğulu bir tanıdığın deyişiyle,
tavrına-tarzına gurban....
Karısının mezarı başında önce yine herkesi şaşırttı Behzat.
Görev sayılabilecek ne varsa, gereken herşeyi usulüne uygun, sükunetle
yerine getirdi. Yasin okunurken, toprak atarken, taziyeleri kabul ederken,
tek bir damla gözyaşı dökmedi.
Herkes gittikten, kendisiyle başbaşa kaldıktan sonra diğer Behzat' lar
çıktılar ortaya. Alt benlikler. Acıdan kıvranan, isyan eden, şaşırmış ve
korkmuş, kabullenmiş ve yıkılmış, kabullenememiş boşlukta...
Bu müthiş güzel anlatım için senaristi, yönetmeni oyunculuk için de
Erdal Beşikçioğlu' nu yürekten kutlamak gerek.
İzlerken, herkes kadar ben de kendi yaşantımdaki kayıpları ve duygularımı
hatırladım.
Babamı kaybettiğimde hissettiklerim sadece büyük bir acıydı. Ağlayarak
uyuduğumu, uyanınca yeniden ağlamaya başladığımı hatırlıyorum. Acısını
katıksız yaşayan ve gösteren bir çocuktum.
Annemde ergenliğin sonundaydım. Acıma eşlik eden onun kadar büyük isyanım
vardı. Diğer taraftan, Rayuş çok küçüktü. Kontrollü olmak, en kısa zamanda
normal yaşama dönmek gerekiyordu.
Çok sevilen biri dönüşü olmayacak bir biçimde kaybedildiğinde gerçek
yaşamın tek gerçeğinin bu olduğu küüt diye çarpıyor insanın yüzüne.
Önce isyan ediliyor. Sonra tövbe ediliyor. İnanmak zorundasınız öte
dünyaya ve vuslata. Kabuğunuza girmek, vuslatı tek başınıza, yalan
dünyanın içine çekilmeden, yeniden yapay kavramların esiri olmadan
sükunetle beklemek istiyorsunuz. Ama olmuyor. Olamıyor. Bırakmıyorlar.
Kaya gibi sert görünmek istiyorsunuz. Ama meşrebiniz buna izin vermiyor.
Anlamaz, aldırmaz görünmek istiyorsunuz olmuyor.
Yancı, yandaş ya da yalaka olmayı beceremiyorsunuz. Geriye tek tercih
kalıyor. Yalnız olmak....Herkese, herşeye boşvermek.
Her ölümde her acıda daha bir sorgular hale geliyorsunuz insanları,
hayatı. Duygular, durumlar, duruşlar çeşitleniyor. Şaşkınlıkla kabulleniş,
isyanla iman arasındaki sessiz çatışma her seferinde biraz daha
şiddet kaybına uğruyor. Duygular köreliyor. Acı biçim değiştiriyor.
Önünüzden geçip giden bir cenaze arabasına boş gözlerle bakabilirken,
açık bir pencereden kulağınıza geliveren bir ezgiyle öyle bir sarsılıyorsunuz ki
oradan kaçarak uzaklaşmazsanız oracıkta ölüverecekmişsiniz gibi
geliyor. Kaçmanız da ölüm korkusundan değil, geride kalan sevdiklerinize
bunu yaşatmama telaşından. Ve daha bir sürü şey...Ve karmakarışık, içiçe.
Yaşam ayrı, ölüm ayrı, insanı parça parça etmek için elinden geleni
ardına komuyor. Her bir parça, alıp bizi bir yana savuruyor.
Kimi yönetmeğe kalkıyor, kimi zayıf düşürüyor, kimi korkutuyor,
kimi şaşırtıyor. Biri çekip gitmek için yanıp tutuşurken, diğeri "devam,
devam..." diye yalvarıyor.
Anlatmak istediğim, beş Behzat az...
"Henüz küçük bir çocukken, civarımızdaki ilk telefonlardan biri de
bizim eve alınmıştı. Merdivenin altında duvara çakılı cilalı tahta
kutusunu çok iyi hatırlıyorum. Pırıl pırıl dinleyicisi kutunun kenarında
asılı duruyordu. Hatta numaramızı bile hatırlıyorum. 105."
Lise öğrencisiydim, Paul Villiard' ın "Danışma" isimli bu öyküsünü
ilk okuduğumda. Yeni bir büyük kayıp yaşamıştım ve o yüzden
sanırım, şişmiştim ağlamaktan.
30 lu yaşlarımın başında ingilizcesi "İnformation Please"
orijinal başlığıyla yeniden karşıma çıkınca
hemen hatrlamış pek de etkilenmemiştim doğrusu o zaman.
Bir sürü benzeri olan, sıradan acıklı bir öyküydü yalnızca...
Bu gün eşelenip tozların arasından alıntı defterimi buldum.
Gözden geçirirken çıktı karşıma. Okuyunca yine gözyaşına
boğuldum. Nasıl boğulmam.... Neyse öyküye devam edelim.
Devamında Paul minicik yaşında telefonla ilgili heyecanını
küçük şaşkınlıklarını anlatır. En çok ilgisini çeken de kutunun
içindeki adı "danışma" olan bilgedir. Annesi sık sık yol tarifi,
yemek tarifi ve bir çok konuları sormaktadır. Sonra annesinin
olmadığı bir gün çekiçle parmağını incitir, bir taburaye çıkıp
numarayı çevirir ve ağlıyarak durumu anlatır. Karşıdaki tatlı sesli
Sally onu yatıştırdıktan sonra dolaptan buz çıkarıp parmağına
bastırmasını, ağrısının geçeceğini söyler.
Bu, güzel bir dostluğun başlangıcı olmuştur. Okula başladığında
dersleriyle, sonrasında beslediği hayvanların bakımıyla,
çıktığı seyahatleriyle ilgili, ve daha bir sürü, öğrenmek istediği
her şeyi ona sorar. Tatlı sesiyle, sabırla her soruyı yanıtlar Sally.
"Evdeki kanaryam Petey öidüğünde Danışma' yı aradım ve
bu acıklı hikâyeyi ona da anlattım. Danışma, bir çocuğu teselli
ederken söylediği bildik sözcüklerle beni teselliye çalışıyordu.
Fakat kederim geçecek gibi değildi. Günün birinde kafesin dibinde,
ayakları havada bir tüy yığını haline geleceklerse, niçin kuşlar
ötüyor, insanlara neş'e getiriyorlardı.?
Danışma, kederimin derinliğini sezmişti. Yavaşça, 'Paul, unutma ki
şarkı söylenecek başka dünyalar da vardır' dedi."
Sonraki yıllarda, Paul ve ailesi başka yere taşınır. İletişim
kesilir. Paul yetişkindir artık. Bir rastlantı onları telefonda yeniden
karşılştırır. Paul onu sesinden tanıyıp kendsini hatırlatmaya
çalışırken, Sally ona parmağının hala acıyıp acımadığını sorar.
Bu sefer aralarında sıkı bir telefon dostluğu başlamıştır.
Pilot olan Paul, ona gittiği yerlerden bahseder. Her fırsatta
onun nöbet saatini kollayıp arar ve tatlı tatlı sohbet ederler.
"...Tam üç ay sonra yine Seatle havaalanında idim. Bu defa
danışmanın sesi değişikti. Sally' yi istediğimi söyledim.
'Arkadaşı mısınız?'
'Evet, eski bir arkadaşı.'
'Şu halde üzülerek söylemek zorundayım. Sally son birkaç senedir
hasta olduğu için ancak yarım gün çalışabiliyordu. Beş hafta
evvel de öldü.'
Telefonu kapatmadan evvel aynı ses 'bir dakika' dedi. 'Acaba
isminiz Villiard mı?' 'Evet.'
Sally sizin için bir mesaj bırakmıştı.'
'Nedir acaba?' diye sorarken ne olduğunu adeta biliyor gibiydim.
'İşte burada. Okuyorum. -Ona şarkı söylenecek başka dünyalar
da olduğunu- söyle. Ne demek istediğimi anlayacaktır.'
Teşekkür ederek telefonu kapadım. Sally' nin ne demek istediğini
çok iyi anlamıştım."
Tam tenis havası...
Biraz serin, biraz kapalı ve yağışsız.
Emekli olduktan sonra sık sık koşardım Çamlıca' ya.
Havalar bozulmaya (!) başladığı ve okullar da açıldığı için
tesis, dolayısıyla kortlar bize kalırdı.
Çok severdim tenisi...
Hala da çok severim, artık oynayamasam da...
Yumuşacık bir servis atışıyla topu karşıya geçirmek ve
pozisyon alıp heyecanla, keyifle, dikkatle, karşıdakinin
topu geri yollamasını beklemek. Gelen topun düştüğü yere göre
konuşlanıp, özenle, kontrollü bir vuruşla yine partnerine
ulaşmasını sağlamak. Hoş bir tempo yakalayıp süreklilik
sağlanabilirse, oyunun tadına doyum olmaz. Kan ter içinde
çantaları toparlayıp ayakları sürüye sürüye soyunma odalarına
giderken dünyanın en mutlu insanısınızdır. Ama çok da kolay
elde edilebilir bir keyif değildir bu.
Burada partnerin önemi çok büyüktür.
Benim gibi ortalama seviyede ama iyi niyetli bir oyuncuysanız
bu uyumu yakalamanız partnerinizin karakteri ile ilgili olarak
çok kolay, çok zor ya da imkânsız olabilir.
Kimi partner, kararsız ve çekingendir. Önüne düşen topa öyle
hafif vurur ki çok uzağınıza düşer. Oyunu kurtarmak adına
topa yetişmek ve karşılamak için büyük çabalar sarfedersiniz.
Bazan bu çaba karşılığını bulur, karşı tarafı harekete geçirir
o da gerekli çabayı göstermeye başlar. Ama yine de çok yorulan
siz olursunuz. Bazan da oyun durur, kalır.
Kimi usta ama çok hırslıdır. İlla skor tutmak, kazanmak ister.
Bunun için sert vuruşlar kullanır. Sayılar gider gelir ama her
sayı oyunu kesintiye uğratır. Yenseniz bile tatmin olamazsınız.
Bazan karşınızdaki sizden çok iyidir. Öyle güzel toplar düşürür ki
önünüze, kötü karşılık vermek imkânsızdır. Sonuna kadar top
aranızda ahenkle süzülür.Vaktin nasıl geçtiğini anlamazsınız.
Kimi zaman da öyle biri çıkar ki karşınıza, topa nasıl vuracağı
belli değildir. Kısa vurur, köşeye yollar, fileye takar, havaya
uçurur, öyle ki oyunun selameti için bir öne bir yana bir ileri
bir geri koşturur durursunuz. Ya siz tıkanır kalırsınız, ya da beriki
sıkılır, gider.
Bir de işin duvar faslı vardır. Aslında bu, maça ya da oyuna
hazırlık safhası olarak düşünülür ama, benim için başlı başına
bir zevktir.
Bilmeyenler için, bu durumda partner duvardır. Topu duvara
çarptırıp dönüşünü dikkatle beklersiniz. Siz nasıl vurduysanız
öyle döner. Sert ya da yumuşak.
Önce yavaş yavaş başlarsınız, keyfiniz yerindeyse öyle devam
edersiniz. Kafanız bozuksa sert vurur, yorulana kadar koşar
durursunuz. Öyle ki kolunuzu ve bacaklarnızı hissetmez olursunuz
bitince. Hazzın dibidir bu yorgunluk. Ardından huzur geri gelir.
Duvar yapmanın güzel yanı, kendi oyununuzun hakimi olmanın
dışında, yolladığınız topların geri dönmeme ihtimalinin
ortadan kalkmış olmasıdır. Biraz çaba, biraz özenle düz duvarı
dize getirirsiniz. Sizi asla hayal kırıklığına uğratmaz. Adam gibi
yolladığınız tüm topları adam gibi karşılar. Sıkılmaz, yarı yolda
bırakmaz, şaşırtmaz. Yanlış yaparsanız aynen iade eder, sert
yaparsanız da aynı sertlikle karşılık verir. Ama topu mutlaka
geri yollar.
Bu günlerde ben, o sessiz duvarın mükemmel dostluğuna
sığınmak, biraz kendimle başbaşa kalmak, yaşam, sevgi,
dostluk, güven kavramlarını bir kez daha sorgulamak,
sonbaharı özümsemek, biraz geçmişte gezinmek istiyorum.
Buradayım, hiç bir yere gitmiyorum.
Sadece biraz duvar yapmak istiyorum...
Stres atmak, huzur bulmak için.
Sevgiyle kalın...
Tam da efil efil bir sonbaharda, hafiften esen rüzgârla ürpererek,
güneşin tatlı yüzüyle ısınarak güzelim Eylül' ün tadını çıkarmaya
başlamışken Temmuz' un boğucu, çaresiz sıcakları yeniden doluverdi
parka. Sabahın sekizinde oturduğu çimenlerin üzerinde soluğu adeta
hırıltıya dönüşen Paçozla serin evimize kaçar gibi döndük.
Bu Pazar ve bu hafta zor geçeceğe benziyor...
Telaş bitti. Koray evlendi ve gitti.
Kurumumun Çamlıca' daki tesisinde açık havada, masalarımızdaki
mumların romantizmi, her tür müziğin keyfi ve coşkusuyla
dost yüzlerle kutladık bu birliktelik akdini.
Başladığı gibi güzel, sonsuza kadar sürer inşallah.
Salonum boşaldı. Koray' ın kitapları, çorapları ve tüm ıvır zıvır
ortadan kalktı. Televizyonum bana kaldı.
Kaldı kalmasına. Bir heves oturdum karşısına. Heyhat.
Hiç bir şeye tahammülüm yok. Öylesine boş boş dolandım
durdum kanalları.
Programım belli oldu.
Akşama kadar açmak bile gelmiyor içimden.
Sürekli ve zevkle izlediğim bir Ali İhssan Varol' un Kelime Oyunu var.
Kuzey Güney' i tüm kadronun sergilediği müthiş oyunculuk
için, Yalan dünya' yı da beni güldürdüğü için izlemeye devam
etmeyi, yeni dizilere hiç başlamamayı düşünüyorum.
Bu arada sonuncusunu dün izlediğim bir programdan da özel
olarak bahsetmek istiyorum. Skytürk ' te Yazlık Gazino. Sunucusu
Ayhan Sicimoğlu' nun, enerjisi, engin müzik bilgisi, samimiyeti
ve rahatlığı nedeniyle (ve onun deyişiyle) "hastasıyım."
Çok hoş müzik, dolu dolu ve bilgilendirici sohbetle biraz
rahatlamak isteyenlere önerilir.
Önce söylemeliyim. Latin müzik sevenler için müthiş bir
şölen. Capcanlı, duayen müzislyenlerden oluşan orkestra.
Güzel sesler ve TSM de uyarlamalara varan çeşitlilik.
Sadece bu bile yeter ama bir de konuk ve söyleşi faslı var.
Dün akşam konukları Coşkun Aral ve Buzuki Orhan' dı.
Küçük seslerle, gözlere sokmaya çalışmadan yaptıkları
içten sohbetle, müzik dışında, ne kadar engin kültür ve tecrübeye
sahip olduklarının ve nasıl dolu dolu yaşadıklarının ipuçlarını verdiler.
Onlar tevazularıyla karşımda devleşirken ben oturduğum
yerde büzüldüm ve bomboş geçmiş yaşamım için yine
ve yeniden fena halde üzüldüm.
(Sanatsal anlamda)
Herkese keyifli bir hafta diliyorum...
Onlar bağırışıyor. Döğüşüyorlar, şüphe
ediyor ve yeise düşüyorlar;
boğuşma ve çekişmelerinin
sonunu bulacağa benzemezler.
Senin hayatın, saf ve ürpermeyen
bir ışık alevi gibi onların arasına
katılsın ve onları
susturarak sevindirsin çocuğum.
Onlar hırs ve hasetleri yüzünden
zalimdirler, sözleri de kana susamış
gizli hançerler gibidir.
Git
onların dargın kalpleri arasında dur,
çocuğum,
ve tatlı gözlerin
tıpkı günün mücadeleleri üzerine inen
affedici akşam sessizliği gibi
onlara baksın.
Sen yüzünü onlara göster ki, her şeyin
manasını anlasınlar, çocuğum;
kendini onlara sevdir ki, onlar da birbirlerini
sevsinler.
Gel
ve uçsuz bucaksız mükemmelliğin
koynunda
yerine otur çocuğum.
Güneş doğarken kalbini yeni açan bir çiçek
gibi aç ve yükselt ve gün batarken
başını eğ
ve sessizlik içinde günün ibadetini tamamla.
R.TAGORE
Paçozdan güzel haberler var...
İçi hayvan sevgisiyle dolu yeni veterinerimiz son gelişinde verdi güzel haberi.
İlk muayenesinde uzun uzun incelediği hem göğsündeki hem koltuk altındaki
bezelerle ilgili kafasında bazı şüpheler oluşmuş. Bizi ümitlendirmemek için
bahsetmemiş. Arka arkaya yaptığı üç iğneden sonra koltuk altındaki tamamen
geçip göğsündeki de toplanıp biraz de küçülünce 10 Eylül'de akşam üzeri
bize müjdeyi verdi. Kist büyük bir olasılıkla iyi huyluymuş. Rayuşla nasıl bir sevinç
çığlığı attıysak zavallı gencin yüreğini ağzına getirdik.
Bu arada genç veterinerimizin gözlerinin ela olduğunu söylemiş miydim?
"Sana bir dört işlem yol problemi, hadi cevapla bakalım..."
Kahvesini yudumlamakta olan kardeşlerin en sevimlisi, tek kaşı havada
başını hafifçe 'sor bakalım' dercesine eğerek bekledi.
" İki kişi haftada en az üç gün aynı saatte parktaki parkurun hep aynı
yerinde karşılaşıp tatlı tatlı selâmlaşıyorlar..."
İkinci kaş da havaya kalktı. Sessizce bekledi.
"Son karşılaşmalarda kadınlardan genç olanı selâmı sabahı kesip
sertçe başını çeviriyor. Bu arada yaşlı olanın yaşı genç olanın iki katı imiş."
"Sebep?"
"Yaşlı olan, yürüyüşlerden birinde büyük bir hata yapmış, telaş arasında
genç kadını görmemiş ya da boş boş bakıp selâm vermeden geçmiş."
"Bi sorsaymış keşke önce.
Ben de sana iş yaşamından bir doğru orantı örneği veriiym. Ne kadar çok çalışırsan
hata yapma olasılığın o kadar artar. Yani..."
Sözü ağzından aldım.
"Ne kadar çok iyi niyetli davranırsan kırılma ihtimalin o kadar artar. "
Bilmiş bilmiş gülerek ekledi.
"Bi de ters orantı kuralı sana: Ne kadar çok verirsen o kadar az alırsın:) "
Galiba kendimle ilgili bazı radikal kararlar almanın zamanı geldi.
Yoksa biraz geç mi kaldım ???...
İşte benim mevsimim.....
Kim söylemiş sonbaharın hüzünlü olduğunu...
Tüm dostlara sağlıklı, huzurlu, sevgi dolu bir Sonbahar dilerim...
Bu Blogda Ara
Contributors
Blog Listem
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba,6 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum9 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba demeye geldim...10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIM...13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
İzleyiciler
Yazı Arşivi
-
►
20
(5)
- ► Eylül 2020 (1)
- ► Ağustos 2020 (3)
- ► Temmuz 2020 (1)
-
►
17
(4)
- ► Nisan 2017 (1)
- ► Şubat 2017 (1)
-
►
16
(1)
- ► Şubat 2016 (1)
-
►
15
(1)
- ► Ağustos 2015 (1)
-
►
14
(16)
- ► Aralık 2014 (1)
- ► Eylül 2014 (2)
- ► Ağustos 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (2)
- ► Nisan 2014 (4)
- ► Şubat 2014 (1)
-
►
13
(44)
- ► Aralık 2013 (3)
- ► Kasım 2013 (3)
- ► Eylül 2013 (6)
- ► Ağustos 2013 (3)
- ► Temmuz 2013 (1)
- ► Haziran 2013 (1)
- ► Mayıs 2013 (3)
- ► Nisan 2013 (7)
- ► Şubat 2013 (3)
-
▼
12
(96)
- ► Eylül 2012 (16)
- ► Ağustos 2012 (7)
- ► Temmuz 2012 (5)
- ► Haziran 2012 (8)
- ► Mayıs 2012 (10)
- ► Nisan 2012 (14)
- ► Şubat 2012 (8)
-
►
11
(179)
- ► Aralık 2011 (19)
- ► Kasım 2011 (38)
- ► Eylül 2011 (14)
- ► Ağustos 2011 (17)
- ► Temmuz 2011 (8)
- ► Haziran 2011 (14)
- ► Mayıs 2011 (11)
- ► Nisan 2011 (9)
- ► Şubat 2011 (10)
-
►
10
(152)
- ► Aralık 2010 (12)
- ► Kasım 2010 (12)
- ► Eylül 2010 (9)
- ► Ağustos 2010 (12)
- ► Temmuz 2010 (7)
- ► Haziran 2010 (12)
- ► Mayıs 2010 (11)
- ► Nisan 2010 (17)
- ► Şubat 2010 (11)
-
►
09
(186)
- ► Aralık 2009 (22)
- ► Kasım 2009 (22)
- ► Eylül 2009 (17)
- ► Ağustos 2009 (24)
- ► Temmuz 2009 (19)
- ► Haziran 2009 (20)
- ► Mayıs 2009 (20)
- ► Nisan 2009 (8)
- ► Şubat 2009 (5)
Müzik
Popüler Yazılar
-
KADİM DOSTLAR Önce beni sık sık evinde ağırlayan 35 yıllık dostumla keyifli bir fotoğrafla başlayalım. Blogger dostlarım onu daha önce bahse...
-
bilmem hatırlar mısın bir liseli kız vardı bir liseli esmer kız gözleri yıldız yıldız saçları gece gibi simsiyah dökül...
-
Sayın Haykırış, Yok etmeye çalışmak yerine varlığımızı işaret ettiğiniz, düşmanlık yerine dostluk gösterdiğiniz, kara çalmak yerine üzerimiz...
-
Yeni yılda Tüm zorlıklar karşısında çetin ceviz olacağıma.... Fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerle kendimi üzmey...
-
Akşam masamı toparlarken gözüme kutunun içinde birikmiş not kağıtlarım ilişti. Duyduğum, gördüğüm ilginç şeylere dair ipucu cümlecikler. Ç...
-
Onlar bağırışıyor. Döğüşüyorlar, şüphe ediyor ve yeise düşüyorlar; boğuşma ve çekişmelerinin sonunu bulacağa benzemezler. Senin hayatın, saf...
-
Ey dünya! Ebedi olarak yaşıyorsun Mevsimlerin tepsilerinden Çiçekler ve yapraklar Yolunun üzerine Dökülüyorlar. ...
Etiketler
- 2010
- 2011
- 27 mayıs İhtilali
- 7 numara
- ABD
- abla
- acemilik
- açlik
- Adıyaman
- afet
- ağabey
- ağaç
- Ağustosta Rapsodi
- aile
- akraba
- akrostiş
- akşam
- Albatros
- alış-veriş
- alışkanlık
- alışveriş
- alışveriş tutkusu
- Ali Muhittin Hacı Bekir
- Alphonse de Lamartine
- amatörlük
- anı
- anılar
- anılar...
- anlaşma
- anlayış
- anma
- anne
- anneanne
- anneler günü
- Antalya
- apartman hayatı
- arayış
- arıza
- Arka Pencere
- arkadaş
- armağan
- aşı
- aşk
- aşure
- Atatürk
- ateş böceği
- atom bombası
- Attila İlhan
- ATV
- ATV şarkı
- Avustralya Açık Tenis
- ayaz
- ayrılık
- aziz nesin
- B.Necatigil
- baba
- Babalar Günü
- bahar
- bahçe
- balkon
- banka
- Barbra streısand
- barış
- başarı
- başlangıç
- Baudelaire
- Bauelaire
- Bayrak
- bayram
- Beatles
- bebek
- bekir sıtkı erdoğan
- beklentiler
- BEN
- beste
- beşiktaş
- Betty Smith
- beyaz dizi
- beyaz diziler
- beyaz roman
- Bhagavatgita
- bilgisayar
- Bir genç kız Yetişiyor
- Bir sarkısın sen
- Bir Şarkısın Sen
- birlik ve beraberlik
- birliktelik
- bitki
- biyografi
- blog
- blogger
- börek
- Buddha
- bugün
- bulmaca
- buluşma
- buzdolabı
- Bülent Ecevit
- Cahit Sıtkı Tarancı
- can yücel
- Capra
- cehalet
- centilmen
- cesaret
- cevaplar
- cezerye
- cinayet
- cocuk
- cocuk.
- cocukluk
- Cronin
- Cumhuriyet
- Cüneyt Gökçer
- çalışma hayatı
- çaresizlik
- çay
- Çığlık
- çınar
- çiçek
- çiçekler
- çiğ
- çocuk
- çocuklar
- çocukluk
- çöp
- dalgınlık
- Daltonlar
- damat
- Damdaki Kemancı
- dans
- davetiye
- dayak
- dedikodu
- Defne Joy Foster
- demirhindi
- deneyimler
- deniz
- deprem
- dergi
- destan
- dilek
- dilekler
- dinlenme
- disko kralı
- diyet
- dizi
- doğa
- doğallık
- doğum günü
- dolap
- Doris Day
- dost
- dostluk
- dostluk.
- dostlulk
- duygular
- düğün
- dül dül
- dünya
- dünya kadınlar günü
- Dünya Prematüre Günü
- düşmanlık
- düşünceler
- düşünceler.
- Ecevit
- edebiyat
- Edgar Allan Poe
- Ekim
- Ekrem Bora
- Elazığ depremi
- emek
- emekli
- eminönü
- Emirgân
- Engelliler
- ephraim kishon
- erişkin
- erişlilmezlik
- erkek
- eski yıl
- eşek
- eşyalar
- etiket metiket yok
- Etkinlik
- eve dönüş
- evlat
- Ey Aşk Nerdesin
- eylül
- ezan
- Ezel
- Fakir Baykurt
- fal
- fanatizm
- Farrah Fawcett
- fasulye
- felaket
- felsefe
- fenerbahçe
- fırtına
- Fikret Otyam
- film
- filozof
- final
- Firari
- firuze
- fono
- formüller
- fotoğraf
- Frank Sinatra
- Futbol
- gazanfer özcan
- gece
- geçim
- Geçmiş
- geçmişten şarkılar
- gelecek
- gelin
- genç kız
- gençlik
- gerçek
- geyik
- gezi
- gezinti
- giden sene
- Gitanjali
- giysiler
- Govinda
- gökkuşağı
- göl
- gönülçelen
- gösteri
- göze çarpmayan debdebe
- gözyaşı
- Grace Kelly
- grizu
- gül
- Gülümse
- gün batımı
- güncel
- güneş
- Güneydoğudan öyküler-Önce vatan
- Günlük yaşam
- güven
- güz
- güzellik
- güzellikler
- haber
- haberler
- Hacer Buluş
- Hacivat
- hafta sonu
- hak
- hala
- harika çocuklar
- hasta
- hastalık
- hayal kırıklığı
- Hayali Küçük Ali
- hayaller
- hayat
- hayvan
- hayvanlar
- hayvanlar alemi
- hazan
- hediye
- Herman Hesse
- hiciv
- Hindistan
- Hiroşima
- Hitchcock
- hobby
- Hollywood
- hoptirinam
- hoşgörü
- hoşluklar
- http://www.blogger.com/img/blank.gif
- huzur
- hüsran
- hüzün
- ıhlamur ağacı
- ışık
- ibadet sohbet
- içimizdeki çocuk
- içtenlik
- iftar
- ihmal
- İhsan Varol
- ikiyüzlülük
- ikram
- ilaç
- ilginç şeyler
- ilişki
- ilkbahar
- ilkokul
- İlkokul şiiri
- İnci Ertuğrul
- İngilizce
- insafsızlkık
- insan
- insan halleri
- insan olmak
- insanlık
- intikam
- İslamiyet
- istanbul
- isyan
- İş Bankası
- işçi
- iyilik
- Jacques Brel
- James Stewart
- Japonya
- Jean Moreas
- Jim Reeves
- kabuk
- kadın
- kadınlar
- kahvaltı
- kahve
- kalıplar
- kalite
- Kamer Genç
- kan verme
- Kandil
- kaplumbağa
- kar
- Karagöz
- karanfil
- karanlık
- kardeş
- karışık duygu ve düşünceler
- karmaşa
- katiam
- kavafis
- kayıp
- Kayserispor
- keder
- kedi
- kediler
- Kelime oyunu
- Kemal Burkay
- kerpiç
- keşke
- keyif
- kıskançlık
- kış
- kız kardeş
- kızkardeş
- Kim Novak
- kiracı
- kishon
- kişisel
- kitap
- koka kola
- kolbastı
- komedi
- komik
- komşu
- komşuluk
- konser
- konut
- korku
- Korolar çarpışoyor
- koşullu refleks
- köpek
- kuaför
- kupa
- Kurban Bayramı
- kuyruk-bilim
- kültürel mozaik
- Lale
- latife hanım
- lezzet
- lisan
- lise
- Liz Taylor
- maneviyat
- manzara
- Marsel İlhan
- masal
- masumiyet
- maymun
- mazi
- meclis
- medya
- Mehmet Topuz
- mektup
- merasim
- Mevlana
- mevsimler
- Meyva Zamanı
- Michael Jackson
- mim
- misafir
- misafirlik
- Misak- ı milli
- mizah
- Montaigne deneme
- moral
- Mr. Smith
- muhabbet
- Muhabbet Kralı
- Muhammed
- muhasebe
- Murathan Mungan
- mutfak
- Mutfak şarkıları
- mutluluk
- Müge Anlı
- müzik
- müzik nostalji
- Nagazaki
- Nazım Hikmet
- nefret
- nekahat
- Nirvana
- Nisan
- Nişan töreni
- Noktürn.
- nostalji
- okan bayülgen
- olay
- olgunluk
- on line alışveriş
- ordan burdan
- Orhan Kemal
- Orhan Veli
- orman
- oruç
- otobüs
- otokontrol
- oyun
- ozan
- ödül
- öfke
- öğrenci
- öğretmen
- Öğretmenler günü
- ölüm
- ölüm yıldönümü
- ömür
- öykü
- Öykü Atölyesi
- özgüven
- özlem
- Paçoz
- Paçoz..
- Paris
- pasta
- paylaşım
- paylaşmak
- pazar
- pazar alışverişi
- pazar günü
- Pazar sohbeti
- pembe dizi
- pencere
- Piknik
- pişmanlık
- plan ve programlar
- planlar
- plasebo
- Platters
- polis
- popülizm
- program
- programlar
- radyasyon
- radyo
- Ramazan
- Ramazan davulu
- Red kit
- reklamlar
- resim
- resmi bayramlar
- Reşid Behbudov
- Rilke
- rin tin tin
- Roland Garros
- roman
- romantik
- romantizm
- röportaj
- ruh yorgunluğu
- ruhat mengi
- rüya
- saat
- sabah
- sadakat
- Sadettin Kaynak
- safiyet
- Sağanak
- sağlık
- sahur
- Samana
- samimiyet
- sanal
- sanat
- sanatçı
- sanatkar
- Saroyan
- Satürn
- schumann
- sebze
- seçkin
- seçme saçma sohbetler
- sel
- Selimpaşa
- Selmi Andak
- sergi
- sevdiğim şeyler
- sevgi
- sevgi soysal
- sevgili
- sevgililer günü
- sevinç
- seyahat
- seyirlik
- Seyyare
- Shakespeare
- Show TV
- sıcak
- sıkma
- sıradanlık
- Sidarta
- Sigara
- simit
- sinema
- sipariş
- sis
- soğuk
- sohbet
- sonbahar
- soru
- sorular
- spiker
- star
- still life
- su yücel
- suikast
- şablonlar
- şafak
- şans
- şarap
- şarkı
- şaşkınlık
- şeker
- Şeker Bayramı
- şerbet
- şermin
- şiddet
- şiir
- şikayet
- tabak
- tabletler
- tagore
- tanışma
- tansiyon
- tantuni
- tarif
- tartışma
- taşınma
- tatil
- tedavi
- teknoloji
- telaş
- telefon
- televizyon
- temizlik
- tenis
- tenis turnuvası
- terlik
- tevfik fikret
- Tırpan
- tiyatro sahne
- tokat
- toplantı
- Tövbeler Tövbesi.
- Transfer
- tren
- TRT
- TSM
- Ttv
- Tuna Huş
- tutsak
- tuvalet
- tüketim
- Tülin Oral
- Türkan Saylan
- türkü
- TV
- Uğur Mumcu
- umut
- unutma
- uyku
- Üç Hür El
- ülke meseleleri
- ümit
- üretmek
- ütü
- vahşet
- vakit
- Vasuveda
- vatan
- William Holden
- William Wordsworth
- Wimbledon
- yağlıboya resim
- yağmur
- yalnızlık
- yaprak
- yarışma
- yaşam
- yaşlılık
- yatak
- yaz
- yeğen
- yeğenlerim
- yeme-içme
- yemek
- yemekteyiz
- yeni yıl
- yeni yıl kartları
- yesterday
- yıl dönümü
- yılbaşı
- yıldız
- yıldönümü
- yoksulluk
- yol
- yolculuk
- yolculuk.
- yorgünluk
- Young at Heart
- yönetici
- yün
- yürüyüş
- zaman
- Zeki Müren