Fulya cım, beni mimlemiş. Çok teşekkür ediyorum. Mim konusu yeni yılda
gerçekleşmesini istediğim on iki dileğim.
Önemine değil ama aklıma geliş sırasına göre bir şeyler yazmaya çalışayım.
1- Paçoz' um kötülemesin.
2-Üç yeğenim de sevdikleri, mutlu oldukları işlerde çalışsınlar. (Mümkünse bütün gençler)
3- Başta tanıyıp sevdiklerim olmak üzere , tüm sağlık sorunları olanlar zımba gibi olsunlar.
4-Ağrılarım ve kilom artmasın.
5-Dostlarımla buluşmaya devam edeyim.
6-Aldığım tüm kitapları okuyup bitireyim, hemen yenilerini alayım.
7-Seyahat edebilecek güçte olayım.
8-Çenem düşmesin.
9-Hafızam yerinde kalsın.
10-Yanlış anlaşılmayayım.
11-Sevgilerimi daha sakin
12-Öfkelerimi daha kontrollü yaşayayım.
Yeni yılda

Tüm zorlıklar karşısında
çetin ceviz olacağıma....

Fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerle
kendimi üzmeyeceğime ...
Başarabilirsem,
Fıstık gibi bir yıl olacağına inancım tamdır.

Çam fıstığına razıyım


Antep fıstığını daha da tercih edebilirim

Şöyle tuzlu soyalı baharatlı Kaju olsa keşke...

İster misiniz şöyle fıstıklı baklava tadında
olsun...
(Çok hoşuma giden TADIM reklamından ...)
Muhtemelen herkes daha önceden izlemiştir. İzlemeyenlere bir yılbaşı hoşluğu olsun.
Böyle şeyleri nedense en son ben görürüm.
Köpeklerin kolay öğrendikleri göz önüne alınacak olursa bu gösteride asla zorlama yok bence.
Her halinden en çok da kuyruğunu sallayış şeklinden ve yüz ifadesinden hayvanın da
çok eğlendiği belli. Bunu da anlayınca insan keyifle izliyor doğrusu...
Dancing Dog, Dans eden köpek, oynayan köpek ile netdunyam2006
Avarel Dalton' u bilen bilir.
Red Kit camiasının an aptal ve en beceriksiz elemanıdır.
Haydut Dalton Biraderler dörtlüsünün en büyüğüdür aynı zamanda. Dostunu düşmanını
bilmez, kardeşleri arkasını toplayıp çekip çevirmese başı dertten kurtulmayan bir tip.
Bizdeki Oğuz Aral' ın Avanak Avni' si gibi. Hani şu "dıgıl dıgıl" diyerek ortalıkta dolaşan
asla büyüyemeyen şimdilerde yetim kalan çocuk.
Çok güleriz Avarel e. Dostunu düşmanını tanımayıp yüzüne gülen herkese "iyi birine
benziyor" diye koşup dayak yemesine ya da kodese tıkılmasına, her bulduğu şeyi yemesine
"wanted" ilanınında azılı katil kardeşlerininkilerin her sene artarken onun ödül parasının
salaklığı yüzünden hiç artmamasına... Çok güleriz.
Ama Avarel Dalton deyince benim (ve şimdilerde görüşmediğimiz bir arkadaşımın) aklıma
ilk gelen "bu gitarı bitirdim yenisini getirin" repliğidir. Arkadaşımla birlikte bu bölümü ilk
okuduğumuzda gülmekten gözlerimizden yaş geldiğini hatırlıyorum.
Daltonlar kodesten kaçar ve Meksika' ya geçerler. Tabii Red Kit de arkalarından. Can
havliyle kendilerini o sırada kasabada yapılmakta olan bir şenliğin kalabalığına atarlar.
Çarçabuk buldukları kıyafetleri giyinip ellerine birer gitar alırlar ve başlarlar şarkıya.
"Ayyyayyyyayyyyay yayyy ayayyyayyay......."
Redkit kasabaya ulaşır. Etrafı kolaçan eder. Ne berbat sesler bir an evvel uzaklaşayım
derken tanıdık bir ses duyar ve gözleri parlar kulakları seyrir.
Bildik davudi ses "bu gitarı da bitirdim, bana yenisini verin" diye bağırmaktadır. Dönüp
baktığında Avarel in elindeki teli kopmuş gitarı salladığını görür. Arkasındaki bir ya da
birkaç teli kopmuş hatta sapı kırılmış bir sürü gitardan oluşan yığını da .
Tabii gözlerinden yaş gelene kadar gülen bir de Red kit vardır orada o sırada bizimle
birlikte. O kadar çok güler ki o kendini toparlayıp silahını çekene kadar onlar sıvışmışlardır.
Akşam mutfağı toplarken ve radyomda "güle güle eski yıl hoşgeldin yeni yıl" muhabbetleri
akıp giderken bir küçük muhasebe yaptım kendimle ve bu yılla ilgili. Sonuçtan hiç memnun
kalmadım. Şööyle bir geriye doğru sardım yaşadıklarımı daha doğrusu hissettiklerimi.
Elde var bir dolu saçmalık. Evet resmen saçmalamışım. Avni- Avarel kıvamında oradan
oraya dıgıl dıgıl diye diye koşturup yorulmuş sonra da oturmuşum popomun üzerine.
"Ayyyyayyyyayyyyayy...." Kopuk, kırık bir yıl daha. At diğerlerinin yanına...
Bu yılı da bitirdim. Bana yenisini getirin...
Avuman' dan sevgilerle :)
yüzer ve rakseder.
Güneş batıp, kararan gök yorgun bir gözün üstüne düşen kirpikler gibi
denize yaklaşarak indiği zaman,
şairin kalemini ortadan kaldırmasının
ve düşüncelerini, o sessizliğin ebedi sırrı arasındaki derinliğin
dibine daldırmasının vaktidir.
R.Tagore
Meyva zamanı
Bir gün, şiirden, şairlerden bahsederken, şeritli hesap makinesinin rulosundan bir parça çekip
bu dizeleri karalayıverdi.
Eve gidince şiir defterimin bir sayfasına toplu iğneyle sabitledim.
1975 yılı...Bakırköy Şubesinde ilk senemdi. O zaman otuzlu yaşlarındaydı sanırım.
Kibar, kültürlü, son derece ince ruhlu bir İstanbul hanımefendisiydi.
Yalnız yaşıyordu ve hep neşeli görünmeye çalışssa da o çok güzel yeşil gözlerinde
dikkatli bakanın ya da hüznü bilenin anlayabileceği bir gölge daima vardı.
Pozisyonumuz gereği pek yakınlaşamadık birbirimize. Ama hiç de kırılmadık birbirimizden.
Epey olmuş bu dünyayı terk edeli. Ben yeni öğrendim.
Nurlar içinde yatın Gönül Hanım. Çok sevdiğiniz babanıza kavuşmuşsunuz nihayet.
Umarım aradığınız huzuru yakalamışsınızdır...
Pazar sabahı Paçoz yine yaptı yapacağını.
8.00 bile olmamışken fırlayıp yanına koşturuncaya kadar tiz havlarıyla ortalığı yıktı geçirdi.
Öpe koklaya susturdum. Zor günler geçiriyor sanırım. Uykusundan kesik kesik hıçkırarak
uyanıyor, uyurken bir ayağı sürekli titriyor. Dün gelen yeğenim Can ın tezahüratlarına
ilgisiz ( ki onu çok sever) kalacak kadar keyifsiz.
Neyse önce Can la birlikte fena halde dağıttığımız ve öylece bıraktığımız mutfağı toplamaya
giriştim. Sonra sabah faslı rutin gezimizi yaptık. Dönüp tostlarımızı yedik. Sonra da 12 deki
apartman toplantısına katılmak üzere hazırlandım.
Bizim toplantılarımız büyük bir anlaşmazlık yoksa ya da önümüzde tartışmalı bir proje, belli
kurallar uygulamaya gerek görmeden, maddeler filan okunmadan çay eşliğinde sohbet ederek
geçer gider (di). Ev sahiplerinin çoğunluğu hanımlar olunca ve sürekli çoluk çocuk birlikte
vakit geçirdikleri ve her teklifi, "çoğunluk neyse uyarım" ," şurada hepimiz yüzyüze bakıyoruz"
şeklinde karşıladıkları için bir türlü çoğunluk sağlanamaz, çıkan karara da park sıralarında,
apartman kapılarında fısıldaşarak, "damat eline bakıyorum, ben bunu nasıl öderim" ya da
"filancanın tuzu kuru tabii dayamış kocasına sırtını" şeklinde yakındıktan sonra her şey
unutulurdu.
Her zamanki gibi yemek masasının başında yönetici ve yardımcısı önlerinde hep açık duran ama
hiç de bakılmayan bir karar defteri, masanın etrafında 4-5 erkek, koltuklarda da 17-18 kişi biz
hanımlar..
Yönetici geçen toplantıda, hadi bu sefer de genç birine emanet edelim apartmanı diyerek oy
birliğiyle seçtiğimiz genç bir adam. Ergenlik zamanlarından beri tanıdığımız, saygılı, efendiden
biri. Adana' lı bir ailenin tek oğlu. Beş yıl kadar önce evlendi. Kendisi için alınan daireye yerleşti.
İki çocuk babası, eşi ve çocuklarıyla kavgasız gürültüsüz yaşayıp gidiyorlar.
Biz hanımlar kendi aramızda hatır sorma, çoluk çocuk, çocukların okulu, Paçoz' un sağlık
durumu konuşurken gözüm yöneticiye ilişince bir afalladım önce. Hem tipinde hem tavrında
bir farklılık vardı sanki. Sarı saçlarını kısa kestirmiş, kirli sakal bırakmıştı. O sakin genç gitmiş,
yerine elini kolunu kullanarak sert bir tonla konuşan bambaşka biri gelmişti.
Apartman görevlisinin emekliliği konuşuluyordu bir ara. Ödenmesi gereken toplu para,
onun dairesinde oturmaya devam etme ve ücretli çalışma talebi görüşülürken birisi yöneticiye
"apt. görevlisini neden bu kadar koruyorsun" deyince "bende yamuk olmaz, ne diyorsam
odur" tekrarları, diklenmeleri, efelenmeleri hem çok farklı hem de çok tanıdıktı.
Beyler yatıştırdılar, sırtını sıvazladılar. Yerine oturduğunda "tamam tamam, sıkıntı yok" dedi.
"Sıkıntı yok." Birden kavradım durumu. Kuzey-Güney dizisinin Kuzey' i...Tıpkı onun gibi
davranıyordu. Sadece baklava yoktu. Biraz göbek vardı yerine :)
Sıra bildik apartman sorunlarına geldi. Zamansız silkelenen halılar, kapı önüne konulan
papuçlar, vaktinden çok önce çıkarılan çöpler...
Sürekli "bende yalan yok birileri sürekli tepemden aşağı kırıntılar silkeliyor. "Bakın ben
söylüyorsam doğrudur. Geçen gün asansöre bir girdim leş gibi sigara kokuyordu. Kimin yaptığını
da biliyorum." "Hanımlar köyleri buraya taşımayalım. Artık elektrik süpürgeleri var. Halıları
tepemizden sallandırmayalım. Bende yalan olmaz , ben dobra adamım boşuna itiraz etmeyin
ben kimlerin yaptığını biliyorum diyorsam biliyorumdur."
Öyle eğlenerek izliyordum ki kulağıma gelenleri algılayınca afalladım. Çocukların koca park
dururken apartmanın içinde koşuşturmaları filan konuşuluyordu galiba "zaten sabah sabah
köpek havlamalarıyla uyandık..." Başımdan aşağı kaynar sular döküldü. "Yaa evet, haklısınız çok
özür dilerim ama bu ara..." diye başlayacak oldum hanımlar çoğunluk, "paçuşumuz
apartmanımızın evladı..." "hasta zavallı" paydasında söylenmeye başlayınca apartmanımızın
Kuzey abisi derhal çark etti. "Asuman ablacım, sizi tenzih ederim, ben sokaktaki köpekleri
kastetmiştim siz sakın üzerinize alınmayın..."
Aslında haklı olduğu tek konu oydu. Paçoz gerçekten birilerini ve onu uyandırmıştı ve
bu gerçekten şikayet edilesi bir durumdu. Bunu anlayabilirdim.
Ama neredeyse saatlerdir, her cümlesine "ben ne diyorsam doğrudur, bende yamuk olmaz,
ben mert adamım, özüm sözüm hep aynıdır diye diye karşısındaki yirmi küsur olgun, yaşını
başını almış insana, birileri...diye başlayarak muhatap göstermeden ayar çekmeye kalkışması
üstelik elini masaya vura vura, izlenmeye değerdi doğrusu. Ve anlaşılır gibi değildi.
Yarın hepimiz günlük hayatlarımıza döneceğiz. Gördüğümüz yerde selamlaşıp birbirimizin
hatırını soracağız. Devran dönecek, biz devam edeceğiz. Diziler bitecek:) Yenileri gelecek.
Bu gün 17 Aralık. Mevlana Celaleddin-i Rumi Hazretlerinin 738 yıl önce Mevlâsına kavuştuğu
gün. Kendi deyişiyle düğün günü.
Onun hakkında birşeyler yazmaya cüret edecek kadar etkin ve yetkin değilim.
"Hamdım, piştim, yandım" demiş Mevlana Hazretleri.
Biraz ışık diliyorum onun yangınından... Kâmil olma yolunda...Önümü görebilmek için.
Egolarımdan kurtulmak için. Herşeye üzülmekten vazgeçmek için.
Herkesi sevebilmek için. Sevdiklerimin ve sevenlerimin sevgisini kaybetmemek için.
"Raskolnikov, yeni giysilerini giydikten sonra masadaki paralara baktı............"
Devamını hatırlayamadım ama böyle başlıyor tanıtım filmi. Görme engelliler için hazırlanan
bir sesli çalışma ile ilgili. Reklam amaçlı da olsa, engelliye bedava ulaşan bir hizmet.
Abartılı, coşkulu,ağlamaklı seslerle iç burkan yapay sevgi şarkılarından farklı olarak
somut bir şeyler sunuyor.
Aslında üzerinde daha çok konuşmaya değer güzellikte ama, benim bugün aklıma üşüşenler
bambaşka. Parça parça, bölük-pörçük, sıraya koyamayacağım kadar karmaşık anılar,
duygular, düşünceler.
Tanıtımdaki parçayı ilk duyduğumda ve sonra hemen her izlediğimde tuhaf bir biçimde
yetmişli yılların ortalarında Ataköy' deki salonu sütunlu duvarları çift renk boyalı
evimizde, iş dönüşü siyah- beyaz televizyonumuzu izlediğimiz gecelerde buluyorum
kendimi. Yaşıtlarım o günlerin televizyon programlarımı muhtemelen benim gibi yana
yakıla ve özlemle hatırlıyorlar eminim. Dramatize eğitici köy programları, çocuklar
için eğitici-eğlendirici "Oyun Treni" (Levent Kırca-Köksal Engür) akşam klâsik TSM.
O kısacık dönemde (74-75) geceleri yanlış hatırlamıyorsam Sunullah Arısoy' un
(yanlışsa ve doğrusunu bilen varsa söylesin) tok sesiyle sunumunu yaptığı klasik
eserleri nasıl da keyifle izliyoruz. Ayrıca bir sürü Türk klasik eserinden uyarlanan
çoğu bu gün izlediklerimizden çok daha kaliteli, oyunculuk ve gerçeğe uygunluk
açısından çok daha mükemmel diziler var o günlerde. Bir kez daha Nurlar içinde yatsın
İsmail Cem diyorum.
Birkaç yıl daha geriye gidelim. 1970 ya da 71. Lise bitememiş, işe de henüz girmemişim.
Ağabeyim, ablam bankada, Rayuş lisede, hatırladığımda burnuma kitap kokuları gelecek
kadar çok okuduğum ve huzur duyduğum bir dönem. Bu dönemde bir yerlerde
babaannemle (bir babaanne bu kadar sevilir) l0- 15 günlük birlikteliğimiz var. Sabah
kahvelerimiz, bu esnada kimbilir kaçıncı kez aynı zevkle izlediğim sıradışı anıları var.
Bir de koltuklarımıza çekilip keyifle okuduğumuz kitaplar. Babaannemi kitap okurken
çaktırmadan izlemenin bana verdiği müthiş zevk var.
Aslen Yemen' li olan bu dünya tatlısı insan 70 lerinden sonra torunlarından yeni türkçeyi
öğrenmiş ve okuduğu ilk kitap 80 Günde Devrialem. Resmen gülerek ve kendi duyabileceği
kadar kısık bir sesle okuyor. Dudaklar kıpır kıpır.
O günlerde ben bir yandan yeni basılan her kitabı alıyor ve okuyorum, bir yandan da
orta okula giderken haftalıklarımla alıp okuduğum klasikleri bu kez hakkını vererek
okumaya çalışıyorum.
Şimdi işi biraz daha karıştırıp çabucak bu günlere dönelim. Geçtiğimiz günlerden birinde,
Kadıköy' deyiz. İstanbul' da edindiğim ilk arkadaşım ortaokuldan Sema (1964 yılından)
ve bizden 4-5 yaş küçük kızkardeşiyle birlikte, bir yandan yemek yiyor bir yandan da
eski günleri konuşuyoruz. Kâh gidenleri anarak hüzünleniyor, kâh zıpırlıklarımızı
hatırlayıp güülüyoruz. İlerleyen senelerde Serpil' in kocasıyla tanıştığı günler, onların
dillere destan fırtınalı ilişkileri, bana tanıştırmak üzere getirmesi filan biz bunları
konuşurken eşi de işini bitirip bulunduğumuz mekana geliyor ve bize katılıyor.
Çok uzun bir aradan sonra ilk karşılaşmamız. Benden 1-2 yaş küçük sanırım. Yıllar
ona da yapacağı kadarını yapmış. Bel hafif bükülmüş, saçlar ağarmış. Ama ilk
tanıdığım günlerdeki gibi zarif, kibar, saygılı. Elindeki kocaman poşeti boş sandalyeye
bırakıyor. İçi tıklım tıklım kitap dolu. Benim de içinde kitaplar olan bir poşetim var.
Blogger dostların okuyup önerdiği kitaplar. Bir umut alıyor da alıyorum. Mucize olur
da bir gün aşarım sorunumu umuduyla. Gösteriyorum. Nazlı Eray-Tozlu Altın Kafes,
Barış Bıçakçı-Sinek Isırıklarının Müellifi, İnci Aral- Yazma Büyüsü. Diğerlerinden
bahsediyorum. Yenilerden. "Çoğunu okudum" diyor. Okumayı çok sevdiğini biliyorum.
Tüm emekli öğretmenler gibi. "Bir çırpıda ve severek. Ama benim aklım gönlüm hâlâ
klasiklerde." Poşetine göz atıyorum. Suç ve Ceza dikkatimi çekiyor. Sahaflardan
toplamış. Knut Hamsun, Dresier, Turgenyev ve daha bir çok yazardan eserler.
"Her okuyuşumda bir ayrıntı, bir güzellik daha yakalıyorum, bir satırın daha altını
çiziyorum" diyor. "Her bitirişte de kendimi daha iyi hissediyorum."
Raskolnikov'un, suçluluk duygusu, vicdan muhasebesi, iyi ve kötü
kavramları, insan ruhunun karmaşası, gel-gitleri, Harp ve Sulh' un balık etli güzel
Nataşa' sının (Audrey Hepburn' u hiç yakıştıramamıştım o role) uçarı bir kızdan
olgun bir kadına dönüşmesi sürecini anımsıyorum. Kardeşi Petya öldüğünde ağladığımı.
Ergenlikte okurken savaştan bahseden sayfaları atladığımdan söz ederken aniden
"Kutuzov" ismi geliyor aklıma. Rus komutanı. Bilmecelerde resmini görmüşken
Türkan Şoray' ın ismini hatırlayamayan ben niçin bu ismi unutmadıysam. Sonraki
okuyuşlarımda bu komutanın askerleri için nasıl üzüldüğünü, kişiliğinin ne kadar
güçlü ve önemli olduğunu hatırlıyorum. Diğer çoğu karakterler gibi. Ve bu savaş
bölümlerinde Napolyon' un Moskova' yı işgalindeki başarısızlığının tüm arka planının
bulunduğunu anlıyorum. Benzer saptamalar birbirini kovalıyor. Hugo' nun Jean
Valjean' ından Turgenyev' in nihilist Bazarov' una geçiyoruz. Verther için döktüğüm
gözyaşlarımdan bahsediyorum. O da Steinbeck' in Lennie' sini nasıl içi burkularak
okuduğunu anlatıyor. Tüm bunları konuşurken, ergen yaşlardan beri kafama takılan
hep aynı soru yine çıkıyor karşıma.
Bunca betimlemeye, analize, geniş zamanlara, eskide kalmışlığa, modası geçmişliğe karşın,
sayfalarca yazılardan oluşan kalın ciltleri bu denli vaz geçilmez kılan ne ki dönüp dönüp
bir daha okuyoruz. Zevk almanın biraz da bilgilenmenin dışında bize kattığı ne?
Konu, günlük hayata, çoluğa çocuğa emekliliğe ve yaşam telaşlarına geliyor. Biraz
Fenerbahçe, şike durumları, biraz kadına şiddet, biraz politika derken yeniden geçmişte
buluyoruz kendimizi.
"Size geldiğimiz günü hatırlıyorum" diyor arkadaşım. Serpil sizden çok bahsetmişti.
Çok heyecanlanmıştım." Gerçekten eli ayağı titriyordu ilk geldiğinde. Hafta sonuydu ve
ben yalnızdım. Rayuş ya ağabeyimlerde ya da ablamlardaydı sanırım. Sonradan o heyacanı
Sema nın da yardımıyla şaka- şamata yatıştırmıştık. Yine uzun uzun kitaplardan,
konuşmuştuk.
"Hiç unutmuyorum, beğendili kebap yapmıştınız."
Şaşkınlıktan gözlerim yuvalarından fırlıyor. En az 30 yıl öncesi. Sofraya dair hiç bir şey
hatırlamıyorum. Şaşkınlığımı görünce gülüyor.
"Hiç unutmuyorum çünkü koyun eti kullanmıştınız . O güne kadar koyun etini kokusu
yüzünden hiç ağzıma sürmemiştim. O günden sonra da hiç yiyemedim."
O gün nezaketinden, beni kırmamak için sonuna kadar yemiş bitirmiş tabağındaki kebabı.
Şaşırmıyorum. Ben de olsam aynısını yapardım. Çok da yaptım zaten.
Sonra ufak bir şimşek çakıyor beynimde.
Bu mudur diyorum. Bu incelikte bu özende o poşetteki kitapların satırlarında dolaşan
Raskolnikovların, Jean Valjean ların, Buzukov ların, Bazarov ların, Nataşa ların, Sonya' ların,
yazarlarının yıllarca uğraşarak ruhlarını, vicdanlarını, tüm duygu ve düşüncelerini dantel gibi
şekillendirdikleri, tüm bu "insan" ların katkısı yok mudur.
Tüm o eserlerdeki mekanları, insanları, olayları ve duyguları en ince ayrıntılarıyla anlamaya,
benimsemeye, içselleştirmeye çalışırken sarfettiğimiz dikkat ve özeni, tüm o yaşanmışlıkların
ışığında kendi yaşamımımıza, ilişkilerimize farkında bile olmadan taşımamız normal değil midir.
Tüm o sevdiğimiz benimsediğimiz "mükemmel" "kusurlu" kahramanlar, önyargılarımızı ve
kibirlerimizi sorgulamamız için birer neden değil midir, ya da "iyi" ve "kötü" kavramlarını
tekrar tekrar gözden geçirmemiz için.
Neden olmasın?
Blogger kardeşim Buğday tanesi beni mimlemiş. Düşünmüş, değer vermiş. Çok teşekkür
ederim.
Mim konusu kendimizle ilgili yedi özelliği açıklamakmış. Bu konuda çok mim cevapladım ama
yaşamışlık çok olunca antikalık da ona göre fazla oluyor. Giderek de artıyor :)
Her neyse bir kere daha deneyelim.
1-Çok canım yanmadıkça doktora gitmem.
2-Yemek konusunda seçici değilim. Ne yapılırsa önüme ne konursa yerim. Neden yapıldığını
bildiğim sürece tabii. Farklı ülke mutfaklarını denemeyi sevmem.
3-Meyva konusunda tembelim. Biri benim için soyup dilimleyip tabağa koyup elime
tutuşturmadıkça meyva yemem. Yani çok nadir meyva yerim.
4-Aculluğum ve beceriksizliğim düzeltemediğim huyum. İş ya da alışveriş yaparken hem
oradan oraya bilinçsizce koşuşturur bir yandan da kendi kendime yüksek sesle
"bi sakin...bi sakin..." şeklinde telkinlerde bulunurum.
5-Sevgi konusunda da no. 4 deki gibiyim. Bu sefer içimden "bi sakin...bi sakin..." şeklinde
tekrarlar dururum. 4 ve 5 ömrümden bir kaç sene götürecek eminim :))
6-Tepemde odun kırılsın razıyım, yeter ki yüksek sesle kavga eden yetişkinler, çocuğuna bela
okuyan tiz anne bağırtıları ve laf olsun diye atılan çocuk çığlıkları olmasın.
7-Çocukluğumdan beri ne yalnız olmaktan ne karanlıktan ne de yıldırım şimsekten korkarım.
Ben görevimi yaptım. Gönüllü varsa buyursun.
Hava yine çok güzeldi bu sabah İstanbul' da...
Kızımla içeri girmek istemedik. O ağaçtan bu ağaca sürükledi durdu Paçoz. Eşofmanımın üzerine
yelek giyip çıkmama rağmen ilk beş dakikadan sonra üşümedim. Güneş ve hareket ısıtıverdi.
Yürüyüş yapan bir kaç tombul hanım ve bizden başka kimse yoktu. Tabii bir de diğer
köpekler. Bu sefer de güneşin uzanabildiği çimenlere yayılmış uyuyorlardı. Bir kaç tanesi
başını kaldırıp bir baktı. Biri havlayacak oldu. Diğerleri ona "kes sesini yat aşağı bakiim"
diyen bir bakış attı, sonra yine hoş bir sessizlik. Sadece kuşların cıvıltısı...
Akşam pek seyredilecek bir şey yoktu. "Hayat Devam Ediyor" u tanıtım parçalarında
herkes birbirine (bana kulaklarımı tıkattıracak kadar) yüksek sesle ve ardarda
çemkirdikleri için asla izlememeye karar vermiştim. Belki de hataydı. Neyse son
günlerde yine sardırdığım en iyi kafa boşaltıcım hayvanat bahçesi kurma işine giriştim.
Benim kadar çok oynayan herkesin olduğu gibi bu oyunda pek bir başarılıyım.
Daha önce bahsetmiştim. Boş bir arsa ve bir miktar parayla başlıyor oyun. İstediğin
hayvanı alıp (bir çift) onun için düzenlediğin yaşama alanına yerleştiriyorsun. Çocuk
yapıyorlar onları satıp gelir elde ediyor, işi sürdürüyorsun ama bebek için onları mutlu
edecek toprak, çit, taş ve ağaç sayısı ve cinsi, su miktarı hepsinin tam olması gerekiyor.
Bunu da yaptığın her harekette başlarının üzerinden fışkıran yeşil gülen kırmızı ağlayan
suratlardan anlıyorsun. Yani zor bir şey değil. Seviyeler arttıkça daha kaprisli olmaya
başlıyorlar. İstekler daha ayrıntılı hale geliyor, sen tek tek el yordamıyla uğraşarak,
deneye yanıla yine de üstesinden geliyorsun. Ama bir yere kadar...
Sonra işin tadı kaçıyor. Neden diye soran yetmiş milyon kişiye hemen cevap vereyim.
Son seviyelerde, iyi niyet ve çaba anlamsızlaşıyor çünkü bazı cinslerin ne istediğini
anlamanız imkansız hale geliyor. Örneğin yukarda sular içinde yaşayan pembe Flamingolar.
Çok da şirinler ama asla ne istedikleri belli değil. Bir de yanar- dönerler ki sormayın.
Onları mutlu edip habitatlarını belirli yüzdeye getirmeden level atlamanız da imkansız.
Çaresiz kalınca oyunu bitirenlerin bu hayvanları memnun etmek için neler yaptığını
öğrenmek için Google amcaya danışmak zorunda kalıyorsunuz. Meğer hilesi hurdası varmış
işin. Bitkileri yerleştirirken ilkinde yeşil, ikincide kırmızı top çıkınca tek bitki istediğini
zannedip geri çekilmeyecekmişiz. Hayvanlar ne istediklerini bilmiyorlarmış meğer.
Dönüp uyguladım. Bir yeşil -bir kırmızı, bir yeşil- bir kırmızı yanarak tam on altı bitkide tatmin
oldular da seviye atlayabildim. İyi ki de bakmışım. Kendi çabamla bu kadar yanar-dönerliği
anlamam asla mümkün olmayacakmış. Bir hayat dersi daha. Sıkıştığında kuralları öğenip
aynen uygulayacaksın. Hile bile gerekse...Devam edebilmek için şart...
Oyunu hazırlayan hayatı çok iyi bilen bir kişiymiş doğrusu...
Şimdi artık giyinip süslenmem lâzım. Orta üçten arkadaşım Sema ve kızkardeşiyle buluşacağım.
1965 den hesabedersek 47 yıllık dostlar.
Dostlarım, hep ihtiyacım olduğunda bir şekilde yanımda olurlar. Bu konuda yeminli olmasa
Rayuş' un böyle zamanlarımda onları gizli telefonlarla devreye soktuğunu düşüneceğim.
Ama bu kez yapabildiği tek şey yanımda olmak ve ha elime bir çift şiş ve tam istediğim
renkte yünler tutuşturmak oldu. (Artık başlasam iyi olacak.)
Dostluklar böyle uzun olduğu için mi duygular kuvvetli oluyor yoksa birbirimize olan
gereksinimi hissettiğimiz için mi bu kadar uzun sürüyor bilmiyorum ama önemli de değil
zaten. Hep olsunlar bana yeter...
Herkese huzurlu, bol güneşli güzel bir hafta sonu diliyorum :)
Bu gün, Paçoz umla renkli masal kitaplarındaki kadar pembe bulutların altında gezindik.
Çocukların basketlerini saydık. Futbol sahasında delikanlıların kaleye bekçi yaptığı Paçoz,
çılgın hav havlarla koşturdu. Sonra eskimo giyimli küçük bir oğlan babasının nezaretinde
Paçoz u küçük kahkahalar atarak severken hayvanın ani havlamasıyla çılgınlar gibi
ağlamaya başladı. Her zamanki gibi köpeğin ona kendi diliyle merhaba dediğini anlatarak
yatıştırdık. Bir ara bir uğultu işittim. Sesin geldiği yöne göğe doğru bakınca, yüzlerce, belki
binlerce göçmen kuşun müthiş bir intizamla uçtuğunu gördüm. Bir müddet bu görkemli
göç manzarasından gözlerimi alamadım. Aralarına katılmak, onlarla uçmak istedim.
Yeryüzüne döndüğümde o kadar çok başım döndü ki en yakınımdaki ağaca tutunmak
zorunda kaldım. Parktaki sağlam, temiz serin havayı derin derin soludum.
Son zamanlarda yaşamımı karartan kara bulutlar yerlerini pembelerine, parkı saran
sis ve duman da mis gibi parlak, temiz, aydınlık bir serinliğe bırakmıştı.
Mutlu ve huzurlu döndük eve...
Can dostlarım Ender, Ferzan ve Sevil...
Bu güneşli İstanbul günümü daha da aydınlattığınız için,
kırk üç yıllık dostluğunuz için
çok teşekkür ederim.
İyi ki varsınız ve,
çok değerlisiniz...

Kuşlar,
badi parmağına konamayacak kadar
yükseklerde.
Sevdalar desen
onlardan da ötede.
Ceplerin boş.
Anıların
Bu gözyaşları
çok anlamsız.
Hadi, tam zamanıdır
yolla gitsin
içindeki haylaz çocuğu.
Ya da,
diyorsan ki varlığı amansız
bari
kırk kilit altında tut ki
çıkmasın ortalığa
güldürmesin, ağlatmasın zamansız.
30.04.2001
Bu Blogda Ara
Contributors
Blog Listem
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba,6 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
Bi arkadaşa bakıp çıkıyorum9 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
Merhaba demeye geldim...10 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
TAŞINDIM...13 yıl önce
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
-
İzleyiciler
Yazı Arşivi
-
►
20
(5)
- ► Eylül 2020 (1)
- ► Ağustos 2020 (3)
- ► Temmuz 2020 (1)
-
►
17
(4)
- ► Nisan 2017 (1)
- ► Şubat 2017 (1)
-
►
16
(1)
- ► Şubat 2016 (1)
-
►
15
(1)
- ► Ağustos 2015 (1)
-
►
14
(16)
- ► Aralık 2014 (1)
- ► Eylül 2014 (2)
- ► Ağustos 2014 (1)
- ► Haziran 2014 (1)
- ► Mayıs 2014 (2)
- ► Nisan 2014 (4)
- ► Şubat 2014 (1)
-
►
13
(44)
- ► Aralık 2013 (3)
- ► Kasım 2013 (3)
- ► Eylül 2013 (6)
- ► Ağustos 2013 (3)
- ► Temmuz 2013 (1)
- ► Haziran 2013 (1)
- ► Mayıs 2013 (3)
- ► Nisan 2013 (7)
- ► Şubat 2013 (3)
-
►
12
(96)
- ► Aralık 2012 (2)
- ► Kasım 2012 (4)
- ► Eylül 2012 (16)
- ► Ağustos 2012 (7)
- ► Temmuz 2012 (5)
- ► Haziran 2012 (8)
- ► Mayıs 2012 (10)
- ► Nisan 2012 (14)
- ► Şubat 2012 (8)
-
▼
11
(179)
- ▼ Aralık 2011 (19)
- ► Kasım 2011 (38)
- ► Eylül 2011 (14)
- ► Ağustos 2011 (17)
- ► Temmuz 2011 (8)
- ► Haziran 2011 (14)
- ► Mayıs 2011 (11)
- ► Nisan 2011 (9)
- ► Şubat 2011 (10)
-
►
10
(152)
- ► Aralık 2010 (12)
- ► Kasım 2010 (12)
- ► Eylül 2010 (9)
- ► Ağustos 2010 (12)
- ► Temmuz 2010 (7)
- ► Haziran 2010 (12)
- ► Mayıs 2010 (11)
- ► Nisan 2010 (17)
- ► Şubat 2010 (11)
-
►
09
(186)
- ► Aralık 2009 (22)
- ► Kasım 2009 (22)
- ► Eylül 2009 (17)
- ► Ağustos 2009 (24)
- ► Temmuz 2009 (19)
- ► Haziran 2009 (20)
- ► Mayıs 2009 (20)
- ► Nisan 2009 (8)
- ► Şubat 2009 (5)
Müzik
Popüler Yazılar
-
KADİM DOSTLAR Önce beni sık sık evinde ağırlayan 35 yıllık dostumla keyifli bir fotoğrafla başlayalım. Blogger dostlarım onu daha önce bahse...
-
bilmem hatırlar mısın bir liseli kız vardı bir liseli esmer kız gözleri yıldız yıldız saçları gece gibi simsiyah dökül...
-
Sayın Haykırış, Yok etmeye çalışmak yerine varlığımızı işaret ettiğiniz, düşmanlık yerine dostluk gösterdiğiniz, kara çalmak yerine üzerimiz...
-
Akşam masamı toparlarken gözüme kutunun içinde birikmiş not kağıtlarım ilişti. Duyduğum, gördüğüm ilginç şeylere dair ipucu cümlecikler. Ç...
-
Yeni yılda Tüm zorlıklar karşısında çetin ceviz olacağıma.... Fındık kabuğunu doldurmayacak sebeplerle kendimi üzmey...
-
Onlar bağırışıyor. Döğüşüyorlar, şüphe ediyor ve yeise düşüyorlar; boğuşma ve çekişmelerinin sonunu bulacağa benzemezler. Senin hayatın, saf...
-
Ey dünya! Ebedi olarak yaşıyorsun Mevsimlerin tepsilerinden Çiçekler ve yapraklar Yolunun üzerine Dökülüyorlar. ...
Etiketler
- 2010
- 2011
- 27 mayıs İhtilali
- 7 numara
- ABD
- abla
- acemilik
- açlik
- Adıyaman
- afet
- ağabey
- ağaç
- Ağustosta Rapsodi
- aile
- akraba
- akrostiş
- akşam
- Albatros
- alış-veriş
- alışkanlık
- alışveriş
- alışveriş tutkusu
- Ali Muhittin Hacı Bekir
- Alphonse de Lamartine
- amatörlük
- anı
- anılar
- anılar...
- anlaşma
- anlayış
- anma
- anne
- anneanne
- anneler günü
- Antalya
- apartman hayatı
- arayış
- arıza
- Arka Pencere
- arkadaş
- armağan
- aşı
- aşk
- aşure
- Atatürk
- ateş böceği
- atom bombası
- Attila İlhan
- ATV
- ATV şarkı
- Avustralya Açık Tenis
- ayaz
- ayrılık
- aziz nesin
- B.Necatigil
- baba
- Babalar Günü
- bahar
- bahçe
- balkon
- banka
- Barbra streısand
- barış
- başarı
- başlangıç
- Baudelaire
- Bauelaire
- Bayrak
- bayram
- Beatles
- bebek
- bekir sıtkı erdoğan
- beklentiler
- BEN
- beste
- beşiktaş
- Betty Smith
- beyaz dizi
- beyaz diziler
- beyaz roman
- Bhagavatgita
- bilgisayar
- Bir genç kız Yetişiyor
- Bir sarkısın sen
- Bir Şarkısın Sen
- birlik ve beraberlik
- birliktelik
- bitki
- biyografi
- blog
- blogger
- börek
- Buddha
- bugün
- bulmaca
- buluşma
- buzdolabı
- Bülent Ecevit
- Cahit Sıtkı Tarancı
- can yücel
- Capra
- cehalet
- centilmen
- cesaret
- cevaplar
- cezerye
- cinayet
- cocuk
- cocuk.
- cocukluk
- Cronin
- Cumhuriyet
- Cüneyt Gökçer
- çalışma hayatı
- çaresizlik
- çay
- Çığlık
- çınar
- çiçek
- çiçekler
- çiğ
- çocuk
- çocuklar
- çocukluk
- çöp
- dalgınlık
- Daltonlar
- damat
- Damdaki Kemancı
- dans
- davetiye
- dayak
- dedikodu
- Defne Joy Foster
- demirhindi
- deneyimler
- deniz
- deprem
- dergi
- destan
- dilek
- dilekler
- dinlenme
- disko kralı
- diyet
- dizi
- doğa
- doğallık
- doğum günü
- dolap
- Doris Day
- dost
- dostluk
- dostluk.
- dostlulk
- duygular
- düğün
- dül dül
- dünya
- dünya kadınlar günü
- Dünya Prematüre Günü
- düşmanlık
- düşünceler
- düşünceler.
- Ecevit
- edebiyat
- Edgar Allan Poe
- Ekim
- Ekrem Bora
- Elazığ depremi
- emek
- emekli
- eminönü
- Emirgân
- Engelliler
- ephraim kishon
- erişkin
- erişlilmezlik
- erkek
- eski yıl
- eşek
- eşyalar
- etiket metiket yok
- Etkinlik
- eve dönüş
- evlat
- Ey Aşk Nerdesin
- eylül
- ezan
- Ezel
- Fakir Baykurt
- fal
- fanatizm
- Farrah Fawcett
- fasulye
- felaket
- felsefe
- fenerbahçe
- fırtına
- Fikret Otyam
- film
- filozof
- final
- Firari
- firuze
- fono
- formüller
- fotoğraf
- Frank Sinatra
- Futbol
- gazanfer özcan
- gece
- geçim
- Geçmiş
- geçmişten şarkılar
- gelecek
- gelin
- genç kız
- gençlik
- gerçek
- geyik
- gezi
- gezinti
- giden sene
- Gitanjali
- giysiler
- Govinda
- gökkuşağı
- göl
- gönülçelen
- gösteri
- göze çarpmayan debdebe
- gözyaşı
- Grace Kelly
- grizu
- gül
- Gülümse
- gün batımı
- güncel
- güneş
- Güneydoğudan öyküler-Önce vatan
- Günlük yaşam
- güven
- güz
- güzellik
- güzellikler
- haber
- haberler
- Hacer Buluş
- Hacivat
- hafta sonu
- hak
- hala
- harika çocuklar
- hasta
- hastalık
- hayal kırıklığı
- Hayali Küçük Ali
- hayaller
- hayat
- hayvan
- hayvanlar
- hayvanlar alemi
- hazan
- hediye
- Herman Hesse
- hiciv
- Hindistan
- Hiroşima
- Hitchcock
- hobby
- Hollywood
- hoptirinam
- hoşgörü
- hoşluklar
- http://www.blogger.com/img/blank.gif
- huzur
- hüsran
- hüzün
- ıhlamur ağacı
- ışık
- ibadet sohbet
- içimizdeki çocuk
- içtenlik
- iftar
- ihmal
- İhsan Varol
- ikiyüzlülük
- ikram
- ilaç
- ilginç şeyler
- ilişki
- ilkbahar
- ilkokul
- İlkokul şiiri
- İnci Ertuğrul
- İngilizce
- insafsızlkık
- insan
- insan halleri
- insan olmak
- insanlık
- intikam
- İslamiyet
- istanbul
- isyan
- İş Bankası
- işçi
- iyilik
- Jacques Brel
- James Stewart
- Japonya
- Jean Moreas
- Jim Reeves
- kabuk
- kadın
- kadınlar
- kahvaltı
- kahve
- kalıplar
- kalite
- Kamer Genç
- kan verme
- Kandil
- kaplumbağa
- kar
- Karagöz
- karanfil
- karanlık
- kardeş
- karışık duygu ve düşünceler
- karmaşa
- katiam
- kavafis
- kayıp
- Kayserispor
- keder
- kedi
- kediler
- Kelime oyunu
- Kemal Burkay
- kerpiç
- keşke
- keyif
- kıskançlık
- kış
- kız kardeş
- kızkardeş
- Kim Novak
- kiracı
- kishon
- kişisel
- kitap
- koka kola
- kolbastı
- komedi
- komik
- komşu
- komşuluk
- konser
- konut
- korku
- Korolar çarpışoyor
- koşullu refleks
- köpek
- kuaför
- kupa
- Kurban Bayramı
- kuyruk-bilim
- kültürel mozaik
- Lale
- latife hanım
- lezzet
- lisan
- lise
- Liz Taylor
- maneviyat
- manzara
- Marsel İlhan
- masal
- masumiyet
- maymun
- mazi
- meclis
- medya
- Mehmet Topuz
- mektup
- merasim
- Mevlana
- mevsimler
- Meyva Zamanı
- Michael Jackson
- mim
- misafir
- misafirlik
- Misak- ı milli
- mizah
- Montaigne deneme
- moral
- Mr. Smith
- muhabbet
- Muhabbet Kralı
- Muhammed
- muhasebe
- Murathan Mungan
- mutfak
- Mutfak şarkıları
- mutluluk
- Müge Anlı
- müzik
- müzik nostalji
- Nagazaki
- Nazım Hikmet
- nefret
- nekahat
- Nirvana
- Nisan
- Nişan töreni
- Noktürn.
- nostalji
- okan bayülgen
- olay
- olgunluk
- on line alışveriş
- ordan burdan
- Orhan Kemal
- Orhan Veli
- orman
- oruç
- otobüs
- otokontrol
- oyun
- ozan
- ödül
- öfke
- öğrenci
- öğretmen
- Öğretmenler günü
- ölüm
- ölüm yıldönümü
- ömür
- öykü
- Öykü Atölyesi
- özgüven
- özlem
- Paçoz
- Paçoz..
- Paris
- pasta
- paylaşım
- paylaşmak
- pazar
- pazar alışverişi
- pazar günü
- Pazar sohbeti
- pembe dizi
- pencere
- Piknik
- pişmanlık
- plan ve programlar
- planlar
- plasebo
- Platters
- polis
- popülizm
- program
- programlar
- radyasyon
- radyo
- Ramazan
- Ramazan davulu
- Red kit
- reklamlar
- resim
- resmi bayramlar
- Reşid Behbudov
- Rilke
- rin tin tin
- Roland Garros
- roman
- romantik
- romantizm
- röportaj
- ruh yorgunluğu
- ruhat mengi
- rüya
- saat
- sabah
- sadakat
- Sadettin Kaynak
- safiyet
- Sağanak
- sağlık
- sahur
- Samana
- samimiyet
- sanal
- sanat
- sanatçı
- sanatkar
- Saroyan
- Satürn
- schumann
- sebze
- seçkin
- seçme saçma sohbetler
- sel
- Selimpaşa
- Selmi Andak
- sergi
- sevdiğim şeyler
- sevgi
- sevgi soysal
- sevgili
- sevgililer günü
- sevinç
- seyahat
- seyirlik
- Seyyare
- Shakespeare
- Show TV
- sıcak
- sıkma
- sıradanlık
- Sidarta
- Sigara
- simit
- sinema
- sipariş
- sis
- soğuk
- sohbet
- sonbahar
- soru
- sorular
- spiker
- star
- still life
- su yücel
- suikast
- şablonlar
- şafak
- şans
- şarap
- şarkı
- şaşkınlık
- şeker
- Şeker Bayramı
- şerbet
- şermin
- şiddet
- şiir
- şikayet
- tabak
- tabletler
- tagore
- tanışma
- tansiyon
- tantuni
- tarif
- tartışma
- taşınma
- tatil
- tedavi
- teknoloji
- telaş
- telefon
- televizyon
- temizlik
- tenis
- tenis turnuvası
- terlik
- tevfik fikret
- Tırpan
- tiyatro sahne
- tokat
- toplantı
- Tövbeler Tövbesi.
- Transfer
- tren
- TRT
- TSM
- Ttv
- Tuna Huş
- tutsak
- tuvalet
- tüketim
- Tülin Oral
- Türkan Saylan
- türkü
- TV
- Uğur Mumcu
- umut
- unutma
- uyku
- Üç Hür El
- ülke meseleleri
- ümit
- üretmek
- ütü
- vahşet
- vakit
- Vasuveda
- vatan
- William Holden
- William Wordsworth
- Wimbledon
- yağlıboya resim
- yağmur
- yalnızlık
- yaprak
- yarışma
- yaşam
- yaşlılık
- yatak
- yaz
- yeğen
- yeğenlerim
- yeme-içme
- yemek
- yemekteyiz
- yeni yıl
- yeni yıl kartları
- yesterday
- yıl dönümü
- yılbaşı
- yıldız
- yıldönümü
- yoksulluk
- yol
- yolculuk
- yolculuk.
- yorgünluk
- Young at Heart
- yönetici
- yün
- yürüyüş
- zaman
- Zeki Müren