Gecelerden bir gece. Saat gece yarısını geçeli çok olmuş. Yün bir bez parçasıyla sarılı boynumun üzerindeki baş yastıkta kendine yer bulamıyor. Boynum boğazım kaskatı. Ensemde dayanılmaz bir ağrı. O saatte uyanık kalan herkes gibi yalnızım ve televizyondan medet umuyorum. Bir şey . Allahım, beni oyalayacak, ağrımı bir az olsun unutturacak bir şey. Bir ses. Ağrımı arttırmayacak, sinirlerimi bozmayacak bir ses. Bir şey seyretmem imkansız çünkü. Ama işittiğim sadece gürültü. Hızlı hızlı kanalları geçiyorum. Ta ki eskilerden çook eskilerden tanıdığım o yumuşacık kadife gibi ama yorgun ve hüzünlü sesi duyana kadar. Önce inanamıyorum geri dönüp bu sefer bakıyorum ekrana. Geçkin, hüzünlü, güzel bir esmer kadın söylüyor tek bir gitar eşliğinde. Tüm dikkatimle dinliyorum evet o. Sesi hiç de değişmemiş. Amalia Rodrigues. Başımı yastığa bırakıp gözümü kapıyor ve kendimi mis gibi bir fadoya bırakıyorum. Ve ardından gelen diğerlerine. Arada bir bakıyorum ekrana, ağrılarımım izin verdiği kadarıyla. Bazıları ağlıyor söylerken. Arada çok hoş dans gösterileri de eşlik ediyor. Fadolarla ilgili bir belgesel muhtemelen.
Amalia Rodrigues ve "Come que Voz."
70 lerin başında gençliğimin en keyifli olması gereken zamanda, nasıl girmişse girmiş evimize. Lise yılları bitmiş ama mezun olamamışım. Ablam ağabeyim çalışıyor. Kızkardeşim okula gidiyor. Bütün günüm yalnız. Koyuyorum pikaba, uzanıyorum kanepeye, kapatıyorum gözlerimi. Yanık gür sesiyle arkası arkasına seslendiriyor şarkılarını. Uzun çalara ismini veren "Com que Voz", "Meu Amor", "Gaivota" hatırladıklarım ve diğerleri. Kulağıma bile uğramadan doğrudan ruhuma, yüreğime işleyen, yakan, kavuran şarkılar. Hüzün veren, acı veren ezgiler.
Çok sonraları, fadolar hakkında daha çok bilgi sahibi olunca anladım ki bu halk müziği türünün çıkış noktası olan "hüzün", tıpkı bunalımlı şair Baudelaire' in ben liseye yeni başlamışken eski bir kitabın arasından önüme düşüveren takvim yaprağındaki "İçe Kapanış" ı ile başlayan şiir serüveninde olduğu gibi, gençliğimin dinamizmini keyifini bir miktar silip süpürmüş, tercihlerim, seçimlerim o yaşlarda gönüllü olarak "hüzün" den yana olmuş.
Söyleyenini hatırlayamadığım, aklıma takılıp kalmış bir söz var.
" Vay benim çileli başım, l8 yaşım ."
Gençlik sanıldığı kadar güzel bir çağ değil belki de.
Ya da biz kıymetini bilemedik...
Sevgiyle....