Mini Sohbet  

Posted by Asuman Yelen





Kardeşlerin en hamaratı biraz önce (bugün kahvemizi biraz geç içtik)
cezveyi gürültülü bir şekilde karıştırırken, "yine Elif Hanım' ı yazmışsın? "
dedi.
"Sence bi sakıncası mı var?"
"Yooo, öylesine sordum."

Kahvelerimizi yudumlarken, " şimdi anneannem hayatta olsaydı, okuma
yazma bilseydi, sen de ona deseydin ki  'anneanne, okudun mu yine Elif' i
yazdım' diye, sana ne cevap verirdi?" diye sordu muzipçe. "Bilmem?"
"Gaç guzzum, baana nee Elif Hanımdan, beeen de olmuşum bi Elif Hanım,
derdim mi yok?" dermiş.

Evet biraz düşünseydim bilirdim. Tam da öyle derdi.

İstanbul' a dönüş yaparken o acılı ve korkulu günlerde, tek tesellimiz
sobanın yanında otaracak bir tatlı anneanne figürünün hayaliydi. Hep
renkli resimli masal kitaplarındaki gibi. Bi de kedi alırdık belki...
Ama nurlar içinde yatsın, yalnız yaşamaya alışmış, 80 lerinde, diz ağrılarıyla
kıvranan bastonlu iki büklüm anneannemle iletişim sağlayabilmek için
çok acemiydik. "Annanne bak, Brigit Bardot (hayat mecmuası' ndan bi
resim gösteriliyor) ne hoş kadın dii mi?" Cevap belliydi:  "Git işine guzzum benim
gözüm görür mü ki, been olmuşum bi birgit neyin nesiyse."

Onuu yazmayı, kendisiyle en iyi anlaşabilen Rayuş' a bırakıyorum.

 Bugün bizden rahmet istemiş:)

Hep Böyle...Lütfen...  

Posted by Asuman Yelen

Biraz üzüldüm bu sabah...

Uzun zamandır alış-veriş ettiğim, çok da sevip takdir ettiğim bir hanımefendi, haftalık
mailinde annesinden bahsetmiş. İsmini görünce hemen hatırladım. Benim mezun
olduğum liseden, çok iyi hatırladığım bir yüz. Çok heyecanlandım. Hemen dolapları
karıştırıp okul yıllığını çıkardım. Yoğun bir duygusallık içinde okulun loş koridorlarında
dolaştım. Tek tek hocaları, arkadaşları inceledim, hatırladım. Sınavları, sevinçleri
korkuları öfkeleri yeniden yaşadım. Nostaljinin dibini sıyırdım.
Alışveriş listemi hazırladıktan sonra en alta küçük bir not düştüm. Annesini hemen
hatırladığımı, aynı okuldan mezun olduğumu anlattıktan sonra hocamıza (biz öyle derdik)
hürmetlerimi iletmesini rica ettim.
Biraz önce gelen mail rutin cevaplardan biriydi.
"Siparişiniz alınmıştır, kargonuz şu tarihte size ulaşacaktır, teşekkürler..."
Bu gün buna alışmış olmam gerekirken, niçin bu kadar  kötü hissettiğimi inanın ben
de bilmiyorum.

Bu satırları gece tekrar okurken, bilmem neden, bir blogger dostun çok eskilerde
blogunda yayınladığı uzun bir şiirin beni etkilediğini hatırladığım son bir kaç dizesi geldi
aklıma. Biraz dolaştım, buldum ve buraya ekliyorum.( Saat. 00.05 ve nevrotik bendeniz
hala duygusdal şiirler arayıp ilaveler yapmaya çalışıyorum:))

..........
Yine de sözcüklere dikkat etmeye ve
kibar olmaya çalışıyorum.
Sözcüklere ve yumurtalara özenle dokunmalı.
Bir kez kırıldılar mı olanaksızdır onarılmaları.


Tanıdığım bir aile var. Anne tek başına büyük bir evde oturuyor. Hayli de yaşlı. Bütün
evlatları benden büyük. Her biri bir yere dağılmış. Farklı muhitler, şehirler ve hatta
ülkelere. Çok sevdikleri, yerlere göklere sığdıramadıkları bir yeğenleri evleniyor
ve hepsi birbirleri ile (saçma sapan bahanelerle) kavgalı oldukları için hiçbiri
düğüne katılamıyorlar. Ama  tuhaf bir biçimde bayramlarda bol etli bamyalı, bol
kepçe pilavlı, su börekli ve baklavalı sofranın etrafında buluşup gösteremelik
saygı ve sevgilerini yerine getiriyorlar, üzerine de bol demli çaylarını içip el öpüp
ayrılıyor ve kavgalarına kaldıkları yerden devam ediyorlar.

İşte şimdi de bir düğün aklıma geldi. Aslında hep aklımın bir köşesinde böyle
sık sık hatırlayıp burkulduğum bir düğün töreni. 3-4 yaşlarından beri tanıdığım,
çok sevdiğim, çok emek verdiğim bir kardeşimin düğünü. Son anda rahatsızlanan
kardeşim, eşi ve oğlu katılamadığı ve LCV davetiyeye de cevap verilemediği için
tek başına katılan ben, düğün sonuna kadar şarabımı yalnız yudumlayıp yemeğimi
ve pastamı koca masada tek başıma yiyerek adeta cezalandırılmıştım.

Asla ümitsiz değilim ama. En güzeli sona sakladım.

Gözümün önünde yeşeren, yaşanan,
sıcaklığı bizi de sarıp sarmalayan, her türlü olumsuzluğa karşı koyabilecek
güçte, baltasız sapsız, ince hesapsız, dipdiri, sapasağlam bir sevgi içimizi
ısıtıyor, yaşamımızı çekilir kılıyor. Bir yerlerden de huzurla izleniyor eminim.

Allah sizleri nazarlardan saklasın çocuklar. Siz bizbirinizi böyle hep sevin ki,
dünya güzelleşsin, sevgisizliğin karanlığı dağılsın.
Neslinizle, çocuklarınızla şenlensin, umutlansın, aydınlansın dünya...

Yeşil Satırlar ve yine Elif Hanım  

Posted by Asuman Yelen



 Kartlar bayramdan sonra da posta kutumu şenlendirmeye devam ediyor.

Okuduklarım, Dinlediklerim-İzlediklerim

Dolu Dolu Mutfak

Sabunlarım ( hemi tatlı, hemi kokulu, çok hoştu. Ne incelik! )

Çok çok teşekkürler. Elleriniz dert, yürekleriniz tasa görmesin...


Elif Hanım beni mestetmeye devam ediyor.

Akşam hava kararana kadar bizimle birlikteydi.

Cıvıl cıvıl, tane tane, dolu dolu, teatral bir tavırla uzun uzun anlattı da anlattı.

Teatral dediğime bakmayın. Doğallığın doruğundaydı yine ve saflığın.

Sadece elleri, kolları çok hareketliydi ve daha yüksek tonda konuşuyordu.

Ama bana göre yine şakıyor, çınlıyor ve cıvıldıyordu.

Sinop' u anlattı. Babası oralıymış. Annesi de Şile' liymiş.

Dört tane kuzeni varmış. Hepsi de öz be öz amca çocuklarıynış.

Yeğenleri de varmış ama kuzenler bi başkaymış.

Birbirlerini çok sever ve bir arada çok eğlenirlermiş.

Şile' de Lisa isminde bir köpeği varmış.

Lisa yanında bir köpek havladığı zaman asla ne bir havv ne bir tıss ne bir

pıss dermiş. İki ayağının üstünde durduğu zaman (sanırım babasının boynuna

atladığı zaman) boyu babası kadarmış.

Artık saçları sapsarı değil. Biraz kumrala dönmüş. Kâhküllerini sordum.

Yanındaki arkadaşına  " işte bak sana söylemiştim, ben küçükken saçlarım

saapsarıydı ve çok hoş kâhküllerim vardı" derken çok heyecanlıydı.

Arada bir, bizim tatlı sohbetimizi fırsat bilip çimenlere yayılan Paçoz' u

okşayıp tatlı tatlı sevgi sözcükleri mırıldanıyordu.

Mavi gözleri yine ışıl ışıl, sevecen ve heyecanla bakıyordu, herşeye, herkese.

Ve hep gülüyordu.

Annesi biraz uzakta dostlarıyla oturduğu yerden bizi izliyordu.

O yüzden, çekindim, defalarca yapmak istediğim şeyi bir kez bile yapamadım.

İlk gördüğüm gün beni fetheden, her gördüğümde daha çok sevdiğim

bu şirin meleğe sımsıkı sarılıp, pembe yanaklarından öpemedim.

Bahtın da kalbin kadar temiz olsun Elif Hanım.

Hiç canın yanmasın.

Hep mutlu ol...





Şeker Bayramı 2012  

Posted by Asuman Yelen in




 Şekil A



Mutlu bayramlar dostlar.


Sevgi paydasında tüm güzellikler hepimizin olsun...


Beni bayramda mutlu edeceğini bildiğim iki şey var.

Bayramıma keyif ve anlam katacak iki şey.

Biri yukarıda biri aşağıda. (Şekil A ve B)

Gerekli hazırlıkları yaptım.

Heyecanla sabahı bekliyorum:)


Sevgiyle kalın....




Şekil B




Müşfik Kenter  

Posted by Asuman Yelen





Pembe Kadın. Annemle seyredebildiğimiz tek tiyatro oyunuydu. Uzun zaman tesirinden

kurtulamamış anlata anlata bitirememişti. Sahne performansı olarak birlikte izleyebildiğimiz

bir de Winsdor' un Şen Kadınları opereti vardı  ki onu da ayakta alkışlamıştı.


Hafta sonlarında tiyatroya gittiğimiz gençlik dönemlerimizi düşünüyorum. Kot pantalonların

yaşamımıza girmediği dönemleri. Söz konusu tiyatro ise daha bir özenle giyinirdik.  Hele

hele Kenter Tiyatrosu' na gidilecekse , telaş iki katına çıkardı sanki. O kadar önemliydiler

ki bizim için. O kadar özeldi ki kişilikleri ve oyunculukları. Biraz sersemnlemiş, ama son

derece tatmin olmuş bir şekilde yürürdük çıkış kapısına sessiz kalabalığın arasında.


Salıncakta İki Kişi, İçerdekiler, Buzlar Çözülmeden,Vanya Dayı, Harold ve Maude,

Seneye bu gün, Babalar ve Oğulları, Arzu Tranvayı, Yarın Cumartesi, Nalınlar...


"Sanatçılar" ölmez, eserleriyle sonsuza dek yaşarlar denir. Öyledir de. Tabii elimizi

her sallayışta birine dokunduğumuz, kendilerinden "biz sanatçılar" diye söz eden tek

şarkıyla, tek filmle, meşhur olmuş takımdan, "benim neyim eksik, sahne tozu yutmak

istiyorum, bana ne bana ne " diyen seksi mankenlerden söz etmiyoruz.

Evet sanatçılar ölmez ama, ben ayrıca Yıldız ve Müşfik Kenter kardeşlerin gerçekten,

fiziki anlamda da asla ölmeyeceklerine inanırdım sanki. O kadar pozitif, o kadar

üretken ve verimli ve o kadar capcanlı ve devasa idiler ki.

Olympos tanrıları gibi...


1980 lerin başlarında, çok sevdiğim bir arkadaşımın bana hediye ettiği şiir kasetini,

her bir araya gelişimizde teybe koyar,  cin- tonik eşliğinde keyifle dinlerdik.

Şimdilerde ne zaman elime bir kadeh cin tonik alsam, o özel karışımın kokusu derhal

şu dizeleri çağrıştırır, beni o günlere götürür.

"Kim söylemiş beni Süheyla' ya vurulmuşum diye?

Kim görmüş ama kim, Eleni' yi öptüğümü..."


Bu güzel sesi bir daha sahnelerde duyamayacak olmak, ne hazin!

Nurlar içinde yat Müşfik Kenter....





Hepsi Benim...  

Posted by Asuman Yelen

Akşam, bir yandan Paçoz' u zaptetmeye çalışırken bir yandan da posta kutumdan

avcuma düşen kartları apartman girişindeki radyatörün üzerinde toparlamaya

çalışırken her girenin elini uzatıp "ben de bi bakiym Asu' cum" ya da "bize bir şey

var mı" diyen diğer sakinlere "hepsi benim" demek pek hoşuma gitti doğrusuı...


Eski dostlar, yeni dostlar, hoş temenniler, şirin sürprizler, çok hoş çoook.


Ankara' dan  Leylak Dalı,

İspanya' dan Güngör Ekinci Sağlık,  (Hayat Cesurları ve Pozitifleri Sever)

Sanat Notları , (Şiir için teşekkürler)

Kara Kitap,

Dışavurum,

Çiğdemce,

Aylağın Günlüğü, ( o içten üslup için teşekkürler...)

Ness' in Kelebekleri, ( el emeği kartına bayıldım Nesrin' cim)

Buğday Tanesi, (içinde bir şair saklıymış meğer, harika şiir için teşekkürker)

Bir az şöyle, bir az böyle,

Stupid little things, (fermina daza, güler yüzlü içten satırlar için teşekkürler)


Emeklerinize sağlık...

Hep sevgiyle kalalım...


Hoş Telâşlar, Güzellikler  

Posted by Asuman Yelen



Akşam, Paçoz' la yürüyüşten dönerken her zaman olduğu gibi, girişte oturan Rayuş' un

zilini çaldım. Eniştemin benim için aldığı pideyi alıp gitmek üzere elimi uzatınca avcuma

bir grup zarf tutuşturuldu. Posta kutusunu boş görüp duyduğum hayal kırıklığı yerini

meraklı bir sevince bıraktı. Hemen zarfları açmaya başlayıp bir yandan da  asansörü

çağırdım. Arkadan kardeşlerin en şirininin alaylı sesi geldi. "Onların hepsi kart. Taze pide

burada kaldı :)" Dönüp pideyi alırken ikimiz de kahkahalarla gülüyorduk.

Aslında bu ikinci grup.  Bayrama bir hafta var. Belki daha gelen olur diye teşekkürü

daha sonraya bırakıp, sadece ne kadar mutlu olduğumu belirtmek istiyorum.


Bu günlerimiz tatlı, yoğun bir hareketlilikle geçiyor. Bir yandan düğün hazırlıkları, bir yandan

gençlerin ev kurma koşuşturmaları, davetiyelerin dağıtılması, sıcağı, orucu ikinci plana attı.

Tabii bir de kronik bir hale gelen "ne giyicem"sorunsalı. Bir yandan Ramazan sonuna

kadar kilo almama, sonrasında da düğüne kadar kilo verme çabası da cabası.

Bu arada Paçoz hala yürümekte zorlanıyor. Yürüyüşler sık sık oturmalarla kesintiye

uğruyor. Çocukların "hadi Paçoz" "hadi kızım" şeklindeki tezahüratlarıyla zar zor eve

gidebiliyoruz. Bu yüzden iftarı kaçırdığım günler var. Ama nedenini biliyor olmanın

ferahlığı onun ayağının acımasına ve aksayarak yürüyor olmasına duyduğumuz üzüntüyü

ve diğer sıkıntıharı hafifletiyor.

Bu günlerde tatlı telaşlar, keyifli koşturmacalar bir de Koray' cığımla düğüne kadar

sürecek bol paylaşımlı  bir teyze- yeğen birlikteliği var ki tadına doyum olmuyor.

Sanırım, çok ilerde çocuklarına hatta (hayalim beni oralara kadar götürmüyorsa da

için için çok istiyorum) torunlarına bu günlerden bahsederken tebessüm dudaklarından

hiç eksik olmayacak.

Herkese keyifli hafta sonları diliyorum efendim.

Hep sevgiyle kalalım...





10 Ağustos 2012- cep foto

Blog Widget by LinkWithin