Yapamadık Cesar Millan  

Posted by Asuman Yelen in , ,



Köpeklere fısıldayan adam, sen çok haklısın, doğru şeyler söylüyorsun, uygulanınca işe

yarayan şeyler. Tek bir dokunuşla, tek bir parmak şıklatmayla mucize gibi süt limana

döndü evimiz, ilişkimiz. Baştan güzel gibiydi de...

Ama olmadi işte...

Baştan herşey güzel gibiydi. Olması gerektiği gibi. Bu kadar kolay olmasını beklemiyordum

doğrusu, bu yeni patron- işçi, sahip-köle ilişkisinin aramızda kuruluverme işinin.

Yaşamın; emeksiz, çabasız, sıkıntısız, ter ve biraz gözyaşı dökmeden kimseye zırnık

vermediğini, hiç bir güzelliğin kolay elde edilmediğini bilecek kadar yaşamıştım çünkü.

Olmadı da zaten...

Biraz önce uyandırmamaya çalışarak (uyandı maalesef) kanepede resmini çektiğim

o tüylü çirkin şeyle biz bundan hiç hoşlanmadık.

Bu sabah olduğu gibi sabahları, kocaman diliyle yüzümü yalayarak, bir yandan da

mıyırdanarak rüyamın en güzel yerinde uykumdan uyandırsa da...

Mamasını yemeye başlamak için bana saatlerce dil döktürse de...

Koca kâse kuru mamayı, evin muhtelif köşelerine sürekli yer değiştirip bunu oyun

haline getirdiği için peşinde dolaştırıp tek tek ağzına isabet ettirmeye çalışmaktan sağ

omuzuma ağrılar saplansa da...

Gecenin bir yarısı duyduğu bir köpek sesine ya da kapı her çalındığında çılgınlar

gibi havlasa da...

Parkta yürürken, aniden altına daldığı dalları alçak bir iğne yapraklının iğneleri, alnımı

yüzümü paralasa, ya da ani karar değiştirmeleri ile zaman zaman ben onu değil de

çeke çeke o beni dolaştırıyor olsa da...

Tüm bunların hepsini, sürekli sinmiş , önceleri oyun sansa da sezgi ve duygularıyla

kavrayıverip hiç hoşlanmadığı bu duruma kızgın haline, ön patileri çenesinin altında

yerde yatarken alttan alttan bana çevirdiği gücenik bakışlarına, parkta yanımdaki süt

dökmüş kedi hallerine yeğliyorum.

Cesar Millan, asla konuşmayın sessiz ve ifadesiz olun diyorsun.

Benim ise ona anlatacak, ondan talep edilecek bir dolu şeyim var.

Canım sıkıldığı zaman onu yanıma çağırıp mıncırmam gerek. Bazan " Paaçooz" şeklinde

çağırmalara tenezzül etmezse ya da istifini bozmak istemezse son kozumu kullanır

"pşşaaaaa" diye uyduruktan sertçe hapşırırım. Anında yanımdadır. Hiç şaşmaz.

Ya da yakınlardaysa ve gel dememe kulak asmayıp yürüyüp gidiyorsa sihirli kelimeyi

kullanırım. "Ama öpücem" derim. Hemen tırıs tırıs gelir alnını uzatır. Uzun uzun koklaya

koklaya öperim. Kokusu (bazan toprak kokusu da karışır) göz yaşartacak kadar güzeldir.

Varlığını o kadar benimsemişimdir ki, bazan odadan çıkıp giderken " şu benim ışığı da

söndür giderken", ya da, "gelirken bana da bi bardak su kap getir" diyecek olurum.

Ben bu satırları yazarken gelip mızırdanarak hatırlattığı şeyi bu yazıyı yolladıktan sonra

her gece olduğu gibi tekrarlayacağız. Ben yatacağım, ama önce bir yerlere, yastığımın altı,

yorganın kıvrımları arası ya da pijamamın cebine çok sevdiği beyaz küçük kemiği saklayıp

küçük bir tas kuru mama hazırlayacağım. O gelip önce tek tek elimden mamaları yiyecek

sonra koklaya koklaya bir yandan da keyifle kuyruğunu sallayarak kemiği arayacak. Bulması

ne kadar uzarsa ikimiz de o kadar eğleneceğiz. Kemiği ağzına alacak, güm diye aşağı

atlayıp istediği yerde yiyecek, sonra da sırf bu iş için böldüğü uykusuna geri dönecek.

Biz bütün bunları yapmalıyız Cesar Millan. Buna her ikimizin de gereksinimi var.

Evet Paçoz bir köpek ama aynı zamanda benim şımarık ve yaygaracı kızım, sevgi dolu

sadık dostum ve nazlı hastalıklı ninem. Daha da bir sürü şeyim. Can yoldaşım.

Ama asla kulum, kölem ya da maiyetim olamaz bu saatten sonra.

Hiç kusura bakma...





29 Ekim 2011 Çamlıca  

Posted by Asuman Yelen in , ,



















Cumhuriyet 2011....  

Posted by Asuman Yelen in , ,



Nice 88 lere...

Hep birlikte, sevgi, barış ve kardeşlikle...

Sevgi Apartmanı (!)  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Yine bir 'sevgi' dir bir 'insan' dır tutturmuş gidiyordum. Her şeye herkese anlamlar

yüklemiş, uykularımı saçma sapan tamamiyle bireysel hassasiyetlere feda etmiş,

ufak ufak kızgınlıklarımı ve öfke parçacıklarımı da sevdiklerime, etrafımda beni seven

kim varsa bencilce yansıtmaya başlamıştım.

Yine aynı şey oldu. Yaşam gerçeği bana bir kez daha gösterdi. Bir ders daha verdi.

İnsan neymiş insanlık neymiş. Sevgi neymiş.

İnsanoğlu, kötülüğün sınırını nerelere kadar zorlamış.

"İnsan" "insan" lığının boyutlarını nasıl da devleştirebiliyormuş gerektiğinde...


Sevgi; sevgisiz, cahil, bencil, hoyrat bir adamın, yüreği sevgi yerine taş toprakla dolu, gözünü rant

bürümüşbir caninin, cinayet mahaline, kıyım makinesine hiç utanmadan verdiği isim. Sanki

anlamını bilirmiş gibi. Sanki zerresini yüreğinde taşırmış gibi. İnsanlarla alay eder gibi...

"Sevgi Apartmanı" Erciş' te bir moloz yığını. Yirmi insan bedeni cansız olarak

çıkarılmış içinden. Daha fazlası da taş toprak yığınları arasında bekliyor.

Beyimiz sırıtarak, en ufak bir üzüntü duymadan gazetecilerin sorularına cevap

veriyor. Vicdanı rahatmış. İki de çadır kapmış üç katlı villasının bahçesine.

Ne oluır ne olmazmış. Birkaç tane çatlak vermış evlerinde. Gerektiğinde çadıra

kaçacaklarmış. Eminim geceleri çok rahat uyuyordur. O ve hesap vermesi gereken,

talancı, yalancı, rantçı, fırsatçı, mezar kazıcı, istifçi yüzsüz yığınlar.

Diğer yandan, yüreğinde gerçek insan sevgisi taşıyan yığınlarca insan, varını yoğunu,

elindekini kalbindekini nasıl ulaştırabileceğini düşünerek, gidenlerin yerine ulaşmama

ihtimalinden korkarak, ve buna öfkelenerek uykusuz geceler geçiriyor.


Bireysel ya da toplumsal, şöyle sağlam bir güven duygusundan yoksun olunca sevgi,

iyi niyet, fedakârlık ve gösterilen tüm çaba, sanki biraz anlamını yitiriyor, yaşamın

tadını kaçırıyor. İki tarafın da içine sinmiyor.


Bir mucize olsa da, tüm yaralar çarçabuk sarılsa, her şey şimşek hızıyla yoluna girse.

Tüm aksaklıklar düzelse, kavgalar bitse, sevgi, saygı, güven, dostluk, kardeşlik tüm

insanlığa hakim olsa. Bu gün buna her zamankinden daha çok ihtiyacımız var.

Kişisel ve toplum olarak, tüm yaşananlardan keşke gerekli dersi alabilsek...

İzliyorum  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Adapazarı depremini, 1967 Temmuzunda ağabeyimi annem, teyzem ve biz üç kız Haydarpaşa'

dan Silvan' a askere yolcu ettiğimiz günden bir gün sonra yaşadık. Hiç unutmuyorum, gece

tren hareket ettikten sonra küçük teyzemle başlayıp hepimize sirayet eden ağlama nöbeti

vapurda o saatte yolculuk eden yakınımızdaki herkesin dikkatini üzerimize çevirecek kadar

krize dönüşmüştü.

Annemle ikimiz balkondaydık. Annem geride oturuyor, ben de korkuluk duvarına yaslanmış

etrafa bakınıyordum. Ön taraftan birinci kat görünümünde iken arka tarafta ikinci kat

konumundaydı dairemiz. Yani hayli yüksekti. Birden, şiddetli bir uğultuyla birlikte, hiç

abartmıyorum, başımın yere iyice yaklaştığını farkettim. Balkon yere çok az kalacak kadar

esneyip tekrar eski yerine dönmüştü. Sonrası malum telâş koşuşturma. Vatan Caddesinde bir

süre geçirdikten sonra annem bizleri toparlayıp gece kalmak üzere eve getirmişti. Epey

şiddetli artçılar sürmekteydi ama nasıl olsa birinci kattayız çıkarız gerekirse diye düşündü

muhtemelen. O tarihte televizyon, dolayısıyla deprem babalar, diğer depremciler, tartışmalar,

araştırmalar ve hiç bir şekilde bilgi akışı olmadığından, annem Ceyhan depreminden

öğrendikleriyle, büyük tahta karyolayı salon salomanjenin tam ortasındaki kirişin altına

yerleştirdi. Annem ve biz üç kız yattık. Sabaha karşı korkunç bir çatırtı. Zaten kuş

uykusundayız. Allah Allah diyerek fırladık ayağa, tam çıkmaya niyetlenirken

bir de gördük ki meğer karyola hepimizi taşıyamamış, kırılmış. Sinirler boşalmış, kahkahalarla

gülmüştük. Tabii o an için. İlkinden tam bir hafta sonra, çok iyi hatırlıyorum, önce musluk

borularından korkunç bir uğultu işittik sonra neredeyse ilkine yakın çok şiddetli bir artçı

geldi. Sonrası benim için çok zor geçmişti. Emine teyzemizin getirip eliyle taktığı kristal

avizenin sallanan taşlarına gözümü dikerek sabahladığım yığınla gece geçirdim. Sonunda

annem beni doktora götürdü. İçtiğim ilk ve son antidepresan ilaçları, yarım yarım her gece

olmak üzere o dönemdedir.


17 Ağustosta ablam, iki kemoterapi arası bendeydi. Can da bende kalıyordu. Rayuş' lar

tatilde seyahatteydi. Gece balkonda üçümüz yemek yemiş, sonra da uzun uzun iskambil

oynamıştık. Çok fazla sıcaktı. O gece tüm apartman ahalisiyle birlikte parkta yattık.

Hemen sabah Koray gelmişti yanımıza. Hepimiz için herkes için zor günlerdi.


Orada, Ağustos sıcağına rağmen gece nemiyle sırılsıklam olmuş çimenlerin üzerinde

korkudan tıtreyerek otururken, zifir karanlıkta sadece yıldızların aydınlattığı heyula gibi

binanın sekizinci katındaki üç tarafı çiçeklerle bezeli balkonuma gözümün iliştiği her sefer,

korkuyla bir daha orada hiç oturamayacağımı, ne asansöre binmeye, ne de merdiveninden

çıkmaya asla cesaret edemeyeceğimi düşündüm. O her şeyi kafaya taktığımız, koşuşturup

durduğumuz, tekdüzeliğinden sıkıldığımız gündelik yaşamımız birden nasıl da ulaşılamaz

oluvermişti. Televizyonda haberleri , içinde bize uzak ülkelerdeki hatta ülkemizde başka

şehirlerdeki felaketleri, yemek sohbetleri arasında nasıl da duyarsızca izlediğimizi düşündüm.

Bir gün önce böbürlenir, kurumlanır, kederlenir, hüzünlenir, kırılır, içlenir, kabalaşıp, kırıp döker,

minnet duyup, keyiflenir, sever, sevilir, sevişir koklaşır, celallenir, küfreder, yumruklaşır,

kafa çekip, dağıtır, şarkı söyler, gülüp eğlenirken, o gün orada öylece, aynı şartlarda ve

ortak şaşkınlık, endişe ve korkuyla oturmanın anlamsızlığını ve anlamını düşündüm.

Karşımda kötü, ulaşılmaz bir karaltı gibi duran binanın yerle bir olduğu, Rayuşların da

tüm o yıkıntıların altında bir yerlerde olma ihtimali geçti aklımdan. Birilerinin tüm

bunları, benzerlerini yaşadığını, sevdiklerini kaybettiklerini düşündüm.

Bu gün aklım, yalnız aklım da değil iki gözüm hep deprem üzerinde. Bakıyorum. Gözümü

ayırmadan izliyorum yıkılan evleri. Ceza gibi. Kaçırmadan gözlerimi, o devasa evlerden

atra kalan toz toprak yığınını, o arta kalan yığının gözler önüne serdiği, benim gibi teknik algı

özürlü sıradan emeklinin bile algılayabileceği insan ihmalini izliyorum. Benzer ihmallerin

sorumlularının nasıl elini kolunu sallayarak dolaştıklarını. Geceleri nasıl uyuyabildiklerini.

Uyuyabiliyorlarsa nasıl yaratıklar olduklarını. İnsan olan uyuyamaz çünkü.

Şu an hâlâ izlemekteyim. Ulaşılamayan yerleri, bir türlü ulaşamayan yetkilileri, koşa koşa

boy göstermeye giden politikacıları, yıkıntılar arasında çaresiz dolaşan depremzedeleri,

kurtarma çalışamamamalarını, birşeyler yapmaya çalışanlara, haber sevdasına engel olan

habercileri, bir kare çeksem kârdır diyen kameramanları, sanki önemli olan doğru rakamın

tesbitiymiş gibi saatlerce savunmaya geçen rasathane yetkililerini, gereksiz tartışmaları

hepsini seyrediyorum. Çaresiz, ümitsiz, isyanlar içinde, uzandığım yerin rahatlığından

utanarak, yaşadıklarımı hatırlayarak, yaşayacaklarımdan korkarak, hep izliyorum.

Mutluluğun Resmi  

Posted by Asuman Yelen in



Bu mutluluk sonsuza kadar sürsün. Herşey güzel gönüllerince olsun. Bizler de

onları


izleyip bahtiyar olalım.


Dilşad ve Koray, her ikinizi de çok seviyorum...

İnsan...  

Posted by Asuman Yelen in








Öylesine yaşayıp giderken....


Sakin soruyordun bana: "İnsan ne demektir?"

"İnsan...Onu geç, anlamadım ben de." diyordum;

İnkâr ediyordum.


Bir geçici şaşkınlıktan sonra... (yaşaya yaşaya kanıksanan türden)


Diyorum ki;

"İnsan mı, evet; âh onu inkâr edebilsem,

"Bilmem! " diyebilsem!...

Kilolar ve Giysiler  

Posted by Asuman Yelen in




Bugün, son zamanlarda aklımı kurcalayıp canımı sıkan iki durumu kendi usulümce yoluna

koydum. Bundan asla iki sorunumu çözdüğüm anlaşılmasın. Birincisi geçici ve kısmi

olarak halledildi. Büyük bir kısmı artarak devam ediyor. İkincisi ise "çözümsüzlüğü, beni daha

çok mutlu ettiği için çözüm olarak kabul etttim" şeklinde açıklanabilir.

İlkinden başlayalım.



Yeğenimin Cumartesi günü yapılacak nişan töreni için abiye bir

giysi almak üzere bu soğukta kimbilir kaçıncı tur düştüm yollara...

Kot pantalon, kazak, kaşkol, yün çorap, kapşonlu

gocuk ve yığınla fazla kilomu da yanıma alarak...






Önce girdiğim birçok mağazada 42 bedenin üzerinde ürün satılmadığını öğrenip çılgına döndüm.

Hele girince elemana "abiye ürünleriniz..." diye başladığımda önce "sizin için mi" "evet" hemen

arkasından sabırsızca " büyük beden satmıyoruz," başka bir deyişle "siz şişmansınız"

şeklinde bir diyaloga göğüs germek berbat bir duyguydu.


"Abiye" kavramının naifliğine ters düşen bünyemin incecik ve

rengarenk kumaşlara uyum sağlaması pek de kolay bir şey değildi.

Bir sürü mağazada, pantalon, çizme yün çorap ve kazakla boğuşarak

birçok narin elbiseyi giyip aynaya

bakar bakmaz uğradığım hayal kırıklığı

ve kendime duyduğum kızgınlığın adım adım nefrete dönüşmesi

çok kötüydü çook.

Girdiğim hatırı sayılır bir mağazada neredeyse tüm abiye

kıyafetler (tabii büyük beden olanları) siyahtı.

Oysa Rayuşla tüm anneler halalar ve teyzelerin neden hep siyah

giydiği konusunu konuşmuş bu durumla hafiften gırgır bile geçmiştik.

Almadım tabii. Canım iyiden iyiye sıkılmıştı. Dönüşte asansörde albenili bir çerçevenin içinde

yazılı olan "asansörü hepimiz hor kullanmıyalım" ibaresi bile güldüremedi beni.

Can sıkıntısı ve umutsuzlukla eve dönmek üzere vasıta beklerlen ani bir kararla bir taksiye

atlayıp 7-8 sene öncesine kadar hemem hemen tüm giysi alışverişlerimi yaptığım, bir

elemanına sinirlenip gitmekten vazgeçtiğim butiğin adresini verdim.

Kapıdan içeri girdiğimde adım ve soyadımla hatırlayıp güler yüzle ve öperek karşılayan

butik sahibi adeta beni bekliyordu. Orada askıda ilk görüşte vurulup giyer giymez beğendiğim

güzelim elbisem de ...


Poşetim elimde çıkarken keyfim yerine gelmişti. Elbise işi bu defalık çözümlenmişti.

Ya kilolar!...

Umarım çözümsüz değildirler...


Diğer konuyu daha sonraki günlere bırakıyorum. Çok yorgun ve uykusuzum.


Sağlıklı ve mutlu günlere...

Bunu da buldum ya...  

Posted by Asuman Yelen in ,

Rayuş bak ben ne buldum :)))

Ve şu an (yani dinlediğin an) neler hissettiğini biliyorum. Hem de adım gibi.

Çok ama çok hoş. Anma Arkadaş ve sonra arka yüzü. Adını unutmuşuz. Anadolu' da

Sevdim' miş. Evire çevire ne çok dinlerdik. Biz bu parçayı da çok sevmiştik.

Saat şu an sabahın 4 ü. Dışarısı fırtınadan yıkılıyor. Ben mest bir vaziyette

1967 yılındayım. Fatih' te. Yaşım 16. Aklım bir karış havada. Sen, Keko. Soba. Camdan

görünen akasya ağacı...Sokağın gürültüsü...Arka balkonlardan bir yerden bir ses.

Tuuulllgaaa... (Her gün aynı saatte.) Fotoroman, Laz Bakkal, Dümbüllü, bozacı,

Apartman görevlisinin çok bilmiş kızı, Lale, Füsun-Feyza ikizler, Ahmet-Mehmet-

Samet (rahmetli) biraderler. Anneleri (adı neydi). Ömür Pastanesi, Zevk-Renk

sinemaları... Ne günlerdi ama...Yaw ne varsa geçmişte var. Kim ne derse desin...


Bakalım...  

Posted by Asuman Yelen in

Gözlerinde bu yaşlar neden, çocuğum?

Seni böyle daima azarlamaları ne müthiş? Yazı yazarken

yüzünü ve parmaklarını mürekkeple boyamışsın. Bunun

için mi sana kirli diyorlar?


Ne ayıp!...







Yüzünü mürekkeple bulaştırdı diye

onlar tolon aya kirli demeye cesaret edebilirler mi?





Her ufak şey için seni yeriyorlar çocuğum, onlar yok yere kusur bulmaya

her zaman hazırdırlar…







Oyun oynarken elbiseni yırttın…Bunun için mi sana

çapaçul diyorlar.















Ne ayıp!. ..Parça parça bulutların

ar
asından gülümseyen bir

sonbahar sabahına,

nasıl bir ad takabilecekler, bakalım?





Onların sana her söylediklerine kulak asma, çocuğum. Onlar senin kabahatlerini uzun uzun

anlatır dururlar.






Senin tatlı tatlı yiyecekleri ne kadar sevdiğini

herkes bilir. Onun için mi sana obur diyorlar?








Ne ayıp!...Öyle ise seni seven bizlere ne diyecek, ne isim verecekler bakalım.





R.Tagore

Büyüyen Ay


Hep sevgiyle kalalım...

11 Yıl Önce Neredeydin Cesar Millan  

Posted by Asuman Yelen in , , ,


İyi ki varsın Rayuş...


Dünyanın en tatlı kızkardeşi günlerdir hatta aylardır başımın etini

yiyordu. "Şu Sezar' a bi bak." diye diye.

"Çok faydasını göreceksin. Adam mucizeler yaratıyor. Yalnız sen

değil Paçoz da rahat edecek."

O ısrar ettikçe ben sıkıldım. Anlattığı örnekleri yarım kulak

dinledim. Ne yani, 11 yıldan sonra

bir köpeği değiştirmek, bir program yönlendirmesiyle olacak iş

miydi. Köpek psikoloğu imiş.

Hadi canım. Hepsi para tuzağı. Belki de ona önerdiğim bazı dizileri "bak bu öyle hiç sandığın

gibi değil çok güzel bi seyret seveceksin" diye adeta yalvarmama rağmen izlemeyip müzikle

ve kanun çalmakla haşır neşir olduğu için kızgınlığımdan hep gözardı ettim.


Uzatmıyalım, son zamanlarda yediklerini -ki çoğu kuru mama bazan varsa uygun yemek-

çiğnemeden yuttuğunu farkettim. Ve sabah akşam dolaştırma esnasında eskisi gibi

dışarı çıkamadığını (uğraşmalarına rağmen) tesbit

ettim. Zaten çok zor olan yedirme faslına

bir de çiğnemesi için dil dökme faslı ilave oldu.

"Hadi paçoz- bak yemezsen Siyar'a vericem-

bak ilaç geliyo ama -kızıcam ama..." fasıllarına bir

de "çiğnediğini duyiym- duymadım-bak

yine yuttun- çiynemezsen vermiycem..." ler ilave

oldu. Bu arada şaklabanlıklar, göstermeli

çiğneme uygulamaları (unuttuysa hatırlaması için, yaşlı çünkü) cabası.

Geçen gece uykum kaçınca şu Sezar' a bi göz atiyym dedim. Bakalım kimmiş , neyin nesiymiş.

Girdim You Tube' a tıkladım ismini. "Dog Whisperer" ba ba ba ba. Ne demekse... Her neyse

izlemeye başladım. İzledikçe ilgimi çekti. Her sorun tanıdık ama yaptığım her şey hata???

İzledikçe şaşkınlık, hayranlık, pişmanlık, kendime olan kızgınlık ardarda geldi.

Sorunlu köpekler...Sorunlu sahipler... Hepsi Paçoz. Hepsi ben. Örnekler...Örnekler...


Tesbitim şu oldu. Bizim ilişkimizde hatalı olan ve değişmesi gereken benmişim.

Sorun, aşırı sevgi ve zaaf. Değiştirilmesi gereken onu gösterme biçimim.

Çok teknik ayrıntıya girmeyip birçok şeyi kısa zamanda hallettiğimi söyleyeyim.

Artık her canım sıkıldığında can kurtaran simidi gibi boynuna atılıp " iyi ki varsın" "cansın"

mırıltılarıyla salya sümük ağlamıyorum.

Yemek yedirirken tek kelime konuşmuyorum. Pirimiz Sezar' dan öğrendiğim bazı küçük

etkili hareketleri uyguluyorum. Çok da güzel hem de çiyneyerek yiyor. İstediğim zaman

ben yediriyorum. (Bunu yapmayı seviyorum) Güzeli, artık kendisi önündeki kâseden

doyana kadar yiyebiliyor. Ah Sezar ne nimetler bahşettin sen bize.

Kapı çaldığında, dışardan köpek sesi duyduğunda havlamaya başlayınca tek bir kol işareti

susması için yetiyor. Gezintiye çıktığımızda beni çekiştirip ayağımın tekrar burkulmasına

neden olacak ani yön değiştirmeleri küçük bir ayak hareketiyle engellenebiliyor.

Sadece ufak bir dokunuşla.

Artık sabah uyandığımda "aman da aman benim yavrum uyanmış mı" şeklindeki

bebek lisanı konuşmalarım, derhal karşılığında mızırdanarak gösterdiği yemek, oyun

ya da ne idüğü belirsiz talepleri bitmiş durumda.

Her şey daha sakin birlikteliğimizde.

Ben biraz şaşkınım. Sanırım bir evlat kaybettim. Dost ve itaatkâr bir köpeğe sahibim

artık. Sevgimi daha içimde yaşıyorum.

O zaten bir köpek olduğunu biliyordu. Şimdi istediği oldu. Sığınabileceği, güvenebileceği,

itaat edebileceği bir sahibi var artık. Daha az şaşkın daha çok hakim bir sahip. Meğer onun

istediği de buymuş. Tüm köpeklerin istediği buymuş. Kedilerin aksine.

Bunu yazınca bugün kahva faslında, Rayuş' un kaplan kılıklı asi Garfield' e

koltuğunu kaptırmamak için gösterdiği canhıraş çaba geldi aklıma. Ne komik.

Zavallı kardeşim benim. Asla patron olamayacak :))


Dün blogları gezinirken Güngör' ün Kızılderili burçlarıyla ilgili postu dikkarimi çekti.

Bana ait olanın (tarihinden anladığıma göre) özellikleri Yengeç' in aynı ve bana uyuyor.

Esas benimsediğim ve bana en çok uyanı ismi. AĞAÇKAKAN.






Evet biz yengeçler de tıpkı ağaçkakanlar gibiyiz. Sevgimizle tüm çevremizdekilerin

başının etini yiyoruz. Kaçan kurtuluyor.

Paçozun başı kurtuldu. Darısı çevremdeki insanların başına.

Galiba bunun çözümü You Tube da yok. Kendim halletmek zorundayım :)


Herkese güzel bir hafta sonu diliyorum.

Şikayetname  

Posted by Asuman Yelen in




Sonbahara kış bulaştı

Metabolizmalar şaştı

Akıllar fena karıştı



Acelen neydi kış kardeş

Hani nire gitti güneş


Güz mü hazan mı bahar mı

İçinde keyf hüzün var mı

Hüzün ruhları yorar mı



Biz bunları tartışırken

Tatlı tatlı atışırken

Bir karanlık, bir kıyamet

Yüreklere doldu kasvet



Acelen neydi kış kardeş

Hani nire gitti güneş.



Asu iş bu hale şaştı

Eklem ağrıları coştu

Sözler beyninde uçuştu

Bu enfes (!) şiir oluştu.



Ah sonbahar, vah sonbahar

İnsanları ozan yapar

Ozanların arasına

Asu' yu da sazan yapar.



Herkese kayifli hafta sonları...

Sağanak...  

Posted by Asuman Yelen in

Gece bir telefon...

"Keşke hiç açmasaymışım" dedirten....

Bugün bir ani kararla çook uzun bir aradan sonra eski bir muhitte şaşkın avare

bir gezinti.

"Keşke hiç gitmeseymişim" dedirten...

Birdenbire başlayan şiddetli yağmurun paniğiyle kendimi içine zor attığım

bir taksi.

"Keşke hiç binmeseymişim" dedirten...

Bir şarkı yüzünden. Oturur oturmaz çalmaya başlayan, dışardaki sağanağın aynısını

bana yaşatan bir şarkı.

"Keşke o sırada çalmasaydı" dedirten...

Kader bu gün bana tuhaf bir oyun oynadı.





Muhitime girdiğimde yağmur dinmişti. Sol tarafımda devasa uzanan ormanın huzur veren

sessizliği, evimin karşısındaki parkın dost yeşili, arabadan inince yüzüme çarpan tanıdık

esinti, kapıda keyifle kuyruk sallayan "hadi hiç pabuçlarını çıkarmadan beni de gezdir"

dercesine muzip muzip bakan Paçozun varlığı...

Huzur yeniden.

"Keşke bugün evden hiç çıkmasaymışım" dedirten...



Paçozla hafif hafif çiseleyen yağmurun altında dolaşırken, içimden, beni her zaman etkileyen

ama bu gün içime işleyen bu şarkıyı mırıldanıyordum.

Sonra düşündüm.

Sadece, öyle duranlardan olmak... Galiba en iyisi bu...

Yaşamın Kelebek Dokunuşları  

Posted by Asuman Yelen in


Sonbaharın camımdan içeri girip yüzüme çarpan ilk yağmur damlalarıyla başlayan kelebek

dokunuşları aynen devam ediyor.

Dün çok uzaklardan gelen bir dost telefonu...

Bu sabah gezintisinde hiç tanımadığım bir kadından aldığım dost selâmı...

Okula giden çocukların Paçoz' a keyifle kuyruk sallatan dost dokunuşları...

Dönüşte (sabah 8 dolayları) sessizce asansöre binip çıkmak üzereyken açılan daire

kapısından uzanan Rayuş' un can yüzü, "Paçozu bırak ve gel" diyen tatlı sesi...

Ve kızarmıış yumurtalı ekmeklerin kokusu, fokurdayan çayın müzikal sesi, nar gibi

domateslerle beyaz peynir ikilisinin davetkar görüntüsü...

Oralara bir yerlere kıvrılmış uyuyan, uyanmış kuru mamalarını yiyen, uyku mahmuru

gerinen, şaklabanlıklar yapan muhtelif boy ve renkte kediler...

Daha fazlasına ihtiyacım yok. Eksilmesin yeter...

Yaygara 70 ve Ağabeyimin Platonik Aşkı  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Dizilerden birinde Tülin Oral' ı yine ve doğal olarak büyükanne rolünde görünce Yaygara 7o

Müzikali aklıma geldi. Ağabeyim götürmüştü. Müthiş bir oyundu. Dev kadro, harika oyunculuk

Harika müzikler.(Cemal Reşit Rey) Sene 1970... Dormen Tiyatrosu...

Romeo Jülyet ' in müzikal komedi uyarlaması. İki Aile. Özkaralar ve Bozkaralar. Genç kız

Tülin Oral, delikanlı Kerem Yılmazer, aileler arasındaki bildik çekişme. Son Mutludur.

Erol günaydın yaşlı kadın rolünde müthişti. Şarkılar enfesti. Müzikler hala aklımda.

Bir de magazin haberi. Ağabeyim o gece Tülin Oral' a aşık olmuştu. (Tabii bekârdı)

Uzun süre de ismini tekrarladı durdu.




Bence hâlâ çok zarif ve çok güzel. Sizce de öyle değil mi?

Ve Sonbahar Şimdi...  

Posted by Asuman Yelen in


Ruhum ve blogum ona kayıtsız kaldı diye Sonbahar konusunda suçluluk duyuyordum

günlerdir. Meğer yağmuru bekliyormuşum...

Dün gece bir çocukluk şarkısıyla başlamıştım yazıma. (Sonra boynum izin vermedi bitirmeme)


"Kurumuş dallar sarı yapraklar

Ağaçlara veda eder

Onları alır hırçın bir rüzgar

Uzaklara sürükler...


Kurumuş dallar sarı yapraklar

Ne acıklı bir nasibiniz var..."

....

Devamını getiremedim. Unutmuşum.


Bir de benim Fikret' imden bir giriş...



"HAZAN TEYZE

O her sabah uykusundan


Uyanırken mahmur mahmur,

Baygın gözlerinde ağlamaklı


Bir mahrumiyet okunur.


Has
ta, yazık, Hazan Teyze;

Hicran oldu hali bize!"

............



Sonra baba şairlerden örnekler, ki bu gün onları yazmamaya karar verdim, çoğunlukla veda,

ayrılık, hicran, hüsran, gözyaşı, ölüm vs...

Düşünüyorum da, asla bir anlam veremiyorum.


Tarafsız olarak, bu sonbahar düşkünlüğümün yaşamımın içinde bulunduğum dönemi ile

bir ilgisi var mı diye, düşünüyorum, hayır. O anlamda Kış' ın ortalarında bir yerlerde

olduğumun da bal gibi farkındayım üstelik. Yani, kaçıp sığınma, kalıp demir atma

durumları yok.

Gerilere doğru gidiyorum. Emeklilikte, çay, sabahlık, camda yağmur damlaları, geride

müzik durumları mı cazip, bu mudur diyorum. Bu da güzel tabii, ama değil.

Daha gerilere gidiyorum. Çalıştığım dönemlere. Ev ve iş çıkışlarında başımı kaldırıp, havayı

en çok zevkle içime çektiğim mevsim sonbahar. En rahat vasıta beklediğim, en keyifle

yürüdüğüm...Hafta sonları sinemalar, tiyatrolar. Dost toplantıları...

Daha geriye okul dönemine gidelim. Okulu sevdiğim zamanlarda, tembelleşip okulu

kırdığım zamanlarda... Hep sevdim. Trençkotuma, şemsiyeme düşen yağmur tıpırtılarına kulak

vermeyi, saçlarımın ıslanmasını, ıslak saçla eve döndüğümde annemin "bu ne hal böyle" diyerek

telaşlanmasını...

Çocukluğumda da en çok hatırladıklarım yağmurlu günlere dair. En özeller, en güzeller...



Sonbaharın, özellikle yağmurun benim tüm yaşamımda belirleyici, yaşadıklarımı ve

hissettiklerimi vurgulayan, garip bir gücü var. Oldu, oluyor ve eminim olacak...

Özellikle yağmur, tün yaşadıklarımın altını çiziyor, tüm düşündüklerimi anlamlı kılıyor,

tüm duygularımı sevincimi, hüznümü, umudumu, sevgimi doruklara taşıyor.


Beni bırakalım. Yapraklar kızarıp, sararıp dökülüyormuş muş. Sonra? Ne olmuş yani?

Önce bizim gözlerimizi sonra ressamların tuvalini şenlendiriyorlar.

Sonra, toprağa karbon ve azot olarak karışıp yeni bitkilere kim hayat veriyor?

Kıyılarda denizlere uçuşanlar deniz yaratıklarını beslemiyorlar mı?

Ve görüntüleriyle benim ruhumu...

Güneş eskisi gibi ısıtmıyormuş. Biz değil miydik "yetti bu güneş" diye feryad edenl. Akşam

olmasını bekleyerek eve kapanan. Benim gibi akşam çıkamayanlar için ne önerilir?


Sonbahar geldi uyuma ve kapanma mevsimidir diyorlar. Pöh.

Şimdi atacağız kendimizi dışarılara. Dostlarla buluşacağız. Dantel muhabbetler, entel

sohbetler yapacağız. En güzel sezon filmleri sizi bekliyor.

Ve en renkli fotoğraflar süsleyecek blogları şölen tadında...






Hep sevgiyle kalalım...

6 Ekim 2011 de Bizim Buralar  

Posted by Asuman Yelen in


Müjdeler olsun Elif Hanım dönmüşşş!...


Sabah Paçoz' la gezinirken yine ok gibi geldi hayvanın üzerine.

Saçlar uzamış, boy uzamış, sesinden tanıdım. Kuş cıvıltısı-su şırıltısı tadındaki o coşkulu

sesle yine "ay ay Paçoş gelmiş" diye diye koşarak yanımıza geldi. Nasıl sevindim anlatamam.

Paçozun da kuyruğunu sallayışından sevindiği belliydi. Bir yıldır köydeymişler.

Bu yıl okula başlayacakmış. Onun için dönmüşler. Herhalde okul öncesi eğitim çünkü

5 civarı gösteriyor. Biz onunla konuşurken yere yakın sapsarı kocaman bir baş iki iri mavi

gözünü paçoza dikmiş yalpalaya yalpalaya bodoslama üzerine geliyor.

Aman zaman demeye kalmadan güler yüzlü sarışın genç bir kadın da peşinden

seğirtti. Küçük bey kardeşi, kadın da annesiymiş. Babayı bir yere uğurlamışlar çocuk peşinden

yaygaraya başlayacakken anne Paçoz' u gösterip dikkatini dağıtmıak istemiş. Görünen o ki

Elif Hanımın hayatı bu sene daha güzel geçecek anlaşılan geçen yıla göre.

Hem annesi yanında, hem yeni bir kardeşi var. Ne hoş...


Yüzümüzde tebessüm gezintimize devam ederken çocukların oyun alanından canhıraş bir

çığlıkla yerimizden sıçradık. Paçoz kuyruğunu kıstırdı, ben kim düştü, kime ne oldu diye

bakarken bir başka çığlık. Sonra tekrar diğeri. 2-3 yaşlarında iki oğlan kumlara oturmuş ses

yarıştırıyorlar. Kan tepeme sıçradı. Annelerine bakındım. Müdahale edecekler diye bekledim.

Gülerek sohbetlerine devam ediyorlardı. Bu da yeni trend oyun. Ne kötü...


Akşam üzeri kuaförümden dönerken bize yakın sitelerden birinin bahçesinde, apartman

girişindeki merdivenlerin önünde serilmiş uyuyan kocaman bir köpeğin önünden

geçip giderken "pat pat pat" sesleri duydum. Gözüm köpeğe ilişince gözleri hala kapalı uyur

vaziyette iken taşa serili kuyruğunu yere vurmağa başladığını farkettim. Gülüyordu resmen.

Durup bekledim. Çok hoş bir rüya görüyordu besbelli. Sonra ses arttı, ritim hızlandı hızlandı

sonra yavaş yavaş doğrulup gözlerini açtı, bir silkindi, gerindi, apartman kapısına

yaklaştı. Neden sonra kapı açıldı ve elinde yiyecekler ve su kabıyla bir kadın dışarıya çıktı.

Beklediğim süre hemen hemen beş dakikaydı. Demek ki kadın evde hazırlıkları yapmaya

başladığı andan itibaren hissedip uykusunda sevinmeye başlamış. Ne Hoş...


Parkın içinden geçerken asık suratlı çifti gördüm. Adam kaykılmış yatıyordu bu sefer.

Kadın da yanında dimdik oturmuş öylece boş boş bakınıyordu etrafına...

Bir gün de tatlı tatlı sohbet ettiklerini göremiyeceğim bu gidişle. Ne kötü...


Yazımı burada kesip bir koşu aşağıya indim. Pasta yemeye. Erdem' in diploması şerefine.

İkinci mühendisimiz de diplomasını aldı. Ne hoş...


Hep hoş şeyler yazmak dileğiyle...Hoş günlere...

Sen Bir Deryasın You Tube  

Posted by Asuman Yelen

İstanbul' un havasında ya da bende müthiş bir sıkıntı var. Müzik en iyi ilacıdır dedim. Eskilerden yenilerden. Sonra aklıma bu şarkı geldi. Tıklarken hiç şans vermedim kendime. O da ne. Onlarca versiyonu. Hepsini dinledim. Çocukken öğrenip söylediğimize ( sözler duyduğumuz gibi)en yakın olanını buraya ara ara dinlemek için elimin altına taşıdım.

Bu şarkıyı biz ağabeyimden öğrendik. İnanılır gibi değil ama 1960 yılında o tarihte elekrtiği bile olmayan Adıyaman' da. Lisedeki İstanbul'lu müzik öğretmeni çocuk şarkısı olarak öğretmiş. Youtube da da çocuk şarkısı olarak geçiyor ama aslında bakınca anlamı tam bir ergin meyhane şarkısı.

Demiryolunda çalışan adam her gün tam evinin önünden geçerken düdük çalar ve karısının da borozanla karşılık vermesini bekler. Ama bu kez geçerken karısı borozanı öttürmez. Adam da karısının mutfağa birisini aldığını kendisini aldattığını düşünür.

Bizimkiler evlendikten sonra ara ara toplandığımız Cumartesi gecelerinde de bağıra çağıra çığırıp şenlendiğimiz bu şarkı bana harika bir nostalji yaşattı.

Hey gidi günler..







I've been working on the railroad
All the livelong day
I've been working on the railroad
Just to pass the time away

Can't you hear the whistle blowing
Rise up so early in the morn
Can't you hear the captain shouting
Dinah, blow your horn

Dinah, won't you blow
Dinah, won't you blow
Dinah, won't you blow your horn
Dinah, won't you blow
Dinah, won't you blow
Dinah, won't you blow your horn

Someone's in the kitchen with Dinah
Someone's in the kitchen I know
Someone's in the kitchen with Dinah
Strumming on the old banjo, and singing

Fie, fi, fiddly i o
Fie, fi, fiddly i o
Fie, fi, fiddly i o
Strumming on the old banjo

Örnek Mücadele  

Posted by Asuman Yelen in , , ,


Biliyorum görüntü, taşıma çok acemice. Ben teknik özürlüyüm. Bu haberi videoyu çok daha iyi

sergileyecek yüzlerce blogger var içinizde.

Ama gelin içeriğe bakın derim ben. Gerekli yerleri tıklayın, görüntüleri seyredip olanı biteni

okuyup öğrenin. Tıpkı benim gibi, isyanla umudu, nefretle sevgiyi aynı anda yaşayacaksınız

eminim.

Çok özel bir ülke burası. Çok kötülerle çok iyileri çok uzun yıllardan beridir bağrında taşıyor.

Zaman zaman her şey kötüden yana diye düşünüp umudumuzu tam da yitirmeye

başlayacakken sevginin görünmez gücü görünür oluyor ve mucizeler geliyor.

Ormanda geceli gündüzlü nöbet tutup hayvanlara bakan, zehirlenmiş olanları yaşama döndüren

tüm gönüllü veteriner ve hayvan severlere sonsuz minnet ve şükranlarımı sunuyorum...










Ormanda köpek seferberliği







Arnavutköy Bolluca Ormanı'ndaki zehirlenen sokak köpekleri havyanseverleri seferber etti.

Habere Yorum Yazın Habere Puan Verin


Ormanda köpek seferberliği
İSTANBUL
29.09.2011 03:47:22

Videoyu İzlemek İçin Tıklayınız

DENİZ AYAS

Arnavutköy Bolluca Ormanı'ndaki zehirlenen sokak köpekleri havyanseverleri seferber etti. Sosyal paylaşım sitelerinde örgütlenen havyanseverler 4 saat içinde ormana seyyar bir hayvan hastanesi kurdu. İlk etapta 70 köpeğe müdahale edilirken durumu ağır olan 10 köpek veteriner kliniğine kaldırıldı.

Arnavutköy ilçe sınırlarında bulunan Bolluca Ormanı'na köpekleri beslemek için giden Burhan Özkan isimli hayvansever, köpeklerin halsiz olduğunu fark ederek durumu yetkililere bildirdi. Özkan, sosyal paylaşım sitelerinden de bölgeye yakın olan veterinerlerden yardım istedi. Olayı duyan birçok hayvansever, ormanda toplanarak zehirlenen köpekleri aradı.

Talep üzerine İstanbul Büyükşehir ile Fatih Belediyesi'nin de ilaç ve mama götürdüğü ormanda bulunan zehirlenmiş haldeki yaklaşık 70 köpeğe, kurulan seyyar hastanede serum takıldı.

Durumu ciddi olan 10 köpek, hayvanseverler tarafından veteriner kliniğine götürüldü.

Bölgede bulunan hayvanseverler, sabaha kadar köpeklerin başında nöbet tutacaklarını söylediler.


Blog Widget by LinkWithin