Hazan  

Posted by Asuman Yelen in ,



Eylül bitiyor ve ben, can dostum Hazan' ıma bir hoş geldin bile dememiş miyim?



O, tüm büyülü renklerini ayaklarıma sermişken ve sabah - akşam yürüyüşlerimde

dinginlik veren esintisiyle saçlarımı şenlendirir, yüzümü okşarken...

Saygılı güneşi, sabahları sessizce belirip, hiç rahatsızlık vermeden, yakıp kavurmadan

bedenimi
ve yüreğimi ısıtırken...

Tatlı sükunetiyle ruhuma herkesten ve herşeyden daha iyi gelirken...

Ve içimdeki tüm korkuları, melankoliyi, hayal kırıklıklarını yok edip, kalan boşluğa

kucak dolusu huzurunu bir miktar tatlı hüznüyle harmanlayıp boca ederken...


Ne ayıp!


Ama o mevsimlerin en bilgesi, en görmüş geçirmişi ve en anlayışlısıdır.


Onu ne kadar çok sevdiğimi bilir ve bana asla gücenmez...

Kaldığım Yerden  

Posted by Asuman Yelen in ,


Bir küçük parantezden sonra yaşamıma kaldığım yerden devam

ediyorum. Sanki hiç gitmemişim gibi.

Arkadaşımın her zaman benim için hazırladığı odaya yerleşip,

terasta çaylarımızı içip sanki tam bir ay önce aynı yerde başladığımız

sohbete devam ederken de bunu düşünmüştüm. Sanki İstanbul

araya hiç girmemiş gibiydi.


Ben bu içinde hiç bir noktalama işareti barındırmayan keyifli küçük

parantezleri çok seviyorum. Tüm o meraklı soru işaretleri, yaşamı

yukarıdan, aşağıdan sürekli kesen, araya girip ileri atan, bekleten

virgüller, noktalı virgüller, asabi, şaşkın, alaycı ünlemler, açıklama

bekleyen otoriter iki üstüste nokta, belirsizlik ve yarım kalmışlığın

yan yana üç noktası, ve tüm yaşamı kesen, ayıran, bölen tüm o tireler, kesmeler, tırnak

işaretleri hepsi diğer devasa parantezin içinde, beni dönüşte yutmak ve küçük parantezimi

silmek üzere hazır bekleye dursun, ben o küçük zamanı, tatlı belki anlamsız bir gülücükle, küçük

harflerle konuşarak, manalar yüklemeye çalışmadan öylece yaşıyor, bir dahaki sefere kadar

yüreğime saklıyor, sonra tüm o işaretlerin "anlamlandırdığı" büüüyük büyük harflerle başlayan

büyük cümlelerle dolu dev paranteze balıklama dalıyorum.

Dalar dalmaz da tüüüm o işaretleri kullanarak büyüüük büyük cümlelerle dev paragraflarla ilk

yazımı yazıyorum :)))

(Böyle de uyumluyumdur gerçek yaşamla...)


Bu kez, Akçay-Güre-Altınoluk üçgeninde, daha çok yürüyüşle, bol sohbet, bol kanasta ile

geçti. Yine çok güzeldi.


Altınoluk' daki ördekli dereyi pek de korktuğum gibi bulmadım.








Girişteki ağaçlar yokolmuştu.

















2009 daki şu haliyle kıyaslanınca...

























Allahtan tüm ağaçlar gitmemiş:))











Ördekler de hayatlarından memnundu.

































Altınoluk' ta sonbahardan birkaç kare...
































































































Ve küçük gezilerimin olmazsa olmazları...




































Hep tatil tadında yaşayalım...

Paylaşmak  

Posted by Asuman Yelen in


Yaşam kocaman bir ders daha verdi bugün bana.

Dostuna güven, sevgiye inan, kaçıp bir yere sığınmaktansa kal paylaş dedi.

İster anlatarak, ister sessizce ama paylaş.


Karamsar, yılgın başladığım bu günümü, güvenle ve umutla kapatıyorum.

Kısa yolculuğuma da aynı duygularla çıkacağım.


Bu güzellikleri bana hissettiren,

Sevgiyle hazırladığı, benim aklımın alamayacağı karmaşıklıktaki (teknik açıdan) şahane

güzellikler ve kampanyasından dolayı Can Syshphos' a,

Bloğuna yüreğini dökerek birbirimiz için ne kadar değerli olduğumuzu bana hatırlatan

Sevgili Nur' a ve ,

Bloguma gelerek bana içten yürekten sevgi ve üzüntülerini hissettiren tüm dostlarıma

Yürek dolusu sevgiler ve teşekkürler...


Gerçekten kararlıydım. Dostlarım bunu anladılar. Anladıklarını hissettirdiler. Farklı şeyler

düşünenler de olacaktır. "Böyle olacağı belliydi" "ben zaten biliyordum" " o bunu hep yapıyor"

şarkıları da söylenecektir açık hava konserlerinde. Saygıyla karşılıyor, kısmen hakettiğimi

düşünüyorum. Bana da oh olsun.


Vee, bir kez daha dostlarımı, en çok da kendimi üzmemek ve aynı şarkıları işitmemek için,

şimdi, şuracıkta, kendimi bloguma, blogumu da sanal aleme çiviliyorum...



Tatil dönüşü, hep güzel şeyleri en çok da sevgiyi paylaşmak üzere...







Keyifle Kalalım...  

Posted by Asuman Yelen in ,





Sabah sekizde Paçoz' la kapıdan çıktığımızda bomboş ve tatil dolayısıyla bol arabalı park yerinde

bir arabaya yaslanmış biraz çocuksu, biraz keyifli, biraz da şaşkın gözlerle bize bakan çok yaşlı

bir amca gözüme ilişti. Yüzü bembeyazdı. Dikkatli bakınca tanıdım. Bizim çapraz blokta

oturan ben yaşlardaki güler yüzlü hanımın babası. Tam da beklediğim gibi, biraz sonra apartman

kapısından komşum da çıktı dışarıya. Ben her zamanki gibi arabaya binip gideceklerini

zannederken komşumun sapsarı yüzü, özensiz giyimi ve ağlamaklı halini görünce durdum.

"Asuman hanım, babam yok babamı gördünüz mü" diyerek merdivenleri telaşla indi.

"Arabanın önünde, sizi bekliyor" diyerek otoların arasında zor görünen adamı işaret ettim.

Bir anda ağlamaya başlayarak koştu babasına sarıldı. Biz oradan yavaşça uzaklaşırken o hala

"baba niye haber vermeden çıktın, öldüm meraktan ya geç farketseydim, kaybolup gitseydin

ben nasıl bulurdum seni..." diye söyleniyordu korkuyla. Sırtım ürperdi. Alzheimer. Ne çok

arkadaşım var böyle annesine, babasına, kayınvalidesine bakan. Bu blogda da anneanne

olduğunu muştuladığım bir ortaokul arkadaşım hem kayınvalidesine hem de torununa

bakıyor. Biriyle korkuyu, diğeriyle de umudu yaşıyarak, oradan oraya koşturup duruyor.


Paçozu eve bıraktıktan sonra yeniden başladığım sabah yürüyüşüm için tekrar çıktım.

Sitelerin etrafında genişçe bir ring yapıp tatil gazetelerimi de aldım dönüşte. Sonra çayımla

tostumla ayağımın dibinde Paçozla konuşlandım balkona.

Güneş yükselince içeri kaçtım. Gece salon masasında kenarlarına başladığım puzzle ımla

biraz vakit geçirdim.


Gazetelerim ve puzzle ım.











Öğlen mutfağa geçip yarın gelecek olan yeğenim için yemek hazırlamaya

giriştim. Sonra gözüm pari bacası şeklindeki kahve kavanozuna ilişti. Rayuş yoktu.

İçmemeyi düşünüyordum ama canım çok istedi. O ben olmayınca asla içmez. Tadını

alamıyormuş. Ama ben içtim. Hemde bir çay fincanı dolusu. Kötüyüm işte kötüyüm :))

Sonra bir de kendime fal bakayım dedim. Hadi size de göstereyim. (Bi falım eksik kalmıştı)



İlk gözüme ilişen sırt üstü düşmüş ayakları havaya dikili kocaman bir at. Eyvahh dedim

gitti muratlar. (Falda at murattır.) Sonra aklıma geldi. Falı kötüye yorma asla değildi

mutadımız. Öyleyse, sadece yan gelip keyifle yatıyordu atımız..:)) Zaten hemen biraz

ilerisinde karşıma bir yol çıktı. Hem de açıktı. Hemen ucunda da bekleyen bembeyaz bir yürek.

Her sıkıntılı zamanımda hiç beklemediğim anda beni arayıp derman olan dost yürek.

Demek bir yolculuk var. Şöyle Güre' ye kadar. Benim falım hep çıkar.


Yarın Can gelecek. Önce Başından sonuna kadar tüm yazdığım postları bir dosyada

toplayacak, sonra da bir CD ye yükleyecek. Sonra da blogumu iptal edecek.

Geldim gidiyorum şu teknik işlerden zerreyi miskat kadar bir şey öğrenemedim.

(Kulakların çınlasın Nihat Doğan) Aslan yeğenlerim benim. Biri açma ve düzenleme

işlemini yapmıştı, diğeri de lağvetme, toparlama ve saklama kısmını deruhte edecek.


Ayağımın rahatsızlığı nedeniyle eve bağlandığım 2009 yılında, beni diplerden çekip yaşama

değişik bir dünyadan bağlanmama yardım eden bu blogun yaşamıma kattığı çoğu güzel

bir yığın şey oldu. Tabii bir sürü de dost. Öyle ki telefonum susmak bilmiyor. Mailler

yağıyor. Sağlığımı merak edenler, sebebini anlamak isteyenler...Yoksa bir pinpon emekli

mi buldun diyenler;)))




Blogumu bırakmaya karar verme nedenim onun başında oturduğum sürece aldığım

amansız kilolar dostlarım. Obez olmaktan korktum. Sizi temin ederim şimdiden tam beş

kilo verdim bile. Neydi o öyle, yazdıkça şiştim. Okudukça şiştim. Zorum ne :)))


Bu da blogumda kullandığım son alıntı ve de çalıntı fotoğraf olsun








Ciddileşelim biraz...

Haberi olup yorumlar yazan, haberi henüz olmayan, beni sevdiğini söyleyen, yazılarımı

okumaktan keyif duyan, akranım ve de hatırnaz saygı dolu genç dostlarımı sevgiyle

öpüyor, herkese mutluluk diliyorum...


Sağlıcakla kalın...


Bu sondu gerçekten. Sadece biraz daha keyiflli olsun istedim...Can da gelişini bu güne

erteleyince ve başladığım resimle (Paçozun) bitireyim deyince...


Bir de müzik ilave edelim tam olsun...



Takdis  

Posted by Asuman Yelen in ,

Ülfet Karaca Candır


Dünyamız için, göğün busesini kazanan bu küçük kalbi, bu beyaz ruhu takdis ediniz.

O, günesin ışığını sever, o annesinin yüzüne bakmayı sever.

O, tozu toprağı hor görmeyi ve maddiyatı sevmeyi öğrenmemiştir.

Onu kalbinize bastırınız ve takdis ediniz.

O, bu yüz yol ağzındaki ülkeye geldi.

Kalabalığın arasından sizi nasıl seçti, kapınıza geldi, ve yol sağlığı almak için elinizi

yakaladı, bilmem.

O kalbinde bir tek kuşku olmadan gülüp konuşarak sizi izleyecek.

Onun inancını azaltmayınız, onu doğru yola götürünüz ve takdis ediniz.

Elinizi onun başına koyunuz, ve altındaki dalgalar gittikçe tehdit etse, coşsa da, yine

yukarılarda hava gelip yelkenlerini şişirmesi ve onu selamet limanına usul usul

götürmesi için dua ediniz.

Bırakınız kalbinize girsin aceleniz arasında onu unutmayınız.


Ve onu takdis ediniz.


R.TAGORE

Büyüyen Ay


Tagore ile başladım, onunla veda etmek istedim...

Bugün elime ulaşan bir arkadaşımın el emeği bu güzel resme uzun uzun baktım.

Uzun uzun düşündüm hangisinin yerinde olmak istediğimi, bir türlü karar veremedim :)

Ama Ganj Nehrinin oralarda, derme çatma bir kulübecikte sevgiyle koşuşturan ayağı

halhallı keyifli, evcimen bir Hintli kadın olma hayalim depreşiverdi yine.

Neyse, bu resme, en sevdiğim, en anlamlı parçayı iliştirip veda etmek fikri en güzeli

gibi geldi.

Neden veda derseniz, tadında, kararında ve sevgiyle bitirmek istedim.

Ve o gün bu gündü.

Tüm dostlarıma, herşey için, başta dostlukları için teşekkür ediyorum.

Ve...

İlk yazmaya ilk başladığım zamanlardaki gibi.

Hep Sevgiyle Kalın diyorum...

Nice Yıllara Canım...  

Posted by Asuman Yelen



Mutlu yıllar canikom, 62 inci yaşın kutlu olsun...


Umarım iyisindir. Bizler gördüğün gibi bıraktığın yerde tastamam , eski tas eski hamam

yuvarlanıp gidiyoruz.

Oğlun, belki yaşamının en mutlu ama bir o kadar da telaşlı günlerini yaşarken,

bizler de yüzümüzde kocaman tebessümler, belki gözler hafiften yaşlı onu izliyor, iki

teyze, senin iki yarın olabilmek için çırpınıyoruz ama bu hesap pek de doğru gelmiyor bana.

O kadar da basit değil bence. "Bir" in yeri öyle kolay dolmuyor ya neyse...


Memlekette izlediğin gibi her şey aynı. İstanbul aynı. Senden sonra on iki yıl daha yaşlandı.

Geçkin starlar gibi yaş aldıkça görüntüsünü gençleştirmek için elinden geleni yapıyor. Dünya

starı olma peşinde. Spor, estetik, dışarıdan sınırsız müdahale, çok keyifli, çok frapan

görünüyor, pek doğallığı kalmadı sanki, ifadesiz, taşlaşmış, çok estetikli yüzler gibi. Ama

sanatının ve bilgeliğin doruğunda her star gibi. Durmuş oturmuş, herkesi kucaklamaya,

sevmeyenlerini de hoş görmeye hazır, fanlarının kraldan kralcı hoş görüsüzlüğüne karşın.


İnsanlar bıraktığın gibi. Herkes kendi aleminde. Hepimiz kendimize göre bir yol tutturmuş

gidiyoruz. Ciddi, güleç yüzlü, illgili, ilgisiz, alaycı, şefkatli, acımasız, sevimli, sevimsiz, sürekli

değişen maskelerimizle bazan kalabalıkların içinde bazan yalnız dolanıp duruyoruz.


Mutluluk, acı, hüzün, sevinç, telaş, korku, kuşku ve tüm duygular hemen herkese uğrayarak

düzenli turlarını sürdürüyor.


Sevgi ve hoşgörüye gelince, işte onların durumu çok acıklı.


Hepimizin yüreğinde, ya küçük küçük sıkılı yumrukların içinde, ya da atılmamış çığlıkların

arasında bir yerlerde sıkışmış kalmış, dökülmesinden korktuğumuz incilerimiz onlar.

Belki de korkmakta haklıyız. Belki de kaçak olmasın diye mantolamalıyız yüreklerimizi.

Üzerini de rengarenk boyamalıyız belli olmasın diye.

Arada bir, kazara dökülüyor ya bazıları. Bazan ayaklara takılıyor.

Sendeliyor insan.

Daha da kötüsü, basıyor üzerine birisi, hooop !...

Burun üstü yere çakılıyor :))

Bırakalım oldukları yerde kalsınlar. Kimsenin bir yerleri acımasın aman...


Durumlar böyle gülüm. Seneye gelmezse ölüm, yine buralardan anlatırım ahvali.

Kimbillir belki de birlikte seyrediyor oluruz burun üstü düşerken ahali.

Belki eğleniriz izlerken, belki de yüreğimizi burkar insanoğlunun acınacak hali...

Nice yıllara canım...

Ruhumun Gıdası  

Posted by Asuman Yelen

Edvard Grieg - Solveig's Song



Ruhumun Gıdası  

Posted by Asuman Yelen

FAKE - FALSO Maria Callas: "Barcarolle" Offenbach



Ruhumun Gıdası  

Posted by Asuman Yelen in ,

Ah Bu Havalar...  

Posted by Asuman Yelen in




BENİ BU HAVALAR MAHVETTİ



Beni bu kötü havalar mahvetti


Böyle havada sıyrılıp çıktım akıllı-başlı emekli hüviyetimden


Patlıcanlı böreğe böyle havada alıştım


Böyle havada vuruldum bol domatesli karışık kızartmaya


Eve light yoğurt ve yağsız peynir getirmeyi


Böyle havalarda unuttum.


Abartma ve saçmalama hastalığım


Hep böyle havalarda nüksetti.


Beni bu berbat havalar mahvetti.





Bi yağamadın be yağmur, bi esemedin sen de deli rüzgâr...


Ne ıspanaklı, ne sade,

(Büyük teyze olarak gerçek dünyaya dönmem gerekiyor bu aralar.)

Şimdilik bana müsaade...

Zor İşler Bunlar...  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Galiba bayramın son günüydü. Misafirler yeni gitmişti ve ortalığı toparlıyordum.

Salondaki televizyon açıktı. Ekranda açık havada bir kız çocuğu kalabalık karşısında

konuşuyordu. Neden bahsettiğini emin olun bilmiyorum. Bir ara sustu. Daha doğrusu

konuşmak istiyordu ama boğazı düğümlenmiş gibiydi. Merakla bekledim. Yutkunarak devam

etti. "Bir de rica ediyorum... lütfen..." Ağlamaya başladı. "Çocuklar karne hediyesi

olarak babalarından köpek istiyorlar. Sonra da aldıkları köpeklere bakamayıp sokağa

bırakıyorlar." Hıçkıra hıçkıra devam etti. Artık ezberlediklerini değil

hissettiklerini söylüyordu. " Yazık değli...mi...o köpeklere.... aç kalıyorlar..." Hıçkırmaktan

daha fazla konuşamadı. Yüzünü kapatıp kaçtı gitti. Çok masum bir acıydı...


Biraz önce orman tarafından gelen ve son zamanlarda hayli artan köpek çığlıklarını

işitince birden o kız çocuğunu ve o akşam beni de ağlatan saf üzüntüsünü hatırladım.

Hemen ayaklarımın dibinde huzurla uyuyan Paçoza bir göz attım. Biricik dostuma...


11 yılı aşkın bir süre önce ben de aynı hataya düşmek üzereydim...


Rayuşla kahve içiyorduk arkadaşım aradığında. "Şimdi kucağımda ne var biliyor musun,

minicik şipşirin bir yavru. " l5 - l6 yaşlarımızdan beri , hemen her hafta sonu,

çoğu yaz tatillerinde seyahatlerde birlikte olduğumuz arkadaşım ilk defa bir köpekten böyle

heyecanla bahsediyordu. "Gece ayaklarımın dibinde uyudu. Öyle masum ki zavallı. İki

de kardeşi var. Onlar da çok güzel. Diğerlerini dağıttım. Hadi bunları da siz

alın. Hemen yarın getiririm. Çoook güzelleeer..."

Eşinin akrabalarından birinin çiftliğinde bir ay önce doğmuşlar. Anneleri ölmüş,

aç bi-ilaç ortada kalmışlar. Colie-sokak kırmalarıymışlar.

Rayegân' la bir an bakıştık. " Hemmen getir " dedik. O tarihlerde onlarda evde kedi yok.

Hastalıklar, filan. Yeni biraz toparlanılmış. Yaşamla uyuşmaya çalışıyoruz.

Her neyse, şirin şirin planlar yaptık. Tüm köpekli enstantanelar düşünüldü.

Köpekli filmler, ağzında gazete taşıyan şirin köpekler, keyifli oyunlar...


Rayuş, aşağıya evine inip coşkuyla eşine anlatınca, sağduyulu, serinkanlı eniştem

ona hemen almadan önce biraz düşünmesini önermiş. Benim tam 6 ay süreyle yaşamımı

allak bullak eden tüm güçlükleri sıralamış. Tabii vazgeçilmiş. İşin komik yanı,

arkadaşım da o ilk günlerin coşkusundan sonra kırılan ilk değerli vazonun

arkasından yollamış bir başka arkadaşına.

Bense şaşkın, acemi, evin içinde oradan oraya koşturup durmuştum. Ne ayakkabım kalmıştı

kemirilmedik, ne rujum yenmedik. Birden büyüyüvermişti korkmuştum. Sesinden

ürkmüştüm. Oraya buraya yaptığı çişleri silmekten bileklik takmak zorunda kalmış, bütün

eve naylonlar sermiştim. Kitaplardan okuduğum tuvalet eğitimini uygulamaya çalışıyordum.

Oysa bildiğini okuyor, her şeyden habersiz şaklabanlıklar yapıp duruyordu. Bir yandan

çaresizlikten ağlıyor, bazı şeylerine de kahkahalarla gülüyordum.

Bu günlere kolay gelinmemişti yani...


Bu on bir küsur yıllık kaya gibi sağlam dost, şu anda ne yazdığımı biliyormuşcasına yanımda

gururla kuyruk sallıyorsa bunda her ikimizin de doğallığının ve içimizden birinin

doğası gereği kafasının hiç karışık olmamasının karşısına verdiği rahatlık yatmakta.


Köpekler dostlarının yanından sıkılınca yok olmazlar.

Ve o mükemmel sezgileriyle sizin her sıkıntınızda yanınızda bitiverirler.

Ön iki patileriyle dizlerinize basıp sessizce akan gözyaşlarınızı koca dilleriyle

silerler.

Ve ölene kadar dostlarının yanında dimdik kalmasını bilirler.


Düşünüyorum da, aslında sadece biraz acılı, biraz şaşkın olduğum bir dönemde,

hakkında hiç bir şey bilmediğim birini, fazla düşünmeden koruma saikiyle

hayatıma sokmak fikri aslında ne büyük bir riskmiş. Hemen altı ay sonra onu

bir başkasına yollamayı düşündüğümü hatırlıyorum. Son anda ağlayarak vazgeçtiğimi.

Yapabilseydim, ben bu gün onu aklımdan tamamiyle çıkarmış, yaşantıma devam ediyor

olacaktım. Ama biliyorum ki onun için hiç kolay olmayacaktı.


Evet dostluk böyle başlamamalı.

Şansa bırakılmayacak kadar değerli çünkü...

Himalaya' ya  

Posted by Asuman Yelen in ,





Dünyanın oluşumundan itibaren, Himalaya, toprağın tırtılmış koynundan çıkarak,

güneşe
zirveden zirveye meydan okuyordun...


Sonra kendi kendine : "Daha yukarıya çıkma" dedin, ve sana, kaçıp giden bulutları

sevdiren coşkun duruldu ve sonsuzluğu selamlamak için durdun...


İşte o zamandır ki nazlarında özgür olan Güzellik seni çiçekler ve kuşlarla donattı.

Sen, çekildiğin köşende, dizlerinde taştan sayısız sayfaları açılmış çok eski bir kitap

taşıyan bir alim gibi duruyorsun. Bilmiyorum hangi efsane orada çizilidir.


Acaba ilahi münzevi Shiva' nın ilahi aşık Bhavani ile birleşmesinin efsanesi mi...

Yoksa kudretin şefkatle birleşmesinin trajedisi mi?...


R.Tagore

FİRARİ' den


Bir de cümlecik aynı kitaptan. Gözüme illişiveren...


"Ve uyandıktan sonra insan, unutmak için gülümseyemez."





Yaşamı Güzelleştiren Şeyler  

Posted by Asuman Yelen in ,




Çok güzel bir geceydi...

Bir çok başka güzel gece ve günlerin başlangıcı olduğunu hissettiğimiz hoş bir dostluk gecesi.

Güzel bir mekân, güzel bir ortam, hafif hafif esen rüzgarın eşliğinde geçmişten bugüne,

bugünden yarına uzanan keyifli bir sohbet. Herkesi mutlu eden hoş sürprizler, rastlantılar.

Tüm bunlardan hoşnut, mutlu, güzel bir çift. İki kıymetli genç.

Ve bizi yukarılardan bir yerlerden mutlulukla izlediğine inandığımız bir çift göz...

Çok uzun zamandır, bu sabahki kadar mutlu uyanmamıştım güne :))

Tatsız Tuzsuz Zevksiz Ruhsuz  

Posted by Asuman Yelen in , , , ,





Satrancı ilk kez annemle babam oynarken gördüm. Tavlaya hem çok benziyor, hem de hiç
benzemiyordu. Her ikisi de damalı bir zemin üzerinde karşılıklı iki kişinin oynadığı bir oyundu.
Aradaki, fark bir tanesinin çok hızlı ve gürültülü, diğerinin son derece sessiz ve yavaş
oluşuydu.İlkini şaşkın ve eğlenerek, diğerini de saygıyla ve merakla izlerdim. Akşam başlarlar,
biz yatmaya giderken onlar sessiz ve düşünceli o masanın başında oturur devam ederlerdi.

Sonraları kurallarını ben de öğrendim. Bazan yendim, bazan yenildim. Gördüğüm gibi uzun uzun düşünerek oynadığımdan olacak, çok hevesli kimse yoktu benimle oynamaya. İş hayatı, yaşam telaşı bıraktım peşini ta ki yeğenler sırayla doğana kadar. Sırayla hepsine kurallarını ben öğrettim, sırayla hepsi beni, çoban matı, koyun matı, kaval matı şeklinde yenip silkelediler. Okulda öğrendikleri hızlı çekim formüllerle. "Biz sizin yerinize düşünüp hazırladık, siz ezberleyin yeter" diyen bazı insanların hazırladıkları kalıplarla. Bir kitap alıp ben de öğreneyim dedim, çizimler, a5 b7 g3 derken asla hoşlanmadım. Şimdi okullar, turnuvalar, çok güzel ama, çocukların kurulu saat gibi, kurallarla, muhakeme etmeden, fazla düşünmeden ezbere dayalı paket oyunlarla çok zevk aldıklarını sanmıyorum.



Sporda da aynı durum söz konusu. Sevdiğim teniste örneğin, eskiden oyuncular kortun her yanına sağa- sola, fileye geriye, her türlü vuruşu kullanarak koşuşturarak keyifli maratonlar sunarken, şimdi "ace" denilen sıkı, karşı oyuncunun karşılık veremeyeceği kadar sert başlangıç servis atışlarıyla puan kazanarak işi bitiriyorlar.


Bunun için nasıl sert bir hazırlık yapılıyor bilmiyorum ama, bugünün genç tenisçilerinin suratı da (sevinirken bile duvar gibi) turşu satıyor adeta.

Futbola bir göz atalım. Sonuca gitmek için her şey mübah, tekmeler, kambura yatmalar. Yerinde faul yapmayı beceremeyan futbolcu cezalandırılıyor. 'Fair play' ciler kınanıyor.

Matematikten bir örnek...

Musluk problemleri, yol problemleri, yaş problemleri, benim için (yine babam demek zorundayım çünkü o kadar güzel açıklayarak öğretti ki hepsini) keyifli bir eğlenceydi. Ne zaman formüller ve ezberler girdi devreye, tüm keyfim kaçtı gitti, tabii başarıyı de yanında götürerek.





Günümüzde herşey plan ve program dahilinde yaşanıyor. Çocuklar, en mükemmel (!) burcu içeren günlerde dünyaya getirilmek üzere planlanıyor. Beslenmeler reçetelerle yapılıyor, sağlık, tabletlerle destekleniyor. Her meyva, her sebze tabletlerin içine sıkıştırılıp sunuluyor insanlara. Sonra diyetler... Burç diyetleri, kan grubu diyetleri. Uzay diyeti bile var.


Ve şablonlar...

Beni bu yazıyı yazmak üzere masanın başına oturtan, yaşamın en yaygın, en acımasız, en düşündürücü enstrümanları. Beni 'Asuman' yerine onlarca belki de yüzlerce kişiden biri yapan cep telefonumdaki 'bi tıklık' özel gün kutlamaları. Güzelim bayram gününde beni bir şablonun parçası yapan klişeler.

Ve şu satırları yazarken telefonuma düşen, yollayıcısı bir numaradan ibaret ve içinde benim adım geçmeyen bir tane daha...



Sonra durup biraz düşününce...

Galiba buna da şükretmeliyiz.

Tümden unutulmaktan iyidir belki, kim bilir?


Boğucu, sıkıntılı bir İstanbul havasından beynime üşüşenler.

Yağmuru hasretle bekliyorum. Ferahlatıcı esintileriyle birlikte...


Sevgiyle kalın...

Blog Widget by LinkWithin