I'm A Fool...  

Posted by Asuman Yelen in

True Love  

Posted by Asuman Yelen in ,



Alttaki yorum benim için oldukça moral bozucu...

*

Grandpa, I miss you.  I know this was your"s and Grandmas song.

Gerçi bu (High Society) benim çocukluk filmlerimden Adana' da 1959 da

izlediklerimizden. 1956 da çekilmiş.

Ohhh...Misss  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Nihayet....

İçtik sabah kahvemizi.

Araya hiç zaman girmemiş gibi,

sanki dün de içmişcesine

devam ettik bildik sohbete kaldığımız yerden

bayram sevinciyle ve coşkusuyla

dünyanın en tatlı kızkardeşiyle...

Yanında rehavete kapılabildiğim,

konuşurken kelimeleri seçmediğim,

"dilim sürçer de kırarsam,

ya küsüp giderse ??? "

diye endişelenmediğim,

-portakal orda kal hesabı yapanlara inat-

esnerken ağzımı kapamadığım,

arkamı dönmekten korkmadığım

şefkati sonsuz,

inadı inat,

dediği dedik,

bir tanecik

dostum,

Rayuş' umla...

Sadece bir sabah kahvesiydi belki

Ama dünyalara bedeldi.

Çok güzeldi...

Jim Reeves ~ Distant Drums  

Posted by Asuman Yelen in





15-16 yaşlarımızda bangır bangır bağıra bağıra söylediğimiz bir şarkı...

Nasıl da naif sözler. Delikanlı "askere gitmeden önce evlenelim, kim bilir, gidip de

dönmemek var" diyor.(mealen, özetle)

Doğru olup olmadığını bilmiyorum ama o tarihlerde Jim Reeves'in bu şarkıdan hemen

sonra bir uçak kazasında öldüğü yazılıp çizilmişti. Nasıl da üzülmüştük.

Sözleri hala ezberimde ve hâlâ mutfakta söylerim zaman zaman. Ama o tarihlerden beri

(1966-67) ilk defa Jim Reeves' den dinledim şimdi. Garip duygular içindeyim.

Bu arada kendimle ilgili bir şey dikkatimi çekti.

Sahi ben niçin en çok belki de sadece mutfakta şarkı söylüyorum ki?


Platters - Smoke Gets In Your Eyes  

Posted by Asuman Yelen in

Yesterday 1966  

Posted by Asuman Yelen in ,






Ablamın daha doğrusu ikimizin şarkısı.

Her toplantıda her vesileyle bana söylettikleri şarkı.

Lise bitirme sınavında İngilizce' ci Meral Hanımın dersleri boşladığımı bildiği

için diğer hocalara rezil olmayayım diye soru sormayıp, onun yerine söylettiği

şarkı.

Ama en çok, şurup gibi sesiyle ablamdan dinlemeyi sevdiğim şarkı.

İleri yaşlarda küçük bir değişiklikle söylemeyi alışkanlık edindiğim şarkı.



Yesterdey, life was such an easy game to play

now I need a place to hide away...


Galiba ben buralarda nostaljiik bir arşiv yapmaya başlıyorum. Siz bana aldırmayın

dostlar....

Jacques Brel - Ne Me Quitte Pas  

Posted by Asuman Yelen in ,





İzmir' den kuzenim sevgili Hikmet ağabeyim, bir mail dolusu müzik yollamış.

İçlerinde neler yok ki...


Sağolasın haberdar eden kuzen, varolsun dijital dünya....

Herşey Onlar İçin...  

Posted by Asuman Yelen in , ,








İlk kez bu sene gördüm ki, çocuk kitapları hayli

çeşitlenmiş.












Türk yazarlar, yabancı yazarlar, nereye

bakacağımı, neyi seçeceğimi şaşırdım.













Küçükler için, renkli, resimli, italik el yazılı...














Hepsini tek tek okunak istedim desem...
















İşin en güzel yanı onları paketlerine

birer gofretle birlikte keyifle

yerleştirip bayramı beklemek...







Bayram sabahı erkenden önce apartmandan, sonra siteden, akşama kadar duyup da taa

uzaklardan gelen çocuklara paçozun hav-havları eşliğinde vermek.

İçlerinden birkaç tanesinin (aslında çoğunun) birer kitap kurdu olmasını hayal etmek...













Hoşluklar  

Posted by Asuman Yelen in ,


Son haftanın genel sıkıntılı halini yavaş yavaş atıyorum üzerimden.


Büyük ve kapsamlı bir bayram temizliği yaptık bu gün. Tek sorun, tüy dökme dönemini yaşayan

Paçoz' a rağmen, bu pırıltıyı bayrama kadar koruyabilmek.


Ramazan' ın son haftasına girdik. Pidesiz günüm geçmedi -ki olmazsa olmaz- ama bu sene

1-2 kg. fazla ile atlatacak gibiyim.


Marketteki kasiyer kız, mahallenin çoğunluğu sarı suratlı, öfkeli, bedbin insanlarına o çok geniş

gülümsemesini hiç bozmadan sebil gibi dağıtmaya devam ediyor.


Çok sevdiğim Yeşilçam tadındaki dizim minik küçük hoş mesajları nostaljik müzikleri ile ve tam

da istediğim gibi gelişerek bu günkü huzurumu taçlandırdı. (Hayret kaldırılmadı)


Havalar güzel gidiyor. Sabah kuş seslerine uyanıyoruz. Gece tül perdelerimiz yüzümüzü

okşayan hoş esintilerle dans ediyor.


Karşımızdaki parkta, ilkbahar renkleri ısrarla ışımaya devam ederken, sonbahar renkleri de

ağaçlardan başlarını uzatmaya başladılar.


Yarın, çocuklar için kitap seçmeye gideceğim. Başladığından beri (6-7 senedir) çoğu, genç kız,

delikanlı olurken, yeni doğanlar ilkokula başladı. Yelpaze genişliyor.

Ciddi, sorumluluk yükleyen bir o kadar da zevkli bir iş.

Yarın ya da daha sonra daha ayrıntılı yazabilirim bu konuda.


Veeee,

Bayram geliyor. Yeğenler gelecek. Yemekler, tatlılar yenecek.

En güzeli de Rayuş' la sabah kahveleri içilecek :)))


Herkese sağlıklı, huzurlu bir hafta diliyorum...




Hoş Bir Etkinlik  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Güzel fikir Buğday Tanesi' nden, çekilen kur' a sonucu, güzel kitap Leylak Dalı' ndan geldi.

Düşünen de yollayan da sağ olsun.

Kitaplıkları kitapla dolsun...


Rastgele bir şiir kitaptan.


İSTANBUL

Kamyonlar kavun taşır ve ben

Boyuna onu düşünürdüm.

Kamyonlar kavun taşır ve ben

Boyuna onu düşünürdüm.

Niksar' da evimizdeyken

Küçük bir serçe kadar hürdüm.



Sonra alem değişiverdi.

Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak,

Sonra alem değişiverdi

Ayrı su, ayrı hava, ayrı toprak.

Mevsimler ne çabuk geçiverdi

Unutmak, unutmak, unutmak.


Anladım bu şehir başkadır

Herkes beni aldattı gitti,

Anladım bu şehir başkadır

Herkes beni aldattı gitti.

Yine kamyonlar kavun taşır

Fakat içimde şarkı bitti.


Cahit KÜLEBİ




Bir Küçük Mesaj...  

Posted by Asuman Yelen in ,


Çok Teşekkür Ederim...

Aslında güne hiç de iyi başlamamıştım...

Son zamanlarda gözlemlediğim bazı şeyleri bir türlü içime sindiremiyordum.

Hatta eni konu umutsuzluğa da kapılmaya başlamıştım.

Birlik ve beraberliğin, sevgi ve paylaşımın zirvede olması gereken bu güzel ayda, insanların

muhtelif nedenlerden kabuklarına çekilip, birbirlerinden uzaklaştığını görmek, sokaklarda,

araçlarda parlamaya hazır gergin sararmış, asık yüzlü insanlar izlemek...

Ramazan Ayı' nı, sadece açlık ve tövbe ayı sayıp evlerine kapananlar...

İhmale uğrayan dostluklar...

Yine ardarda gelen şehit haberleri...

Sıkıntılar içinde yorgun argın girdim eve. Kuyruğunu sallayan Paçozun başını okşadım,

elimi yüzümü yıkadım. Sonra umutsuzca, sadece alışkanlıktan göz ucuyla baktım, Ramazan' ın

başından beri pek de çalmayan telefonuma.

Ekranda bir numara vardı...Bir de küçük mesaj...

Bir küçük özür mesajı.

Hiç beklemediğim ama görmeyi (duymayı) çok istediğim...

Beni rahatlatan, içimi huzurla dolduran...

Çok teşekkür ederim.

İnsan' a dair umudumun hiç eksilmemesi gerektiğini bana bir kez daha hatırlattığın, beni

böylesine mutlu kıldığın için...

Kocaman sevgiler sana...



Eskilerden bir Sezen şarkısı...  

Posted by Asuman Yelen in

Bir diziden kulağıma çalındı. Ne severdim ben bu şarkıyı...





Pilav ve Hoşaf  

Posted by Asuman Yelen in , ,














Neden sevilir bu ikili bir arada?

Biri tuzlu, biri tatlı. Hatta ekşi- tatlı karışımı. Bir kaşık birinden ardından bir kaşık öbüründen.


Çocukluğumuzda eni- konu öğün yemeği hazırlanırdı sahurda da. Önden çorba, sonra

etli bamya, nohut ya da patlıcan, fasulye ve mutlaka tereyağlı pilav.

Annem ahşap masanın üzerine pilav tenceresini, ardından sayımızca dolaptan çıkardığı iç içe

geçmiş cam kâseleri tek tek tabaklarımızın yanına koyardı.

Sonra büyük bir kâse içinde sahurun 'olmazsa olmaz' ı, bana göre de 'olmasa daha iyi olur' u

hoşaf gelir ve herkese paylaştırılırdı.

Neredeyse doğduğu andan itibaren, önüne ne konursa şapırdata höpürdete dört bir yana saça

saça, çarçabuk yiyip bitiren, ergen yaşına kadar üzerime yapışıp kalan meşhuur 'orman kibarı'

ünvanını sofra başında kazanmış olan bendeniz, hoşafı bu yaşıma kadar asla sevememiş,

caanım pilavın bütün keyfini kaçırdığını düşünmüşümdür.


Eski Ramazanlara dönelim biz yine...

Hemen şunu belirtmeliyim. Çok küçücük yaşlardan itibaren sahur yemeğe başladık. Çok

yalvarırdık bizi de kaldırmaları için, ama bu asla minicik yaşlarda oruç tuttuğumuz anlamına

gelmemeli. Rayegânla bu akşam onu konuştuk. Çok eğlenir, Rayuş'un deyişiyle sürekli

kıkırdaşırdık. Uykudan yemek kokularına kalkmak çok hoşumuza giderdi.

Şu meşhuur yarım günlük oruçları tuttuğumuz yaşlardı. Her sofra bol sohbet demekti bizim için.

Radyo çok güzeldi. Karagöz-Hacivat, Bal Mahmut sohbetleri, hatırladıklarımız hep güzel şeyler.


Bu güne gelince...

Anlatacak pek bir şey yok.

Yarın kendime hoşaf hazırlamaya karar verdim. Hem de erik hoşafı. Bir de yanına pilav.

Severek yiyeceğimden eminim.

Şapırdata şapırdata. Döke saça.

Yeniden "orman kibarı" olmak istiyorum. Hem de çok...





























O Mükemmel Hoşluk  

Posted by Asuman Yelen in ,





Lotus çiçek açtığı gün, yazık, başka yerlerdeydi aklım,

anlayamamıştım. Sepetim boştu ve ihmal edildi çiçek.


Ara sıra bir hüzün çökerken üzerime, uyandım düşümden, güney

rüzgarında garip bir rayihanın hoş izini buldum.


Bu belli belirsiz hoşluk özlemle doldurup sızlattı yüreğimi, ve bu bana,

kemale ermeyi uman hevesli yaz soluğu gibi geldi.


O zaman bilemedim bana nasıl da yakınmış o, benimmiş,

bu mükemmel hoşluk benim gönlümün derinliğinde çiçek açmış...




R. TAGORE
Gitanjali' den.
Türkçesi: Aytek Sever

Not: Bu harika eserin yepyeni çevirisiyle yeni baskısını bulup gönderen Leylak' cığıma, hem
ince düşüncesi için, hem de bu olağanüstü güzellikteki dizelerin benim için daha anlaşılır
olmasını sağladığı için sonsuz teşekkürler ediyorum.


Üç İstanbul  

Posted by Asuman Yelen in ,


"Yarın İstanbul' a gidiyoruz."


Yıl 1960. Adıyaman' dayız. Evimizin hemen yanındaki tarlaların arasında çimenlerle

kaplı boşlukta, her birimiz bir tepeciğin üzerinde hafta sonu keyfimizi yapıyoruz. Hepimiz bir

aradayız. Belli ki bu tüm aile birlikteliğini babam bir şekilde sağlamış, yukardaki sihirli cümleciği

aynı anda duyabilmemiz için.

Bir sessizlik. Bu bir şaka olmalı. Ama babam biletleri sallıyor.

Annem gözyaşlarına boğuluyor sevinçten. Babamla çatışmalı ve bu sebepten mesafeli duran

ağabeyim koşup babamın boynuna atlıyor. Bizler şaşkın ve mutlu anlamaya çalışıyoruz.

Hikaye şöyle. Bir gün ütü yaparken radyodan Zeki Müren' den "ana başta tac imiş" şarkısını

duyan annem, ağlamaya başlamış. Babam bunun üzerine izni için bu seyahati planlamış.


İstanbul benim için o tarihlerde, Türk filmlerindeki Yenicami, Galata Kulesi, fotoğraflarda

ablamla ayaklarımızı sarkıttığımız cumbasıyla ahşap bir ev. Sonra, ağabeyimin, harçlıklarını

biriktirip, yol parasını denkleştirir denkleştirmez her fırsatta kaçıp gittiği rüya şehri.

Bir de bildiklerimiz. Ablamla benim doğduğumuz, anneanne, babaanne, amcalar, teyzeler ve

kuzenlerin yaşadığı yer.


Sevgili kara trenimiz. Altı kişilik kompartımanda süper bir yolculuk. Ağabeyim akordeon çalıyor.

Şarkılar, türküler. Annemin poğaçaları. Rahatsız ama mutlu uykular.


Ve İstanbul...

Mersin, İskenderun, Antalya' da akşamlarımızı deniz kenarında geçiren bizler,

ilk defa denizin ortasındayız. Vapurda camdan cama koşuşturuyoruz. Martılar, çaylar, simitler.

Babam sürekli bize bir yerleri işaret ediyor. "Bakın çocuklar şurası Dolmabahçe sarayı. Şu da

Kız Kulesi..."

Sonrası hızlı çekim bir rüya. Göz yaşları, kucaklaşmalar, sofralar, yer yatakları. Bir gün

Kuzguncuk tepesinde, ertesi gün Beşiktaş' ta. Başka bir gün Zeytinburnu' da sonrasında

Bakırköy' de. Amcalar, Teyzeler, kuzenler, bahçelerde koşturmacalar, caddelerde

kaybolmacalar. Babamla Yenicami İş Bankasına gidiyoruz. Eski arkadaşları sevgiyle sarıyor

etrafımızı. Bu İstanbul' un her yeri, herşeyi güzel. Mutlu dönüyoruz Adıyaman' a.


4 yıl sonra...

Galata köprüsü üzerinde garip, taşralı bir grup. 20 yaşında bir delikanlı. Bir elinde akordeon,

diğer eliyle saçları örgülü, 7-8 yaşlarında bir kız çocuğunun elini tutuyor. Onların önünde de

12 ve 14 yaşlarında iki kız, birbirlerinin elini sımsıkı yakalamış, korkulu gözlerle, iki adımda bir

geriye bakarak yürüyor.

Güneş tepede cayır cayır. İnsanlar akın akın yanımızdan geçiyor. Kimileri de üzerimize üzerimize

geliyor adeta. Ürküyorum. Kâbusta gibiyim.

Önce berbat bir tren yolculuğu. Sonra bir insan selinin içinde kaybolmaktan korkarak sürekli bir

koşuşturmaca hali. İskelede turnikelere sıkışıyorum. Utanıyorum. Canım yanıyor. Bu vapur

başka vapur sanki. Ağzımın içi acı. Yüreğim sıkışık. Yaşadıklarımı aklım almıyor. İsyanlardayım.

Çok öfkeliyim. Ve çok korkuyorum.

Bir sürü telaşlı, şaşkın koşuşturma, binip inmelerden sonra "evimiz" e ulaşıyoruz. Birbirinin

aynı bir sürü sokaktan herhangi birindeki, birbiribin aynı apartman dairelerinden herhangi biri.


Her şehir değiştirişimizde babamın ifa ettiği görevi bu kez annem üsleniyor. Önce gelip

bankanın ödediği parayla bir ev satın alıyor, ikinci kez eşyalarla gelip evi yerleştiriyor. Sonra

ağabeyim de bizi getiriyor.


O İstanbul' da ben, uzun süre yalnız başına evden çıkamıyorum korkudan. Ön ve arka cepheye

hemen el uzatsan tutuverecekmişcesine yakın pencereleri ve balkonlarıyla diğer apartmanlar

üzerimize yıkılacak gibi duruyorlar.. Sanki evlerde herkes bağırarak konuşuyor. Müzikler,

bangır bangır. Sabahları, balkonlardan sarkıtılıp dövülen halı seslerine uyanıyoruz.


Bayramlarda, annem bizi akrabalara götürüyor. Örneğin Üsküdar' daki amcamlara. Önce

otobüsle Eminönü' ne gidiliyor. Yine vapur. Uzun süre turnikelere sıkışma korkusunu içimden

atamıyorum. Beşiktaş' a otobüs' le, Bakırköy' e trenle gidiyoruz. Bir de minibüsler var tabii.

Anneme tüm bunları bildiği için şaşkınlıkla karışık bir hayranlık duyuyorum.



Yaşam devam ediyor. Lise yılları. Sonra iş hayatı. İstanbul' da yaşayıp gidiyoruz. Keyifli

zamanlarda, acılı zamanlarda, sabah ve akşam koşuşturmalarında, sinemalarında, tiyatrolarında,

her iki yakasında, sık sık ev değiştirerek onlarca semtinde, (Fatih, Ataköy, Bakırköy, Merter,

Kuyubaşı, Kazasker, Moda, Kartal....) Sadece, öylesine yaşayıp gidiyoruz. İstanbul' la aramızdaki

rabıta sevgisiz başlayan bir evlilikte oluşan alışkanlık kıvamında.


Ve Eminönü...

İlk gençlik yıllarımda benim için sadece vapura binilmek üzere geçilen bir uğrak yeri, bir de

hastalandığımda doktoruna görünmek üzere gittiğim Yenicami İş Bankası. Kalabalık, gürültülü,

ürkütücü.

Son gençlik yıllarımda ise tam ortasında yedi sene çalıştığım, yollarında koşuştururken hiç

farkına varmadan kanıma giriveren, kaybedilen sevgili gibi, emekli olduğumda deli gibi

özlediğim, her fırsatta koşup kucağına atladığım, sesini, tadını, kokusunu sevdiğim yer. Bu

bloglarda her fırsatta bahsettiğim, ayağım rahatsızlandığında, bir daha buluşamayacak olmaktan

delice korktuğum (kalabalığının) beni itip-kakmasından bile zevk aldığım sevgilim.

Benim İstanbul' um.


Dün, severek izlediğim bloglardan İzler ve Yansımalar da sevgili Esmir' in son yıllarda gördüğüm

en güzel İstanbul belgeselini hayranlıkla izler bir yandan da o harika müziği, o müziğin içindeki

Eminönü' nü dinlerken, tüm bunlar tek tek gözümün önünde canlandı. Hüzünlendim. Sonra da

mutlulukla, İstanbul' dan artık nefret etmekten vaz geçtiğimi keşfetmenin zevkini yaşadım.

Ne zaman oldu bu, hangi zaman diliminde bilmiyorum ama dün coşkuyla farkettim.


Bir kez de buradan teşekkürlerimi yolluyorum sevgili Esmir...

















İki Hoş Bina, İki Keyifli Gün  

Posted by Asuman Yelen in , ,



April Deniz, 13 yaşında. 5 yaşından beri resim yapıyor. İlk kişisel sergisini 2009 yılında 11

yaşındayken Ankara Çağdaş Sanatlar Merkezinde açmış.

Altınoluk' ta tarihi muhteşem Abdullah Efendi Konağının 3 odasının duvarlarını dolduran harika

resimlerini zevkle inceledik.





Abdullah Efendi Konağı hem iç mekan olarak, hem sergi sonrasında ikram edilen yiyecek

içecekleri örtülü masalarda sundukları, kedili, köpekli, ördekli hoş bahçesi ve yüksek konumu

itibariyle sahip olduğu muhteşem manzarasıyla çok görkemli bir bina. Buna ilaveten çeşitli sanat

etkinliklerine ev sahipliği yapıyor olması onu daha da değerli kılıyor. Bu sergilerden

bir kaç ay önce Altınoluk' ta büyük ses getiren bir tanesi de beni bu seyahatimde, güzel evinde

(içimi kıskançlikla dolup taşıracak kadar güzel) eşi ile birlikte ağırlayan eski mesai arkadaşım

Ülfet Karaca Çandır' a aitti. Yakınlarda açacağı yeni sergiye ait eserleri mutlaka blogumda

göstermek istiyorum.

Şimdi yeniden resim sergisine dönelim. Misafirleriyle tek tek ilgilenen, Picasso' dan etkilendiğini

resim yapmayı çok sevdiğini söyleyen bu güzel küçük hanımın malesef cep telefonumla

alelacele çektiğim çok az resmini koyabiliyorum.








Tatil izlenimlerimin son kareleri de sevgili Ülfet' in her katını kendi çeşitli el sanatlarıyla

oluşturduğu mobilyalar, minderler, goblenlerle döşeyip bezediği şahane evinin bahçesinden

olsun.

Ve tepedeki bu evin, şaraplarımızı yudumlarken gözümüzü şenlendiren sohbetimizi tatlandıran

manzaraları.


Antandros  

Posted by Asuman Yelen






Bu bir haftalık gezimin içine sürpriz iki antik kazı girdi. Henüz halkın ziyaretine açılmamış olan,

Eski Yunan dönemine ait bir villayı salonundan hamamına, dinlenme odalarına kadar gezdik.

Son derece bilgili, heyecanlı, işini seven aşağıdaki genç arkeolog, bize detaylı bilgiler verdi. Her

taş, her duvar, üzerindeki her desen, her oda, her sütun hakkında o günün tarihçesi

doğrultusunda uzun uzun bildiklerini anlattı. Gıptayla, hayranlıkla izledik. Sevdiği işi yaptığı her

halinden belliydi. Kızgın güneşin altında, kalabalık bir ekip durmaksızın çalışıyordu.


Artık fotoğraflar konuşsun isterseniz.







Ve bir sürpriz dost. Eski Roma' dan bir antik köpek. Benimse olmazsa olmazım.



Bir diğer kazı. Bu kez gencecik zarif bir genç hanım arkeolog bize rehberlik etti.






Sponsorlarından birinin de Altınoluk Belediyesi olduğunu öğrendiğimiz bu çalışmalar bir kez

daha topraklarımızda ne muhteşem bir tarihi zenginlik barındırdığımızı gözler önüne seriyor.

İzlemek, tanık olmak çok heyecan vericiydi doğrusu...

Blog Widget by LinkWithin