Süzüp süzüp....  

Posted by Asuman Yelen

29.6.2011



Tüm blogger dostlara sağlıklı, huzurlu, güzel bir hafta diliyoruz...




60  

Posted by Asuman Yelen in









Oldu en sonunda oldu bim bam bom

Yaşım artık altmış oldu bim bam bom

Duyduk duymadık demesin hiç kimse

İşte ilan ediyorum herkese...







Bir de hediyem var sizlere...


Over The Rainbow  

Posted by Asuman Yelen

Yukarılardan bir yerlerden bir hediye.....







İf all those little bluebırds fly beyond the rainbow....why can't I?

Mutlu Doğum Haftası (3)  

Posted by Asuman Yelen in




Yaşamın minicik şirin rastlantıları...

Biraz önce aklımdan yolculuk geçiriyordum. Şöyle şehirlerarası bir otobüste, hafif kaykılmış,

başımı geriye yaslamış, gözlerim kapalı ya da uzayıp giden yolda, her şeyi geride bırakarak

sadece motorun sesini ve kulağımdaki müziği dinleyerek...

Aynı anda arkamdaki televizyonda biri de hayatında en çok sevdiği şeyin uzun yollar olduğunu

hep yolculuk etmek istediğini anlatıyordu yanındakine.


Üüüşüüüyoruuum.

İstanbul' da geceler soğuk. Belli saatlerden sonra hırka giymek zorunda kalıyoruz ve gece

hala yorgan örtüyor, sabah üşüyerek kalkıyorum yataktan.

Balkonumda güller, domatesler ve canavar gibi açmış çok güzel çiçekler var. Seyahat planım

olmadığı için ömrümün orada geçeceğini düşünüyorum. Orada okumak üzere onlarca kitap

aldım. Bir tanesine de başladım. Yekta Kopan' dan Yedi Derste Vicdan Muhasebesesi. Bir öykü

kitabı . İlginçtir ki o da bir otobüs yolculuğu ile başlıyor. Yine hassas olduğum bir konu. Baba-

evlat ilişkisi gerçekçi bir biçimde masaya yatırılıyor. Yekta Kopan' ın kişiliğini, TV da yaptığı

işleri, tarzını çok sevdiğim için aldım. Çok kuvvetli bir kalemi de varmış meğer. Belki başka

kitaplar da yazdı ve benim haberim yok. 95 den sonra çıkan kitaplar ve yazarlarla ilgili pek fazla

şey bildiğimi söyleyemem.


Aslında başka bir şey anlatacaktım. Bu gün dost sohbeti yapmak geldi içimden. Evet balkonum

kırmızı yeşil rengarenk ve eskiyen şemsiyemi de yeniledim. Malum gündüz kapısı açık.

Bir hafta önce bir baktım pis kokular geliyor. Paçoz da suçlu suçlu sinmiş bir kenara. Aslında

günde en az bir kere şimdilerde sabah akşam dışarıya çıkarıyorum. Gece ve acil durumlar için

arka balkon, bir köşesinde su dolu kovalarla ( hemen yıkanmak üzere) ona bırakıldı.

Onbir seneden beri oradan başka bir yere (evde) hiç yapmazdı. Önce ufak mahrumiyet cezaları

verdim. Top oynamamak, ödül kemiği vermemek gibi. Ama bir şey çekiyor onu ön balkona.

Sonra gülleri her sulayışımda ortaya çıkan kesif amonyak kokusunu farkettim. Enişte işi çözdü.

Paçozu çeken o kokuymuş. Topraklarında bolca hayvan gübresi kullanılmış.

Cumartesi günü dışarı çıkarmak üzere sevk ipini taktım, poşetimi eldivenimi telefonumu

gözlüğümü küçük çantama hazırladım, tam birlikte kapıdan çıkacakken

balkonun kapısını kapamak üzere yaklaştım ki ne göriym. Yine aynı manzara...

Biraz teatral bir tavırla küçük çantamı sertçe kanepeye attım. Öfkeyle sevk ipini çıkarıp yere

fırlattım. Çalımla balkonu yıkadım. Bir kenara sindi, izledi.

İki gündür eskiye döndük. Olmazsa gülleri bahçeye yollarım. Rayuşların camının önündeki diğer

güllerin yanına ekilir. Dövecek, aç bırakacak halim yok. Gül de neymiş Paçoz' umun yanında.


Bizim buradaki park bu sene piknik yeri adeta. Çaydanlığını, ocağını alan çıkıyor. Eni konu

yemek hazırlanıyor. Mercimek köftesi börek patates salatası sıradan kalıyor. Yürüyüş yapanlar,

banklarda oturup sohbet edenler, kuytu köşelerde çiftler, çok şenlikli çok.

Bugün (bu sene ilk görüşüm) asık suratlı çift de katıldı aramıza. Yine uzakca bir ağaç altında,

herkese arkaları dönük, birbirlerine bakmadan, hiç konuşmadan oturdular.


Evde her gün her şey rutin. Her gün çaydanlığım bir kez yanıyor. Yemin ederim. Tek başıma

haftada iki damacana su tüketiyorum. Bir işe başlıyorum, gözüm başka bir şeye takılıyor, ona

girişiyor diğerini unutuyorum. Bir de bilgisayarın başına oturunca hepsini unutuyorum :))


2011 Haziran' ının son haftası itibariyle ahvalim budur. 1-2 sene sonra dönmüş okuyorken

kimbilir yaşamımda ne değişiklikler vukuuuuubulmuş olacak. Yani, çiçekler, balkon şemsiyesi,

kitaplar ve çaydanlıklar gib. :)))


Herkese keyifli günler diliyorum...

Mutlu Doğum Haftası (2)  

Posted by Asuman Yelen in , ,






Akrostiş


Bu haftayı çekmece ve defter karıştırarak geçiriyorum. Malum çağ atlıyorum. Çok önemli

bu günlerde yaptığım her şey. Geçmişimi kurcalarken geriye dönüp okumak üzere tarihe not

düşüyorum.

Her neyse, okul yıllarından bu güne kadar sakladığım müzik defterimin kapağına bir

münasebetsiz arkadaşımın karaladığı üç beş satır beni hüzünlü bir havaya girmekten

alıkoydu. Aynen aktarıyorum. Herhalde akrostişin ne olduğunu yeni öğrenmiştik.

Aptal


Salak


Ukala


Manyak


Avanak


Nalet


Bu arada ekran kirliliği için herkesten özür dilerim.

Hemen defterleri kurcalama faslına giriştim. Herkesin defterinde olduğu gibi bende de illa ki

vardır ama ezbere hatırlayamayacağım kadar eski günlerdendir düşüncesiyle ararken bir

kağıt parçası düştü önüme. 70 lerin başı. İlk çalıştığım banka grubuyla gidilip hoşça vakit

geçirdiğimiz piknikten bir anı. Çekiliş yapılmış. Herkes kendisine çıkana bu tarz bir şiir yazmış

muhtemelen. Bana bu kez daha akıllı ve nazik biri düşmüş (yukardakine nazaran).

Sanırım akrostişle birbirimizi tanımlama oyunu gibi bir şey. Yine aynen aktarıyorum.


Asuman



Anlayışlı


Sakin


Uzlaşmacı


Merhametli


Arkadaş canlısı


Nezaket timsali.



Vallahi ben yazanın yalancısıyım. Aslında eminim bu betimleme akrostişlerinde hepimiz

benzer kelimeleri kullanmışızdır o gün.

Sonra kendi yazdıklarımı aramaya koyuldum meşhuuur şiir defterimin sayfaları arasında.

İşte ilki. Tarih düşülmemiş ama l5-16 yaş şiirleri arasında. Canım yaa. Ne dert- tasa bu yaşta...

Aynen aktarıyorum yine:



Asla ama asla


Sevemedim bu hayatı


Uğraşmıyorum artık


Mutluluğu

Aramaya bu kokuşmuşlukta


Nafile olur çabam.




Bir tane de daha ileri yaşlarda denemişim bu tarz bir şey niyeyse. İsmimi çok severim.

Belki de bu yüzdendir. Hadi onu da yazalım bari:


Azalıyor zamanın, geçiyor vaktin dikkat et.


Sevgiyi, mutluluğu aramaya sen de başla hemen.


Uzun yıllar geçirdin yaşamadan -nefes aldın elbet-


Maziyi unutup, geleceğe çevirirsen başını ve...


Artık silersen gözünün o akmayan yaşını


Ne mi olur, bilmem. Falcı mıyım ben?




Sonunda işin içinden çıkamamışım herhalde :))







İşte böyleymiş benim akrostiş maceram. Çok heveslendim. Bu gün de bir tane yazıp kariyeri

tamamlamış olalım.


Akıllı ol

Sakin ol

Uslu dur

Maziyle oyalan

Aslında yaşam dediğin

Nerden baksan koca bir yalan.




Görüşmek dileğiyle.....
































Mutlu Doğum Haftası (1)  

Posted by Asuman Yelen in



Firuze 2011




Gün bu gün işte.

Olan oldu.

Gün geldi,

bir de dönüp baktın ki

düşler

yudum yudum içmiş yıllarını.


Artık ağlama zamanı

ve

o günleri anma

bu günlere yanma zamanı.



Ne duru suya benzeyen sükunetin,

ne zaman zaman volkana benzeyen

heyecanların

ne de

deli rüzgara benzeyen

coşkuların kalmış.


Gözlerindeki telaş yok artık.

Gözbebeklerin,

kirpiklerinden süzülüp

tam ortasına

çivi gibi çakılmış

acılı bir bakışın donukluğunu

yansıtıyor aynalarda.



Sor bakalım kendine

acelen neymiş.

O duru güzelliğin

baki miymiş.


Bugün

baharda yeşiller

hala kıskanıyor mu güzelliğini...


Düşün bakalım

yıllar

sandığın kadar yavaş mıymış.


Şimdi

öde bakalım bedelini

bu aptalca güveninin,

bu komik gafletinin

hiç bozulmayacak sandığın

güzelliğinin...


Artık ağlama zamanı.

Ağla firuze

ağla...




Değişim  

Posted by Asuman Yelen

Yüksek otlarla örtülü bir patikada onun sesini duydum.


- "Beni tanıdın mı?..."


Arkama döndüm ve onu gördüm.


- "Artık ismini hatırlamıyorum ..." dedim.


Cevap verdi.



-" Ben senin gençliğinin ilk büyük acısıyım..." Ve gözleri şebnemlerle


parıldayan bir sabaha benziyordu.



- "Gözyaşlarının derin hazinesi artık tükendi mi?" diye devam ettim. Gülüyor,

cevap vermiyordu.


O zaman anladım ki gözyaşları yeni bir lisan öğrenecek kadar
vakit

bulmuşlardı.

- "O zaman diyordun ki, " diye fısıldadı, " sonsuza kadar acılarını

kutsayacaksın..."



Kızardım.

-"Evet ama zaman geçti insan unutur," dedim.



Ellerini ellerimin içine aldım ve ilave ettim.

-" Asıl değişen sensin..."


-" Geçmişin tüm acıları artık huzurla yer değiştirdi... " Dedi.



R.Tagore



Firari ' den

Prayer  

Posted by Asuman Yelen in ,

1985 yılıydı.

l984 Kasım' ın da Can' ın doğumu, sonra 1985 Ocak başlarında Rayuş' un evlilik telaşesi, hemen

ardından evliliği, bu arada Anadolu Yakası' na taşınmam nedeniyle Bakırköy' den Sultanhamam

Şubesi' ne tayinim, alışma sürecim, Can' ın ağır hastalığı, nekahat döneminde bir müddet bende

kalmaları filan derken yalnız kalabildiğim günlerin başlarıydı.

Kuyubaşı' nda çok şirin bir eve taşınmıştım. Huzurlu ve keyifli günlerdi.

İşten eve dönmüş, kanepeme kurulmuş televizyon izliyordum. O dönem ne izlerdim pek

hatırlamıyorum. Sanırım TRT 2 de Türk Sanat Müziği olurdu. Önce koro söyler, sonra tek tek

solistler eski, ağır klasik parçalar okurdu. Hep kasete çekerdim. Hala da dururlar bir dolapta.

M.Ali Birand' ın 32. Gün' lerini çekerdim bir de. Bam telime dokunan bazılarını "Asu Özel"

kasetime çektiğim , o dönem, bu günle kıyaslarsak, gerek melodi, gerek söz açısından çok daha

kaliteli iyi parçalar vardı. Mazhar-Fuat- Özkan, Ayşegül Aldinç, Nilüfer, Banu, Leman Sam,

Sezen, ilk anda hatırladıklarım. Bazan da umulmadık bir zamanda sürpriz bir konser çıkıverirdi

karşımıza ve bunun için hazırda bir boş kasetim kayıt için beklerdi.

O gece de ekranda ansızın bembeyaz elbisesi ve çok anlamlı yüzüyle en sevdiğim (ilk on, ilk üç

değil) kadın sesinin sahibi Barbra Streisand görünüverince ilk işim kayıt butonuna basmak oldu.

Sonrası baştan sona bir duygu seliydi. Hiç unutmadığım.

Bir açık hava konseriydi. Siyasi amaçlıydı. Sanırım atom bombası karşıtı belki o dönem bir ülkeyi

ya da bir savaşı protesto amaçlı bir konuşma yaptı. Üzerinde resimdeki beyaz giysi vardı ve

makyajı yok gibiydi. Söylediklerini anlamam imkansızdı. Sonra o evrensel dili konuşturdu.

Tüm yüreğimle ve ruhumla anladığım ve sevdiğim dili, müziği.

İzleyiciler karanlık bir ortamda masalara oturmuş birçoğu tanıdığımız eski, yeni, genç, yaşlı

sanatçılardan oluşan dostlarıydı. Kimi sinemadan, kimi sahneden.

Küçük açıklamalar yaparak başladığı her şarkıyı , ki bildik, ağır parçalardı, tüm o insanlar

dikkatle, yer yer kahkahalarla, bazan gözyaşlarıyla ama sevgiyle ve ilgiyle izliyorlardı.


Öyle hoş bir duygusal paylaşımdı ki, ben de sessizce katılıvermiştim aralarına.

Bir ara başını gökyüzüne çevirip Judy Garland' dan bahsetti ve " bizi dinlediğinden eminim"

dedikten sonra "Somewhere Over the Rainbow" u söylemeğe başladı. Tek kelimeyle müthişti.

Hepimiz ağlıyorduk izlerken. Onları bilmiyorum ama benim için çok önemlidir o parça.

Bir ara "What kind of fool" u söylemeğe başladı. Şarkının tam ortasında karanlıklardan bir

yerlerdan Barry Gibbs şarkıya eşlik ederek yanına geliverdi. İki eski sevgilinin düetleri

gerçekten izlenmeye değerdi.

Sonunda ışıklar karardı. Beyazlar içindeki Barbra bir mum yaktı ve ilk defa o gece o konserde

işittiğim ve zaten duygu yoğunluğu içinde iken beni hem altüst eden ve aynı zamanda tuhaf bir

biçimde de huzurla buluşturan şarkısını söyledi. Söylerken ağlıyordu. Kamera seyirciler arasında

gezindi.

Kadın erkek hemen herkes ağlıyordu. Sonra masaların arasına karıştı, herkesle tek tek sımsıkı

kucaklaştı, teşekkür etti.

Bir daha izleyemediğim o konseri (yayın ve kayıt çok kötüydü ve sonra da yanlışlıkla silindi)

ve zaman zaman izlediğim o şarkıyı sevmekten hiç vazgeçmedim.













Herkesin babalar günü kutlu olsun...


Papa, can you hear me?

God - our heavenly Father.
Oh, God - and my father
Who is also in heaven.
May the light
Of this flickering candle
Illuminate the night the way
Your spirit illuminates my soul.

Papa, can you hear me?
Papa, can you see me?
Papa, can you find me in the night?

Papa, are you near me?
Papa, can you hear me?
Papa, can you help me not be frightened?

Looking at the skies
I seem to see a million eyes
Which ones are yours?
Where are you now that yesterday
Has waved goodbye
And closed its doors?
The night is so much darker.
The wind is so much colder

The world I see is so much bigger now that I'm alone.

Papa, please forgive me.
Try to understand me.
Papa, don't you know I had no choice?

Can you hear me praying,
Anything I'm saying,
Even though the night is filled with voices?

I remember ev'rything you taught me
Ev'ry book I've ever read.
Can all the words in all the books
Help me to face what lies ahead?
The trees are so much taller
And I feel so much smaller.
The moon is twice as lonely
And the stars are half as bright.

Papa, how I love you.
Papa, how I needKissing me goodnight. you.
Papa, how I miss you



Nedir bu güzellikler.. .Nedir bu güzellikler...  

Posted by Asuman Yelen in ,







Yapraklarda inciler






















Renklerde birinciler



















Doğadaki motifler





















Sanki rüya gibiler





















Kokularıyla mest ederler






















Gözümüzü şenlendirirler

























Ruhumuzu dinlendirirler






















Hayranlık uyandırırlar




















Doğayı canlandırırlar

















Mücevherleri andırırlar
















Güneşle güzelleşirler




















Zerafette üstlerine yoktur.




















Cancağız
ım benim

tüm güzelliklerden habersiz


uyur.

9 Haziran 2011  

Posted by Asuman Yelen


İşte bu mavi gözlü çapkın yakışıklı, benim yavruma, ninesi yaşındaki Paçoza asılıyor.

Son birkaç gündür de işi fiiliyata dökmek istiyor.

Ama bizim kıza ters bu işler.

Dün onlar becelleşirken künyemi kaybettim. Kılım bile kıpırdamadı.

Eskiden olsa uykum kaçardı.








Bu gördüğünüz tomurcuk, benim balkonumdaki saksısında açmak üzereyken, ve ben neredeyse

gözümü dikip beklemişken, iki saksı gülüme gözüm gibi bakarken tarafımdan koparıldı.

Bir kaç küçük sineği kovmak için bir küçük fiske vurmak istedim. Sert kaçtı sanırım.

Nasıl üzüldüm anlatamam.

Eskiden pek de umursamazdım.

Ben yoksa yavaş yavaş yaşlanmaya başlayacak mıyım diyorum....



Bu arada....






Hala sıcak.

Un helvası. Benzetememiş olabilirsiniz diye açıklıyorum.

Artık yalnızca tam buğday unu kullanıyorum. Un helvasında ilk defa denedim.

Benim tabağım diye de koyarken düzeltmedim.

Bakmayın öyle dağınık ve özensiz göründüğüne. Onun ruhu pardon tadı güzel...


Annemin 42 inci sene- i devriyesi.

O ve tüm gidenlerimiz nurlar içinde yatsınlar...


Herkese sevgiler...

İçimizdeki Çocuklar  

Posted by Asuman Yelen in



Hızla yanlarından geçıp gidiyordum ki ağabeyin sesini duydum.

"Sakın birbirinizin elini bırakmayın. Yanımdan ayrılmayın. Caddeye de fırlamayın" diyordu

yeni kalınlaşmaya başlamış ergen sesiyle.

Bir yandan da arabasına enlemesine yerleştirdiği uzunlu kısalı ağaç dallarını ve diğer eski

eşyaları dengede tutmaya çalışarak arabayı itiyordu.


Çok eskilerden, kırkı aşkın yıl öncesinden bir anı geldi gözlerimin önüne, bir başka ağabey

sesi çınladı kulaklarımda benzer sözleri tekrar tekrar söyleyen.

Yaşamamış olmayı dilediğim, hatırlamak istemediğim bir günle ilgili.


İki ufaklık, elele tutuşmuş ağabeylerinin yanı sıra neşeyle yürüyorlardı.

Üçünün de yüzleri üstleri kir pas içindeydi.

Ama üçünün de keyfi yerindeydi.. O kadar güzeldiler ki.

Onların bu saf güzellikleri yanında, Çamlıca' da o gün görüntülemeyi planladığım tüm bahar

çiçekleri, evimin civarında fotoğraflarını çektiğim rengarenk tomurcuklar, hepsi, hepsi o an için

önemlerini yitirdiler.

İki farklı tad...  

Posted by Asuman Yelen in ,



EZEL

Dün seyrettim.

Her seferinde aynı şey.

İşlerimi bitirip oturdum başına. Tüm dikkatimi toplayıp, hiçbir ayrıntıyı kaçırmamak adına,

merakla, ilgiyle, gerilerek, heyecanlanarak, şaşırarak hep ama hep beğenerek seyrettim.

Daha önce hiç seyretmediğim tarzda, müthiş beyin ürünü bir senaryo, ilgiyi sürekli ayakta

tutan, hep şaşırtan olaylar örgüsü. Oyunculuklar, aksiyon, teknik, görüntüler, mekanlar.

Toygar Işıklı' nın enfes müziği. Tıpkı Fatmagül' de oldığu gibi.

Müthiş bir tutku hikayesi. Yorucu, yaralayıcı, sarsıcı ama vazgeçilemeyen.

Tüm duygular ayakta izleniyor. Bol adrenalin, zaman zaman gözyaşı.

Çok büyük bir mutfakta kalabalık, telaşlı , işini bilen bir ekip tarafından büyük uğraşmalarla

emek sarfedilerek hazırlanmış, büyük bir tabağa, görselliğe önem verilerek yerleştirilmiş,

kusursuza yakın lezzette bir füzyon mutfak ürünü gibi.

Çok seyrek yeme fırsatı bulabildiğimiz...




TÖVBELER TÖVBESİ

Bugün seyrettim. Müziği başlarken insanın içi huzurla doluyor.

Ezel' in bünyemde bıraktığı tüm harabiyeti aldı götürdü.

Bir sürü eski Türk filminden tanıdık esintiler. O her birini ayrı saçma bulduğumuz Ayhan Işık,

Belgin Doruk, Göksel Arsoy, Türkan Şoray hatta Kenal Sunal filmlerinden.

Ama bir şey var. Samimiyet. Tüm ekip sanki el ele vermiş, yurdumuz insanını dertlerinden

sıkıntılarından biraz olsun nasıl uzaklaştırırız düşüncesiyle, sakin sakin kendilerini kasmadan

bu diziyi hazırlamışlar. O filmleri alıp, biraz bugüne uyarlamışlar.

Konu malum. Karakterler sahici ama. Her birinin yanıbaşımızda bir karşılığı var. Saplantılar,

zaaflar, saflıklar, kurnazlıklar. Evladına zarar verdiğinin farkında olmayan sevgi dolu anneler,

sevgilisini değiştirmeye uğraşan, mesleğinden utanan genç kızlar. Şİrin sosyal yaşamla ilgili

komik öğeler var. Beklenmedik incelikler var.

Sürpriz, eski, yeni, arabesk ama sanki tam zamanında geliveren hoş müzikler var.

O güzelim yeleği ve minik küpeleriyle can Füsun Demirel var.


Çocukluğumda okuldan ya da sokaktan aç ve yorgun döndüğümde masanın üzerinde beni

bekleyen, annemin küçük mutfağında tek göz gazocağında türküler söyleyerek pişirdiği, iri

soğanlarını kıvrık domates kabuklarını bir kenara iterek yediğimiz fiyonk makarna tadında.

Ki hala damağımdadır...

Yine Nadal...  

Posted by Asuman Yelen in ,


Bir Roland Garros Fransa Açık Tenis Turnuvasını daha bitirdik.

Roland Garros, Grand Slam Turnuvalarında nedense en sevdiğim (kırmızı toprak kort çekici

geliyor galiba) ve son iki yıldır eskisi gibi takip etmeğe başladım.

Bu kez ilk gününde enişte bey haber verdi. O da çok sever ve benden daha sadıktır izleme

konusunda. Ara ara seyrettim ama iki finali baştan sona izledim.

Bayanlarda çinli tenisçi Li na (Sharapova' yı eleyip finale kalmıştı) asık suratlı uzun isimli

İtalyan rakibesini yenerek adını ilk defa Roland Garros tarihine, ülkesini de finale taşıdı.

Yine bir İtalyan finalde olduğundan herhalde, seyirci kalitesi yine bozuktu. Akdeniz kanının tüm

çılgınlığı tribünlere gürültü şeklinde yansımıştı.

Ben çok iyi başlayan ama biraz geri düşünce gereksiz yere demoralize olan Federer' in

yenmesini isterdim. Nadal yeni nesil sert tenisçilerden olduğu için sanırım. Ama maça çok güzel

asıldı.

Bu maç esnasında bir tencere enginar ve bir çaydanlık yandı.

Eğer maç esnasında Fransa' da sağanak yağmur yağmasaydı Paçoz çıkarılmayacaktı.

Paçozu bu kadar sürükleyerek ve koşturarak ve bu kadar kısa zaman dönmecesine hiç

gezdirmemiştim.

Acıktığımda bir şeyleri lavaşın içinde dürüm şeklinde TV. dan gözümü ayırmadan yedim.

Farkettiğimde iş işten geçmişti.

Elimde, dürümü sardığım peçetenin sadece ufak bir parçacığı kalmıştı.

Gerisini yemişim.

Bir Pazar günüm de böyle geçmiş oldu...

Herkese iyi haftalar...

Ben küçükken...  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Leylak ' cığım iki seneyi aşkın bir süredir okuya okuya bıkmamış olacak ki bir kez daha

anlatmamı istemiş çocukluğumu mimleyerek. Bunu zorlanmadan ve keyifle yapmaya amade

olduğumdan emin olarak.

Çok haklı tabii...

Onun güzelim yazısını okuduktan sonra hemen oturdum masama yazmak üzere.

Nereden başlayacağımı bilemedim.

Benim " Muhteşem on yıl" ım.

İlk üç yılı atarsak, neredeyse her anını hatırladığım on harikulade yıl.

Bu on yılda neler yok ki...

Çok şehir, çok okul, onlarca ev. Yığınla komşu, arkadaş, park, cadde, sokak, tarla, dere, ağaç,

nehir, dağ, sahil, sinema, piknik, müsamere, bayram, tören.

Kimi zaman, tabanı şap, merdiveni ahşap, kimi zaman çift balkonlu , cilalı parke tabanlı,

banyosuz, fayanslı duşlu banyolu, bahçeli, damlı, teraslı, tavuklu, hindili, arılı, kedili değişen

binaların içinde sevgisi, saygısı, keyfi mutluluğu hiç değişmeyen, (tabii biz çocuklar için) güzel bir

yuva . Yüzlerce, binlerce anı. Anlatmakla bitmez...


Okulda, sorumluluk sahibi çalışkan bir çocuktum. Çok çalışkandım. Arkadaş canlısıydım ve

paylaşmayı severdim. (özellikle yiyecekleri çünkü bisküvi verir kete, bazlama alırdım:)

Şaka bir yana memur çocuğu olup da yerli (köy tabiri) çocuklarla arkadaşlık eden tek

(abartmıyorum) çocuktum. Bu yüzden öğretmenlerim beni hep çok sevdi. Bir de büyük sınıflara

tahtada onların çözemediği problemleri çözmek için çağrılırdım. Temsillerde baş rol oynar,

mutlaka solo şarkı söylerdim. Törenlerde de hep izciydim. (Arı obası)

Yazın hep sokakta oynar, (çelik-çomak, sek sek, istop, saklambaç, köşe kapmaca) öğlenleri bir

koşu eve gidip yemek yer, sonra akşama kadar yine oynardık.

Pazar günleri babamla geçerdi. Sabah büyük yatağa iki kızını iki yanına yatırır , Rayuş' u da

göğsünün üstüne oturturdu. (3-4 yaşlarındayken) "Bu odanın içinde" diye başlar, bir eşyanın

ilk ve son harflerini vererek bulmaca oyununu başlatırdı. Sonra birimizin bitirdiği cümlenin son

harfi ile diğerinin cümleye başlaması şeklinde gelişen bir başka oyuna geçilir beceremeyen

Rayuş sıkılır, " hadi baba süzüp süzüp" diye mızırdanırdı. Bu şarkıya davet demekti. Babam

başlardı..

süzüp süzüp de ey melek
o çeşmi nimhabını
neden ya rağbet etmemek

dağıtmağa sehabını


gönül beğendi sevdi pek
hitabını cevabını


iç şimdi iç şarabını

ko bir yana hicabını

aç şimdi aç nikabını

ayan et afıtabını


Çok sonra Rahmi Bey' in Nihavend Yürük semaisi olduğunu öğrendiğimiz bu şarkıya biz de

dilimiz döndüğünce eşlik etmeye çalışırdık. Bir oyun gibiydi. Arkasından değişen muhtelif

şarkılar örneğin tangolar ("Suna" ya da "çok uzakta bir ilkbahar gecesinde" gibi) söylenirdi.

Babam bunu teatral bir tarzda yapar, bizi güldürürdü.

Müzik evimizde hep vardı. Babam Hawaian gitarını bir pena ve bir demir parçasıyla çalar,

ağabeyim akordeonuyla ona eşlik ederdi.

Bazan Mersin' deki evin damında akşam serinliğinde bazan Adıyaman' da evin yanındaki

arsada toplanıp Sadettin Kaynak' tan ya da Nev' eser Kökdeş' ten (sevdikçe seni, kuş olup

uçsam) şarkılar söylerdik.

Bol bol kitap okurduk. Babam zaman zaman iki kitapla gelir, arkasına saklar sağ mı sol mu

yöntemiyle ablamla bana verirdi. Yanı sıra Tommiks Teksas, Doğan Kardeş gibi dergiler elden

ele geçerdi. Sonra Babam bizi Şermin' le tanıştırdı. Böylece Tevfik Fikret hayatıma girmiş oldu.

Babamdan ilk dinlediğim Fikret şiiri Ken' an, çarpık bacaklı, çelimsiz herkesin alay konusu bir

delikanlının kurtuluş savaşından döndüğünde nasıl kahramanlar gibi karşılandığını anlatıyordu.

Bu şiirle aruzun musikisine vurulmuştum. Hemen ezberledim. Sonra kendimi Rübab-ı Şikeste

elimde babamın dizinin dibinde buldum. Balıkçılar, Hasta çocuk vs...Müthiş zevkliydi.


Biraz muzip, biraz patavatsız biraz da ukala bir çocuktum. Adıyaman' da okulun bahçesinin içine

bir duvarı bakan bir yatır vardı. Duvarında bir delik vardı ve içi kapkaranlıktı. Bıyıkları terlemiş

delikanlılar zeyratın (onlar öyle derdi) en az iki metre uzağından geçerken ben gözümü dayar

bakar, parmağımı ya da bir sopayı delikten içeri sokardım. Onlarla da gırgır geçerdim.

İlkokul birinci sınıfta bir arkadaşım söylediğim bir kelimeye içindeki bir hece yüzünden ayıp

deyip küçümsediği için çok kızmış okulun en kalabalık yerinde yüksek sesle o heceyi

tekrarlayınca kızların ağızlarını kapayıp çil yavrusu gibi dağıldıklarını benim de derdest edilip

öğretmenler tarafından götürüldüğümü hatırlıyorum.

Babamın iş dönüşleri çoğu zaman tüm aile zaman zaman yalnız benimle akşam şarkıları

söyleyerek yaptığımız gezintilerden,

Yazlık ve kışlık sinemalardan, ablamla oynadığımız evciliklerden, kedimiz Rengin' den

muhtelif zamanlarda bahsetmiştim.


Evet, sevgi, müzik, şiir, seyahat, oyun, başarı, güven dostlukla doluydu yaşamım ben küçükken.

Hatırladığım, bana (bize) hissettirilen kötü hiç bir şey yoktu bu yıllarda.

Ne annemin sonra bulduğum günlüğünde okuduğum korkunç para sıkıntısı, çok sevdiğim

babaannemle ara sıra yaşadığı sürtüşmeler, ne babamın zaman zaman marazi hale gelen

kıskançlığı (sonradan annemin anlattığı) bize hiç hissettirilmedi. Ya da anlamadık.

Biz çok mutluyduk. Bu on yıl o kadar muhteşemdi ki sonrasında diyetini ödeye ödeye

bitiremedik.


Bugün, bir yandan ekranlarda iç burkan dostluk, birlik türküleri çalarak, sloganlarla özlü

cümlelerle çağrılar yaparken bir yandan meydanlarda ağızlarından tükrükler saçarak sesleri

kısılana kadar birbirlerine olmadık hakaretler etmek ikiyüzlülüğünü gösteren liderlerin yarattığı

umutsuzluğa,

Bir yandan da sağımdaki solumdaki genel olarak kanıksadığım ama zaman zaman şaşırmaktan

hala kendimi alamadığım ikiyüzlülüklere, uğradığım hayal kırıklıklarına ve sevgisizliğe

tahammül edebiliyorsam, bunda o muhteşem on yılın o kadar büyük katkısı var ki...

Hep sevgiyle kalalım...


Bu mim benden de sevgili Lale' ye ve Sünter' ciğimme gitsin...

Blog Widget by LinkWithin