Bonsai  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Bir yıl daha....

Kırk altı yıl önce bu gün ana sevgi musluğum vanadan bıçak gibi kesildi.

O günden beri hep eksik yaşadım.

O günden beri yaşadığım her olay, gündelik, sıradan, beklenmedik, sıradışı, mutlu eden, üzen...

Tanıdığım tüm insanlar, sevdiklerim, beni sevenler, üzdüklerim, beni üzenler, kaybettiklerim...

Hepsi bir şeyler kattılar yaşantıma, büyüttüler, olgunlaştırdılar, dinginleştirdiler...

Ama ana sevgi damarı kuruyıp kılcallarla idare eden ruhum hep oralarda o yıllarda kaldı.

Pek büyüyemedi. Gelişemedi.

Kırklarımın sonundaydım. Bize ders veren resim öğretnenim, semtimizin bir ilk ilkokulunda da

resim derslerine giriyordu.

Bir obje üzerinde kara kalem desen çalışması yapıyorduk. Tek tek gezip yaptıklarımızı eleştirdi

her zamanki gibi. Ben hemen savunmaya geçip itiraza başladım. Dinledi sonra biraz yüzüme

dikkatle baktıktan sonra "Asuman Hanım, emin olun size bir şey söylerken çok düşünüyorum.

Bakışlarınızda biraz muzip, biraz kırılgan bir ışıltı, sesinizde küçük bir kız çocuğunun tınısı var.

Karşımdaki olgun emekli bir hanım değil de sınıfımdakiler gibi naif bir kız çocuğu adeta. Ben

böyle biriyle ilk defa karşılaşıyorum ve nasıl davranacağımı bilemiyorum" dedi. O gün çok

utanmıştım doğrusu.


Evet, tuhaf bir şekilde yaşlandık erkenden ve aynı zamanda garip bir şekilde büyüyemeden

kaldık yokluğunda. Sanırım böyle de bitireceğiz, kedilerimiz ve köpeğimizle oyalanarak :))

Başka türlüsü elimizden gelmiyor çünkü...


Nurlar içinde yat babacığım....

Laleler  

Posted by Asuman Yelen in ,

Fotoğrafları çok kalabalık bir ortamda ve çok kısıtlı zamanda çektim. Tabii ki çıçeklerin asılları çok daha güzel. Yine de basmadan edemedim.




































































































































































































Adrenalin  

Posted by Asuman Yelen in , ,




Ne gündü ama...

Odama dolan güneşle keyifle uyandım ve mutlu bir şekilde kahvaltımı yaptım.

Mutfağı toplayıp üç gündür doldurduğum bulaşık makinesine son bardak ve tabağımı

yerleştirdim ve çalıştırdım.

Biraz evi toplayıp her gün yaptığım gibi balkondaki dereotu maydanos semizotu

sembolik patlıcan, domates ve salatalığın durumlarını inceledim. Sonra bilgisayarın başına geçip

bir arkadaşımın yeni aldığı müstakil evinin bahçesinde benim için ayıracağı yere ekmek üzere

ısmarladığım fidelerin kargoya verilip verilmediğine baktım. (Domates-biber-salatalık-patlıcan-

karpuz-kavun ekmeyi düşünüyorum.) Henüz verilmemişti.

Tam bloga girmeye niyetlenmişken kahve zamanımın geldiğini hatırlattı bünyem. Rayuş' un

müzik günü olduğu için kendi kahvemi kendim yapmak üzere (hep o yapar aslında) paşa paşa

mutfağa gittim.

Mutfak mutfak değil koku deryası. Baskın olanı o çok bildik çaydanlık yanığı kokusu. Haftada en

az üç gün (yemin ederim abartmıyorum) çaydanlık yakıyorum. Üstelik yanan pırıl pırıl,

kocaman, kalabalık olduğumuzda kullanmak üzere ayırdığım çaydanlık. Yine suyu bitmiş. Diğeri

iki gün önce yandığı için onu kullanmaya başlamıştım. Ümitsizce söylene söylene cezveye

kahveyi koyarken burnum farklı ve baskın bir yanık kokusuyla sarsıldı. Tezgahın altından da

tuhaf bir sıcaklık yayıldığını farkettim. Burnumun hissettiğini beynim dehşetle algılayıverdi.

Program bitmediği halde makineden çıt çıkmıyordu.

Felaket öncesi sessizlik...

Fena halde yapışmış olan kapağı elim yanarak güç bela açtım. Açar açmaz da kendimi geriye

atmak zorunda kaldım. Ortalık toza dumana büründü. İçinin raylı sepetini kendime çekerek

bulaşıkların durumunu görmek istedim. Mümkün olmadı çünkü kaşık-çatal sepetinin tabanı

sıcaktan erimiş, çatallar kaşıklar dibe dökülmüştü. Takılıp kalanlar ise sıkışıp kalmışlardı.

Canlı turuncu rengiyle caaanım tupperware kasem dibi lime lime olmuş bir vaziyette mahsun

öylece bakıyordu. Makinem suyu almamış kuru sıcak, plastik ne varsa eritmişti.

Neredeyse Can' la yaşıt makinem (25 yıllık) artık yeter manasında birkaç kez salya sümük

ağlayıp mutfağı gölete çevirmiş, ben inatla çalıştırmaya devam edince bu gün de ateş

püskürmüştü sonunda.


Sonrası tam bir koşuşturmaca... İnternette en yakın arçelik bayii öğrenildi. Hemen gidip yenisi

alındı. Ertesi gün gönderilmek üzere anlaşıldı. Bu arada araya bir de çaydanlık sıkıştırıldı.

(Bundan sonra yakın gözlüğü gibi çaydanlık da çift yedekli olacak ama eminim ki o da yanacak

tıpkı her gün köşe bucak gözlük arandığı gibi)

Eve gelir gelmez kapıda hazır bekleyen Paçozu çıkardım. Park çok güzeldi. Zor girdik içeriye.

Makineyi boşaltıp çıkanları yıkadım kaldırdım. Belim ve ayaklarımın ağrısından duramaz hale

geldiğinden kendimi koltuğuma attım. Tam bilgisayarı açacakken bir telefon...Müjdeler olsun!.

Cıvıl cıvıl sesiyle Arçelik Bayiindeki hanım. Kadın kadının halinden anlarmış. Beni mahsun

bırakmak istememiş. Servisi ayarlamış. Makinem de yola çıkmış. Ağlayarak teşekkür ettim.

Bana gerekli gücü veren adrenalindi artık. Apt. görevlisi bulundu. Makine yerinden çıkarıldı.

Yeri temizlendi. Tabii bütün mutfak tabanı da. Makinem yerine yerleşti.

Ama ben ayaklanmıştım artık. Boşalan alt dolap (Makinenin hortumunun geçtiği.) temizlenip

yerleştirildi. O değişmişken diğer dolaplar boşaltıldı silindi. Ufak değişiklikler yapıldı. Verilecek

fazlalıklar ayrıldı. Hepsi yeni makinenin yüzünden.

Tuhaf bir huyum var. Yeni bir kazak mı aldım. Onu dolaptaki yerine koyduktan sonra ya da

elbise ise astıktan sonra bütün gardrobu elden geçiririm. Ütü yapmayı hiç sevmem ama Can

örneğin "Aaasuuu n'olur şu gömleği acale giymem lazım bi ütü sürsen" diye bir gömlek

tutuştursa elime söylene söylene açtığım ütü masasını "açmışken" diye, başlarım ne varsa

ütülemeye...Öyle böyle değil. Adeta köşe bucak buruşuk ne kaldı diye ararım.

Neyse artık bloglara yarın bakarım. Şimdilik gözümden uyku akıyor.

Yarın fidanlarım gelecek. Biraz önce baktım. Kargoya verilmşler. Sanırım hafta sonu gider

ekerim. Çok heyecanlıyım.

Bol güneşli günlere...

Bir Eski Şarkı...  

Posted by Asuman Yelen in ,


Gülümseyerek seyrettiğim, "seyretmesem de olur ama bu gece bana iyi geliyor en azından başka şey düşünmüyorum" dedirten, kasmayan, yormayan bir mahalle dizisi içinden çıkıveren bir eski şarkı. Yine Göksel' in huzur veren yumuşak sesinden eski, çook sevilen ve dinlenen bir Sezen Aksu şarkısı.


"her sabah güneş doğarken
yeni bir güne başlarken
ne zaman ki güzel bir şey görürüm
sensiz içime sinmiyor

gözlerim arıyor seni
benim çocuk sevgilimi
bir ateş ki yüreğimi
alev alev yakıyor

seni bana vermediler
seni bana vermediler
mutlu olsunlar diyorum
elbet onlar da severler

bazen bir çiçek açarken
bazen bir çocuk gülerken
ne zaman ki içim taşar sevinçten
sensiz içime sinmiyor

dönüp de baktığım zaman
hatıralar ağlaşıyor
bir yara ki her yanımı
ince ince sızlatıyor"


Çocukluk sevgileri ne kadar da masumdur.

Ve belki de sırf bu yüzden

Hep masum kalmaya mahkumdur.

Sonuna kadar...

Çiçek Mektebi  

Posted by Asuman Yelen in








Fırtına bulutları gökte homurdandığı ve Haziran sağnakları boşandığı vakit;













Nemli doğu rüzgarı bambular arasında zurnalarını öttürmek için fundaların üzerinden gelir, sonra bilinmeyen bir yerden, apansızın yığın yığın çiçekler ortaya çıkar ve vahşi bir sevinçle otların üstünde raksederler.







Anne ben çiçeklerin yer altındaki okula gittiklerini sanıyorum.








Onlar, kapıları kapalı bir şekilde derslerine çalışırlar







ve zamanından önce oynamak üzere dışarıya çıkmak

isterlerse, öğretmenleri onları bir köşede ayakta bekletir.









Yağmurlar yağınca bayram ederler.

Ormanda dallar birbirlerine hızla çarpar ve yapraklar deli rüzgarda hışırdar, fırtına bulutları dev
gibi iri ellerini şaklatır,












ve çiçek çocuklar pembe sarı ve beyaz elbiseleriyle dışarıya fırlarlar.











Biliyor musun anne, onların evi, yıldızların bulunduğu göktedir.










Oraya ulaşmak için nasıl içleri titriyor görmüyor musun? Neden bu kadar acele ediyorlar bilmiyor musun?










Elbette, ben onların kime ellerini uzattıklarını bulup çıkarabilirim.

Onların da benim gibi anneleri vardır.








R.Tagore
Büyüyen ay.



Gerektiğinde yardımımıza koşan içimizdeki çocuğun hep orada kalmasını diliyorum...


Sevgiyle...

Renk Cümbüşü  

Posted by Asuman Yelen in ,

Dün, kırk yıllık dostlarla Çamlıca' daydık. Nisan ayında kış ayazında, dost sıcaklığıyla ısındık.

Gece kötü bir rüya gördüm. Dudağımda uçuklarla uyandım.

Sıkıntımı doğayla yarenlik ederek geçirmeye çalıştım. Çok güzel şeyler yakaladım. Biraz olsun keyfim yerine geldi. Paylaşmak istedim.

Postu hazırlarken nasıl becerdim bilmiyorum ama araya bir çerçeve girdi. Bir türlü silemedim.
İnat ettim öylece yayınlıyorum. İlk yakalayabildiğim yeğenime düzelttireceğim ilerleyen günlerde.

Sözü karelere bırakıp ben geri çekiliyorum...









Hiç umutvar görünmüyor değil mi?...












Ama umut var.















Hiç morali bozmaya gerek yok.
















Bünye her sene kendini inatla yeniliyor.
















Beklenmedik başlangıçlar...















Keyifli haberler....


















Gittikçe gençleşen ruhlar...




















Uzanan dost eller




(İşte bu münasebetsiz şeyi silemedim bir türlü)















Yaşanmışlıklar...
















Renkler...
























Umursamazlık, bohemlik...




















İçimizdeki çocuk....
















Küçük, şaşırtıcı sürprizler...

















Hareket, canlılık...



















Sağlıklar ve dostluklar hiç bozulmasın.

Hep sevgiyle kalalım...

Yaşamı renklendirenler...  

Posted by Asuman Yelen in ,

Sabah kalktığımda ilk gördüklerim...











Gezinirken başımı kaldırdığımda gözümü şenlendirenler...











Yolda ayağıma takılanlar...









Akşam üzeri balkonumda suladıklarım













































Hüzünlü Şölen  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Baharın, uyanıp yukarıdaki tatlı selamı ve muzip şirinlikleriyle doğada olacakların müjdesini verirken biz yaştakileri bu kadar hırpalaması ne kötü.

Hiç umut vadetmeyen bir kuru ağaç, günü gelince, şapkasından sürpriz tomurcuklarını çıkarıp selamını veriyor ve bununla ruhumuz alabildiğine şenleniyor.

Bir hafta içinde doğa, çırılçıplak dalları kimi görkemli bembeyaz elbisesi içinde bir geline, ( ki beyaz bence en güzeli), ya da uçuşan pespembe elbisesiyle salınan mezuniyet balosu öğrencisine dönüştürüp, onları kuşların keyifli musikisi eşliğinde, esen tatlı meltemin ritmiyle dansettirirken
bize adeta nispet yapıyor.

Bir yanımız bu şölene keyifle katılmaya çalışırken, eklem ağrılarımız dans partisini engellese de, seyirci koltuklarımızda sükunetle izlerken, yanımızda yöremizdeki boş koltuklara dostlarımızın sağlıkla dönmesini bekliyor, baharın ancak böyle içimize sineceğini biliyoruz.

Tüm ağrıların, kaygıların, yanı sıra, öyle güzel de sürprizleri var ki yaşamın...

On beş gün önce ektiğim semizotu tohumlarını sabah akşam sulamama rağmen (maydanos ve dereotu da ayrı) en ufak bişr kıpırtı görmediğim için tam umudumu kesmişken bu gün akşam üzeri gözüne ilişiveren birkaç küçük yeşil yaprakçık...

Masamın üzerine öylesine bırakılıveren, heyecanlı, kargacık burgacık bir yazıyla telaşlı, heyecanlı ve yüreği sevgi dolu bir genç eliyle yazılmış harikulade bir mektup...

Hep sevgiyle kalalım...

Nisan Yağmuru ve Korkular  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Yarın, her biri kendi yollarında, kendi evlerinde (biri İstanbul dışında) yaşamlarını sürdüren üç yeğenimle benim evimde bir araya geleceğiz.

Her üçünü de memnun edecek mönüyü kafamda tasarladıktan sonra üzerimi sıkıca giyinip önce semt pazarına, sonra da markete gitmek üzere alışveriş çantamı alıp çıktım.

Apartman kapısından çıkar çıkmaz yüzüme çarpan serin temiz hava ve genzimi dolduran ıslak çimen kokusu o kadar güzeldi ki başıma geçirdiğim kapşonumu geriye itiverip yüzümü yukarıya,
hızla yağan yağmura verip keyifle derin derin nefes almaya başlamıştım ki, yan tarafım
da, arkamda sesler duydum. Sesin geldiği tarafa bakınca birinci kattaki komşumun cama vurarak dikkatimi çekmek istediğini farkettim. Baktığımı görünce telaşla garip el kol hareketleri yapmaya başladı. Ben ne olduğunu anlamaya çalışırken camı aralayıp telaşla seslendi.

"Aman Asuman Hanım, napıyorsunuz, bunlar radyasyonlu bulutlar, hemen geçirin kapşonunuzu, eğin başınızı, hızlı hızlı gidin dönün. Bu havada çıkmanız kabahat."

Kapşonumu geçirdim, yola koyuldum. Bütün keyfim kaçıp gitti. Benim umurumda bile değildi. İyisiyle kötüsüyle kendi yaşamımın büyük bir kısmını tamamlamıştım. Ama ya onlar. Yarın büyük bir keyifle bana kendi maceralarını oradan oraya atlaya atlaya, birbirlerinin sözünü kese kese ya da birbirlerini tamamlaya tamamlaya anlatacak, genç iştahlarıyla özenle yaptıklarımı yiyecek olan üç heyecanlı delikanlıyı düşündüm. Bir tanesi dünyalar güzeli sevgilisiyle evlenme hazırlığı yapan, biri biriktirdiği parayla İngiltere' ye sertifika programına gitmeyi planlayan, diğeri de yeni başladığı işinde istediği yere gelebilmek için şevkle çalışan pırıl pırıl üç delikanlıyı.

Onlar için korktum.

Eminim onlar da korkuyorlardı. Onlar ve tüm diğerleri. Gençler, yolun başındakiler.


Üzerine şiirler, şarkılar yazılan, altında romantik gezintiler yapılan, musikisi, bereketi ve kokularıyla ünlü Nisan yağmurlarından bir gün bu denli ürkeceğimiz hiç aklımıza gelir miydi.

Bu dünyayı bu hale getirenlerin boyunlarındaki vebal o kadar büyük ki...



Blog Widget by LinkWithin