Hoş bir ödül  

Posted by Asuman Yelen



Kamikaze' den bana çok hoş bir yıl dönümü hediyesi.


Çok teşekkürler....


Benden de almayan herkese gitsin...

Mahallede üçüncü yılım  

Posted by Asuman Yelen in



Sessiz sedasız blogcular mahallesinde üçüncü yılıma dalıvermişim. Ateşli ve öksürüklü

günlerin
içinde geçip gitmiş yıl dönümüm.

Tüm blogger dostlarıma, bu iki sene boyunca yaşamıma ve ruhuma kattıkları her şey için

çok
teşekkür ediyorum.

Daha nice yıllarda, sağlık ve keyifle hep birlikte olmayı, hüzünleri, mutlulukları

paylaşmayı
diliyorum.

İçinde sevgi de olursa tercihimdir diyorum.



Güzel birlikteliklere....

Baki kalan bu kubbede....  

Posted by Asuman Yelen


Geçmişimin bir parçası daha koptu gitti.

Onu en çok tam da yukardaki haliyle tanırdık.

Anlata anlata bitiremediğim çocukluğumun o çeşit çeşit radyolardan izlediğimiz, uzun zamandır

dinleyemediğim ama dinler dinlemez hatırlayıp mutlu olduğum, arkasından gelen haberle

üzüldüğüm güzel sanatçı sağlam sesli türkücü Necra Erol.


En çok ondan dinlemeye alıştığımız birkaç örnek:

"Keklik gibi kanadımı süzmedim

Murat alıp doya doya gezmedim

Bu kara yazıyı kendim yazmadım

Alnıma yazılmış bu kara yazı.

Kader böyle imiş ağlarım bazı ."


Yine onun sesinden çok dinlediğim;


"Yüksek yüksek tepelara ev kurmasınlar

Aşrı aşrı memlekete kız vermesinler.

Annesinin bir tanesini hor görmesinler.

Uçan kuşlara malum olsun ben annemi özledim.

Hem annemi hem babamı ben köyümü özledim."


Ve ayıramadığım bir diğeri...


"Cevizin yaprağı dal arasında

Güzeli severler bağ arasında.

Üç beş güzel biir araya gelmişler.

Benim sevdiceğim yok arasında."


Nurlar içinde yat Necla Erol...

Tatlı esaret  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Bilen mutlaka çıkacaktır. Masalın birinde, genç güzel kızların arasında prenses aranmaktadır. Kaçırılan ( ya da kaybolan ) prensesi bulmak üzere düzenlenen bir sürü testten sonra işin içinden çıkılamayınca son bir deneme yapılır. Kızlara birer karyola hazırlanır. Tahtanın üzerine tek bir bezelye tanesi konduktan sonra üstüste yedişer tane yatak serilir ve kızlar gece bu yataklara yatırılır. İçlerinden sadece bir tanesi sabaha kadar döner durur. Diğerleri ise horul horul uyurlar. Onlar uyuya dursunlar, asil kızımız saraydaki ipek yatağına yatırılmak üzere götürülmüştür.

Bu sabah, paçozun yaygarasıyla güç bela uyandığım derin uykumdan ayılıp hızla doğrulunca ve orama burama yapışmış kolumda ayağımda izler bırakan onlarca kuru mamanın acısını hissedince, ister istemez bu masalı düşündüm. Son bir aydır bu kuru mamalarla mışıl mışıl uyuyabilen, prenseslikten vaz geçtik, kelimenin tam anlamıyla bir cadıyım bu durumda...
Hoş, bu saptamayı yarım asırdan da fazla önce canım babaannem yapmış ve patentini de almıştı. Günlerden bir gün canım ablam zarif bir şekilde tek bir parmağını bile batırmadan yemeğini yerken babaanneemin çok hoşuna gitmiş olsa gerek "haanımların haanımııı" şeklinde tezahürat yapacak olmuş, ben atlamışım. "Ya ben, ya ben?" Babaanem bakmış bakmış kollarıma kadar sızan yağlara, "sen de orman kibarı" demiş. Ben de bi sevinmiş bi sevinmişim. :((

Bu güne dönecek olursak, 11 yıldır benim aleyhime işleyen yerleşik yöneten- yönetilen ilişkisi , iki ayı aşkın bir süredir kelimenin tam anlamıyla hükümdar- köle kıvamında sürüp gitmekte. Onun yaşındaki tüm hemcinsleri günde bir kere akşam bir büyük kase kuru mama yerken bizimki sabahları benimle bir tost, öğlen ve ikindin ve her ne zaman ben ne yersem (acı ve baharatlı sevmediğim için sakıncası yok) yiyor. Hem yanıma gelip arsız arsız yalanıyor, hem de ilk lokmayı çiğnemeye ikna etmem gerekiyor. Kuru mamayı tek tek benim elimden yiyor. 11 yıldır hiç kimse bizimkinin başını bir mama kabının içinde görmemiştir çünki yemez. Ya belli bir mesafeden basket atışı, veya elimden tek tek. Ve evet son numaramız, (benim suçum ben başlattım) gecenin daha doğrusu sabahın üçünde güm diye yatağıma hopluyor, önce bir tas kuru mamayı avcumdan yiyor, sonra battaniyenin bir yerlerine kıvrımlarının arasına sakladığım çok sevdiği ödül kemiğini koklaya koklaya bulup çıkarıyor ağzına alıp geldiği gibi güm diye atlayıp salondaki kanepesine dönüyor.

Galiba bu köle ruhu bizim ailede hepimizde var. Ailemizin inatçı oğlağı, burnundan kıl aldırmayan kızkardeşim Rayuş' um da benden daha iyi durumda sayılmaz. Geçen gün kahvelerimizi içerken, fincanı sehpaya bıraktı, diz üstü çöküp nazli kedi İncesaz' ın başını okşamaya başladı. Nerden çıktı şimdi kahvenin ortasında demeye kalmadan durumu anladım. Hanım kız başı okşanmadan asla mama yiyemiyor. Psikolojik sorunu yüzünden. Her bir kedinin (hepsinin çeşitli hastalığı var) maması ayrı. Kimi kuru mama seviyor, kimi konserve. Kimine evde özel yapılıyor. Sakatat yiyen, sebze yiyen. Ayrıca hepsinin mama yediği yer de ayrı. Eğer bulamazlarsa garip çığlıklarla hatırlatıyorlar. O üstelik bir de sabahın köründe ormana eniştenin götüreceği nevaleyi de hazırlıyor.

Görüldüğü gibi dört ayaklı yaratıklar bizi fena halde patilerinin içine aldılar. Bizi esir ettiler.

Ama çok tatlı bir esaret bu...

Herkese iyi haftalar...

Nekahatın dayanılmaz hafifliği...  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Sabah anne rahminden çıkar gibi çıkarsınız uykunun kucağından...

Bebek gibi.

Farklı gelir o sabah, bir önceki sabahtan, son bir hafta, hatta son bir ay, belki de son

on yılın o genellikle yorgun ve sefil rutin sabahlarından...

Şööyle bir gerinir, biraz bekler, gördüğünüz o deliksiz uykunun o güzel rüyasını hatırlamaya

çalışırsınız. Bölük pörçük aklınıza gelenler gülümsetir sizi.

Keyifle yataktan kalkar, tatlı bir baş dönmesiyle banyoya gider yüzünüzü havluyla kurularken

aynaya bir göz atar, gözlerinizin ölmüş balık gibi bakmadığını, göz altı morluklarınızın sizi

terkettiğini keyifle izlersiniz. Sahbazdan şaha geri dönüş başlamıştır...

Sonra yaşam filminiz bir hafta önce takıldığı yerden devam etmeye başlar. Şampiyon çayınız

ince belli bardağınızdadır, yıllardır alıştığınız aromasıyla keyfinize keyif katar. Kekikli kaşarlı

tostunuz boğazınızdan rahatça geçebilmektedir. Üzerine yaktığınız keyif cigaranız tatlı tatlı

başınızı döndürür. Tadına varırsınız yaşamın. Köpeğiniz sevinçle kuyruğunu sallar.


Nekahatin en güzel yanı, tembelliği size ananızın ak sütü kadar helal kılmasıdır.


Sevdikleriniz işlerine güçlerine giderken size yemin ettirirler istirahat edeceğiniz konusunda.

Normal zamanda tembellik, yaşamınızı aksatmasa da, sizden hiç kimse bir şey beklemese de

beyninizin bir köşesini hep rahatsız edip tadınızı kaçırırken, böyle zamanlarda oturduğumuz,

yattığımız yere rahatça yerleşiriz. Bu rahatlık yaptığımız iş, okuduğumuz ya da seyrettiğimiz şey

için tam bir konsantrasyon sağlar.

Bir gün önce vara yoğa ağlayan hassas bünye ansızın bağıra çağıra şarkılar söylemek ister.


Kardeşi olanlar bilirler. Hasta olan kardeş kıskanılır. Sürekli yatıyor olması (okula gitmemesi)

mazhar olduğu ihtimam (sizden esirgenen) yediği tuzsuz lapa, haşlanmış patates (size bal

börek) ağzına kaşıkla verilen öksürük şurubu (size iksir), tüm bunlar kıskanılır. Onu itip

kendiniz yatmak istersiniz o özel yatağa.

Birgün sıra size geldiğinde ateş,ağrılar ve sancılar anlatır size hastalığın ne menem bir şey

olduğunu. Sonra o sihirli gün gelir. Ağrılar, sancılar geçer. Ateş düşer. Geriye

işte o tatlı alaka kalır. Naz- niyaz tavan yapar. İhtimamın dibi ekmekle sıyırılır.

Nekahat, yaşama naz yapma dönemidir.


Herkese sağlıklar diliyorum...

Sevgililer günü 2011  

Posted by Asuman Yelen in ,




..........

Seninle benim aramda olan bu sevgi, bir türkü kadar sadedir.


"Bugün" ün ötesinde hiç bir sır yok.

İmkansızlıklar için uğraşma, didinme yok...

Bu tılsım arkasında gölge bulunmaz,

karanlıkların derinliğinde el yordamiyle gidilmez.


Seninle benim aramda olan bu sevgi bir türkü kadar sadedir.


Biz bütün dünyalardan sıyrılıp, ebedi sükunete varmayız.

Ellerimizi ümidimiz olmayan şeyler için de boşluğa uzatmıyoruz.

Alıp verdiğimiz bize yeter.

Acı şarabı çıkarmak için neşeyi son damlasına kadar ezmiş değiliz.


Seninle benim aramda olan bu sevgi bir türkü kadar sadedir.


R. Tagore.
Bahçıvan

Sevgililer gününüz kutlu olsun...

Mevlid Kandili 2011  

Posted by Asuman Yelen

l7.6.2009



Tüm blogger dostlarımın Mevlid Kandilini kutlar, herkese sağlık ve

mutluluk dilerim...

KIş ortasında bahar  

Posted by Asuman Yelen in , , ,




"Ağlama yüreğim yar gelmez


Gelse de artık fark etmez

Ha döndü dönecek ömür bitiyor

Kış ortasında bahar gelmez."


Yar filan beklemeyi otuz yıl öncesinde bıraktım :(((


Benim takıldığım kış ortasındaki bahar keyfiyeti.

İşin duygusal yanının biraz karışık olduğunu söyleyebilirim.

Biraz eğlenceli, biraz hüzünlü.

En çok da komik.


Gençler ve çocuklar benimle yaşıt gibiler. Onlarla iyi anlaşıyorum.

Onlarla, hayvandan, havadan, sudan konuşuyorum.

Benim yaşımdakiler çok yaşlı sanki.

Hepsinden daha cahil, daha aptal, daha beceriksiz gibiyim.


Ne tuhaf.


15-16 yaşlarımdayken, yaşlılarla iyi anlaşırdım.

Onlarla yaşamdan, şiirden, müzikten konuşurdum.

Benim yaşımdakiler çok çocuktu sanki.

Benden daha cahil, daha aptal, daha beceriksiz gibiydiler.


Bir de işin başka boyutu var.


Bu hepsinden komik ama bir o kadar da acıklı :) :(

Şubat ortasında bu bahar havası, ruhumu coştururken

bedenimi allak bullak ediyor.

Eklem yerlerim, belim, sırtım ağrılar içinde, şaşkın.

Metabolizmam dumura uğramış vaziyette.

Boynum başımı , bacaklarım vücudumu taşıyamamanın aczi içinde.

Midem, barsaklarım karnımın içinde düet yapmaktalar.

Söyledikleri şarkı;

"Neler oluyor sana, bana neler oluyor dostum,

neler oluyor bize, bize neler oluyooor?"



Eveet ne diyordu şarkı???


"Kış ortasında bahar gelmeeez.

Gelse de artık kâr etmeeez."





Görüşmek üzere...

Bir ölümün ardından...  

Posted by Asuman Yelen in , , ,

Gençliğimizin yaşlı aktristi incecik kaşlı sivri dilli Bette Davis ezeli rakibi ve düşmanı Joan

Crawford 1977 de öldüğü zaman gazetecilerin "Joan Crawford öldü ne diyeceksiniz" sorusuna

"iyi" diye cevap vermiş. Sonra da zekice ilave etmiş. Ölünün arkasından "kötü " (şeyler)

söylenmez.


Latife Hanım, çok sevdiği bir dostunun ölümü üzerine yazdığı mektupta duygularını şöyle dile

getiriyor:

"Biz ölüyü, bütün davalarından, bütün ihtiyaçlarından, bütün menfaatlerinden, bütün

iddialarından, ihtiraslarından, arzularından, istifa etmiş bir insan olduğu için severiz; dirisine

düşman olduğumuz bir insanın bile ölüşüne yanışımız bundandır." (İpek Çalışlar-Latife Hanım)


Biraz önce bir arkadaşımla yaptığımız telefon görüşmesi esnasında Defne Joy' un ani ölümünün

ardından hissettiğimiz masum pişmanlığı dile getirdik. Günlük hayatın sıradanlığı içinde az atıp

tutmamıştık ardından. Ben en çok da çok sevdiğim Gene Kelly' in uzun boylu versiyonu Derya

Büyükuncu elendiği zaman kızmıştım. Yazmıştım da. Cenazesini gözyaşlarıyla izledikten sonra ilk

işim o yazıyı silmek oldu.


Çok şey yazıldı gazetelerde. Herkes, üzüntüsünü dile getirdi. İçlerinden bir tanesi, Ahmet Hakan'

ın yorumu bana, duygularıma çok yakın geldi.

"ÖLÜM geldi. Apansız ve beklenmedik bir şekilde... Çok kaba ve intizamsız bir şekilde... Ölüm

geldi. Ve "şov" bitti. Artık laf sokmak, incitmek, sempatik ya da antipatik bulmak, söz oyunu

yapmak, alay etmek, kafa bulmak "küt" diye devre dışıdır.

Şu tatsız rastlantıya bakın: Bir deyip bin güldüğü için... Dans yarışmasındaki yüksek enerjisini

fazla göze soktuğu için... Daha dün hakkında "antipatik" diye yargıda bulunduğum o tuhaf soyadlı

kız, "pat" diye ölüverdi. Oysa o yüksek yaşam enerjisi, o bir deyip bin gülme hali ve o hayata

tutunma azmi ile ölüm arasında zerre kadar irtibat kurulamazdı. Ben de kurmadım. Her şey o

kadar normaldi ki... Bir "şov yıldızı" ile kafa bulmanın meşruluğuna sığınarak ben de kaygısızca

hafiften kafa buldum. Ama "ölüm" ertesi gün geldi ve hem pişman etti, hem de utandırdı beni.

Ne yapılır bu durumda? "Aslında çok sempatik bir kızdı" diye yazarak pişkinliğe mi vurulur?

Sessizce ölüm fırtınasının yol açtığı dalganın geçmesi mi beklenir? Anlamsızca günah mı çıkarılır?

"Dün antipatik diyordun, bugün kızcağız öldü. Acaba şimdi ne diyeceksin?" diye soran şapşallarla

kalem kavgası mı yapılır? Açık söyleyeyim: Hiçbirini yapmak istemiyorum. Hiçbirini yapmak

içimden gelmiyor. Çünkü... Ben de herkes gibi ölümün her şeyi ama her şeyi tersyüz eden

gerçekliğiyle karşı karşıyayım. O kadar ki... Taktik peşinde koşmak, strateji izlemek, durumu

kurtarma çabası içine girmek, çıkış yolu aramak bile fazlasıyla zevzekçe geliyor bana...

Zevzeklik yapmak istemiyorum. "Tatsız tesadüf" falan diyerek babacanlık yapmaya kalkışmak

da istemiyorum. Sadece ve sadece... Yalın, içten, hesapsız bir şekilde üzülmek istiyorum."

Klişe  

Posted by Asuman Yelen in ,

Güzel bir geceydi...

Bir tanışma,
hoş başlangıçlar için keyifli bir veda,
sevgiyle hazırlanmış bir masa
çok lezzetli bir şarap
saygı ve sevgi dolu bir paylaşım.


Kadehimi kaldırırken ,
geçmişte, çok fazla düşünülmeden
gelişine ağzımızdan dökülüveren
o çok bildik birkaç kelime,
bir klişe
bu kez yüreğimden, biraz buruk ama
istekle, umutla ve inançla tekrarlanırken,
aynı hevesle tüm yüreklerde yerini buldu.

"En kötü günümüz böyle olsun."

Ertesi gün öğrendik ki ...

Aynı gece,
Hemen üst katımızda,

Bir anne ve üç evladı
sessiz sedasız
bir büyük veda merasimi yaşayıp
bir son yolculuğa mendil sallamışlar.

Babalarını uğurlamışlar.

Gerçekten "en kötü günlerini "
yaşamışlar.

Bu günlerde, her yerde, birçok insanın sık sık tekrarladığı; (ben de dahil)
Bazılarının da inceden inceye 'ti' ye aldığı
bir klişeyi bir kez daha yineliyorum
çaresizce.

Yaşam, böyle bir şey işte...

Blog Widget by LinkWithin