2011 e bir kala...  

Posted by Asuman Yelen in ,


2011' e girerken...



Tüm blogger dostlarıma,

sağlıklı, huzurlu, anlamlı, onurlu, güvenli ve

mutlu nice yıllar


diliyorum.

Sevdiklerimiz daha uzun süre bizimle olsun.

Dostlarımız hep etrafımızda olsun.

Her şey gönlümüzce olsun...



Hep sevgiyle kalalım...

Ah ne hoştu, ah ne hoştu !...  

Posted by Asuman Yelen in


Nihayet büyük grup geldi.

Apt. Görevlisinin yüz ifadesi görülmeye değerdi doğrusu. Postacının elinden almış. "Kutuya

sığmaz abi, ver ben elden götüriim" demiş.

Ben bir yandan okur bir yandan da mutlulukla "ay ay ay aman aman" derken Paçoz kapıdan

başını uzattı, dile geldi:


"Dur bağırma avaz avaz

Neyi gördün a yaramaz ?"


Cevap verdim:


"Zarflar elime ulaştı.

Rengarenk sevgiler düştü

İçim sevinç ile coştu.

Ah ne hoştu ah ne hoştu."



Galiba bu yıla dostluk damgasını vurdu.


Seneye de devamını diliyor, herkese çok ama çok teşekkür ediyorum.


Sevgilerimle...




Hadi Satürn öğret bana hayatı!...  

Posted by Asuman Yelen in , ,



Bu günlerde en çok konuşan ve dinlenenlar astrologlar.

Herkes sustu adeta tüm kanallarda onlar konuşuyor.

Diyorlar ki:

Biz Yengeç burcundakiler büyük şeyler yaşayacakmışız.

İyi, kötü- güzel, çirkin olması bize bağlıymış.

Bugün Rezzan Kiraz, o eksantrik teatral tavrıyla Yengeçleri uyardı.

"Silin göz yaşlarınızı yeter artık ne bu mızmızlık. Çıkın kabuğunuzdan. Bırakın geçmişi

yadetmeyi, özlemeyi. Hem ne o öyle etrafınız eski eşyalarla dolu. Atın hepsini camdan aşağı.

Bu ne dağınıklık, toplayın etrafınızı !.."

Sanki o an ekranın camından başını uzatmış bana sesleniyor gibiydi. Tam da o sırada elime

ulaşan tebrik kartlarının zarflarını telaşla ortalığa atmış, kartların resmini çekmeye

uğraşıyordum. Yerlerde Paçoz' un oyun olsun diye kaçırıp oraya buraya bıraktığı çorap tekleri

vardı ve ortalık öbek öbek kuru mama döküntüleriyle doluydu.

Her cümlesi tanıdık bu uyarıların sonuncusunda iyiden iyiye herşeyi bırakıp dinlemeye

koyuldum.

Bu yıl Satürn Gezegeni Yengeçlerin üzerinde olacakmış ve tüm bunları öğretecekmiş.

Satürn' ün benimle işi zor. Kesinlikle ağlak ve içine kapanık biri değilim. Hadi evi dağıtmama

konusunda elimden geleni yapmaya çalışırım ama kalan kısmını silah zoruyla bile yaptıramaz.

Umutsuzluk ve çaresizlikten değil.

Genç biri olsaydım geçmişe bu kadar bağlı kalmak düşündürücü olabilirdi. Ama gerçekçi olmak

gerekirse "gelecek" kavramının anlamını kaybettiği çağlardayım.

Eşyalarımdan ise, bir çöp bile atmaya kalksa ben onu camdan aşağı atarım.

Gelsin Satürn kardeş.

Bana tek yapacağı yardım evimi toplayıp temizlemek olur.

Ötesine gelince...

Görsün bakalım el mi yaman, bey mi yaman :)))



Güzel günlere...

2010 un "son" ları  

Posted by Asuman Yelen in ,





Yukarıdakinin neyin fotoğrafı olduğunu asla tahmin edemezsiniz.

Söylesem de inanamazsınız.

Bu gün akşam dört buçuk civarı her gün yaptığım gibi Paçoz' u gezdirirken kararmaya yüz tutmuş, esasen kapalı bir havada, dalından düşmemek için direnen ve bu yüzden ter ya da gözyaşı döken bir yaprağı hemen oracıkta cep telefonumla görüntülemek istedim. Tabiidir ki gördüğüm kadar güzel değildi ekrandaki.

Bir daha denemek istedim. Aynı anda Paçoz' u da zaptetmeye çalıştığım için ıslak çimenlerde ayağım kaydı, dengemi sağlamaya çalışırken bu arada deklanşöre de basmış bulundum.

Bu kez baktığımda ekranda gördüğüm bu harikulade renk cümbüşü idi.

Sonbahar renklerinden bir gök kuşağı. Akşamın loşluğuyla karışmış.

Sanki hep çekmek istediğim ve nasıl çekeceğimi bilemediğim o fotoğraflardan biriydi.

2010 yılının son fotoğrafı oldu böylece.


Bu da bahsettiğim diğeri...





Bu gün yılın son periyodik büyük temizliğini yaptık can dostumla. Kahvaltıda uzun uzun 2010 u konuştuk. Onun hayli dolu geçmişti. Büyük oğlu ve kızı üniversiteyi bitirmiş, delikanlı işe girmişti. Kızı on beş gün önce evlendi. Küçük kızı üniversitede okumak üzere Tekirdağ' a gitti. Babasını kaybetti. Sevinçler hüzünler hayatlar...

Geçtiğimiz hafta iki ayrı dost grubumla 2010 un son toplantılarını yaptık. Daha mı duyguluyduk.
Şartlanmış mıydık hüzünlenmeye yoksa yaşlanmış mıydık birden...

"Son " sözcüğü insanı filozoflaştırıyor biraz. Geçen seneyi düşünüyorum da... Evet yeni yıl olayının bendeki etkisi bu. Kendimi dinliyorum. Kendimi yokluyorum. Kendimi sorguluyorum.
Duygusallaşıyorum. Geçmişin muhasebesini yapıyorum. Bu günümü düşünüyorum.

Sonuç: Her yıl biraz daha sıkı bağlanmaya çalışıyorum hayata. Beklemediğim şekilde insanları daha çok sevdiğimin farkına varıyorum. Herkesi olduğu gibi kabul etmeyi giderek öğreniyorum.

Herkesi olduğu gibi kabul etmek. Ne çok kullandık bu klişeyi. İçi boş bir şekilde.

Yeni keşfettiğim bir şey de bu. Yaşlılıkta klişe kalmıyor. Yaşanınca her şey öğreniliyor. Hayat zorla öğretiyor insana. Keyfi de kederi de.

Kabul etmek. Herşeyin anahtarı. Olanları, olacakları. Değiştiremeyeceğimiz her şeyi.

Bu yıl için dileğim, değiştirebileceklerim için mücadele gücü.

Firesiz bir yıl diliyorum. Tüm sevdiklerim yanımda kalsın istiyorum. Sağlıklı ve mutlu.

Yeni yıl dileklerimi yarın yazacağım.

Bu, bu yılın son yazısı değil yani. Bu kadar çok "son" u bir arada bünyem kaldırmaz.



Sevgiyle...

Post-it notlarından Pazar sohbeti...  

Posted by Asuman Yelen in


‪Akşam masamı toparlarken gözüme kutunun içinde birikmiş not kağıtlarım ilişti. Duyduğum,

gördüğüm ilginç şeylere dair ipucu cümlecikler. Çoğunu unutmuşum. Şöyle bir göz atıyorken,

kendimi bu postu yazar buldum...



İlk küçük notum Ayçi'den. Sevgili dostum Şünter' in güzel kızı yetenekli

profesyonel fotoğrafçı Ayçi' nin blogundaki enfes bir fotoğraftaki bir yazı o kadar

etkilemiş ki hemen kaydetmişim.

Görüldüğü gibi yazı aynen şöyle:


"Demir tava geldi kömür bitti.

Akıl başa geldi ömür bitti."




Bu anlamlı ve çaresiz olgunluk dersini, ihtimal ki, on sekizimizdeyken birilerinden,

belki anneannem ya da babaannem veya bir komşu teyzeden duyduk ve güldük geçtik.

Ne yaşanırsa yaşansın. Gezmek, görmek, okumak, acı çekmek yetmiyor bilinçlenmek için.

İlla ki zaman dolacak. Tıpkı meyvalar gibi olgunlaşmak için yeterli sürenin geçmesi gerek.


Bu buruk filozof havasından sıyrılalım, biraz neşelenelim derseniz....



Bu not da TV. den.

Şimdilerde başlamış olması gereken bir diziyle ilgili.

Yeni bir dizi tanıtımından diyaloglar. (En az on kere işittiğim bir tanıtım)

Bir genç kızın doğum günü kutlanıyor. Her seferinde arkam dönük olduğu ve

tek bir şeye odaklandığım için ayrıntıları bilemiyorum.

Ortada bir pasta var muhtemelen. Kız mumları söndürürken birşeyler dilemek istediğini

söylüyor.

Baba:

"Birşeye sahip olmak için pasta üfleyip dilemene gerek yok. Biz çok zenginiz. Bana söylemen

yeterli. Sana istediğin her şeyi alırım " diyor

Biliyorsun ki biz çok büyük bir servete sahibiz."

Anne oradan atlıyor:

"Benim ailemin desteğini unutuyorsun. Babamın katkıları olmazsa sen bu günleri zor görürdün."

Ece Uslu' nun anneyi oynadığı bu diziyi bu saçma tanıtım yüzünden (ki adı geçen sanatçıyı

çok da beğenirim) seyretmeyi baştan reddettim.

Kalabalık bir mekanda eş dost toplanmış tam pasta kesilirken böyle saçma bir

diyalogu geçirmek akıl işi değil. Bir yapımcının bunu gözardı etmesi en azından seyırciyi

hafife almak demektir. O kadar da değil artık.

Güya ilk bölümde seyirciye aile ile ilgili bilgi veriliyor da bunu daha zamana yayarak

yapmak varken acele yüzünden ortaya böyle bir abukluk çıkıyor.

Allahtan bu tür ayrıntılara dikkat edilerek insanı şaşırtacak kadar özenli çekilmiş

güzel hayli dizi var ve bu abes şeyler dikkati çekecek kadar azınlıkta.



Bir başka diyalog, seyrettiğim gün beni çok etkilemişti. Aynı gün gelen Paçoz' un veterineri

bir çok şey gibi bunu da unutturdu. O cümleyi kaydederken niyetim bununla ilgili uzun uzun

yorum yapmak, tek bir post hazırlamaktı. Şimdi kafamı toparlayabileceğimi sanmıyorum.


TRT kanallarından birindeydi sanırım. Sabah haberlerinde bir adli vakayla ilgiliydi. Sunucu

genç bir adama kendisini aldatıp kaçan karısıyla ilk karşılaştığı an neler hissettiğini

sordu. Kavruk gencin bezgin bir görünüşü vardı. Cevap çok çarpıcıydı.

"Birden karşıma gelince kafam karmakarışık oldu. Önce müthiş bir öfke duydum. Sonra

şiddetli bir korku öfkemi bastırdı. Önce onu vurmaktan korktum. Sonra vuramamaktan

korktum."



Önce onu vurmaktan korktum. Sonra vuramamaktan korktum.


Küçük bir kağıda karalayıverdiğim büyük ikilem. Kocaman bir çaresizlik. Hiç düzelmeyecek

gibi görünen aksine giderek kronikleşen toplumsal yaralarımızdan birinin en yalın

ifade biçimi.

Aslında üzerine yazılacak o kadar çok şey var ki...






Sonuncu notu ben yazmadım.

Bugün gittiğim alışveriş merkezinin servis aracında, ön çaprazımda oturan ben yaşlarda

bir hanımın çantasından çıkarıp incelediği küçük alacak listesinden bahsetmek istedim son

olarak. Tatlı niyetine.


En üstte büyük harflerle şöyle yazıyordu.

1- BİR KUTU TAVŞAN KANI

Gülmekten kendimi alamadım.

Yurdum insanı hem çayı hem de mizahı çok seviyor.

Tıpkı benim sevdiğim gibi...



Herkese güzel bir Pazar diliyorum...



Sevgiyle kalın.

2011 e doğru bir mim...  

Posted by Asuman Yelen in , , ,


Ebruli Günce bana hoş bir yılbaşı mimi yollamış.

Ona herşeyden önce parmaklarımı klavyemle buluşturduğu, buna vesile olduğu için teşekkür ediyorum. Son zamanlarda yazmaya pek gönlüm yoktu doğrusu.

Sorular şöyle:

2010 yılında mutlu olduğunuz şey nedir?
2010 yılı sizin için nasıl bir yıldı?
2011'e nasıl girmek istersiniz?
2010 yılında yapmayı isteyip yaptıklarınız ve yapamadıklarınız nelerdir?

2010 yılında beni en mutlu eden iki şey, ayağımın beklediğimden çabuk iyileşmesi ve öngördüğümden daha fazla seyahat şansı doğması diyebilirim.

2010 yılı Aralık ayını saymazsak sakin, huzurlu bir yıldı.

Yeni bir yıla girme konusunda pek fazla seçeneğim son zamanlarda hiç olmadı. Her zaman olduğu gibi sakin sakin TV seyredip uyuyacağım.

Yapmayı isteyip yapabildiklerim seyahatlerim ve İstanbul içinde de umduğumdan daha fazla gezebilmem (ayağımla ilgili olarak). Yapamadığım da (son on senedir) yeni bir kitap okumak ya da film seyretmek konusunda hâlâ istediğim konsantrasyonu yakalayamamak. Sadece sevdiğim şairlerin şiirlerini okurken duygulanıyor, rahatlayabiliyorum.


Ben kimseye yollamıyorum. İsteyen cevaplasın diyorum. Yanlışlıkla istemeyenlere göndermekten çok daha iyi sanırım...


Sevgiyle kalın...

Sevgi, dostluk ve hüner....  

Posted by Asuman Yelen in , ,




Sevgi, dostluk ve hüner birleşip mutluluğu oluşturdular ve kapımı çaldılar.

Hüner, içimi hayranlık ve kıskançlıkla doldurdu.


Elişi, hiç sabır gösteremediğim, iyi niyetlerle deneyip, üstesinden gelemediğim bir uğraş.

Her kış yünler, şişler alınır, sonra, şişe takılı bir karışlık bir arka ve kalan yünler Rayuş' a verilir.

Bir ilmek kaçırılır, düzeltmek için uğraşılır, delik iyice büyür, sinirlendikçe eller terler, hele bir de

açık renks
e, elimdeki parça ile poşetteki yünlerin arasında asap bozucu bir renk farkı

oluşur. İnatlaşmanın hiç faydası yoktur.

Hiç unutmam, arkadaşımın terzilik yapan halasına yardım için kızlar her birimiz bir parçayı

paylaşıp sürfile yapmıştık. O zaman darlığında benim eğri büğrü düzensiz dikişlerim tek tek

sökülmüş, y
eniden dikilmişti.

İş yağlı boya resime gelince, kişiliğim tamamiyle değişiyor, içime bir Eyüp

Peygamber yerleşiyor adeta.

Paçozun yüzünün rengini bulmak ya da biber üzerindeki bir su

damlası ya da yumruk
yapılıp çeneye dayanmış bir elin boğumları (öyle

de zor ki) için günlerce yaşlı bir keçi inadıyla

uğraştığımı hatırlıyorum da...


Dostluğa gelince...Ne diyebilirim ki... Ondan güzel şey var mı?...

Sevgiyi sona bıraktım. O güzel köpekçiği o kadar güzel kılan şey aslında salt

"hüner" le tanımlanabilir mi ?...


Kuryenin getirdiği sarı zarftan o güzel şeyi çıkarıp elime aldığımda içimi ısıtan o

duygu her ne
ise, o güzelliği ortaya çıkartan duygu da aynısı.

Bundan eminim.


Ellerin dert görmesin Leylak Dalım, Nurşen' ciğim...

Seni seviyorum...



2011 e doğru  

Posted by Asuman Yelen

Tekrar yeni yıl havasına girmeğe ne dersiniz :))

Kafam çalışmadı. Kopyaladım ama yanlış ne yaptıysam renksiz çıktı. Her neyse bu haliyle de olsa, şu bir önceki kasvetli posttan kurtardı ya bizi...
Geçmişin en güzel yanı da hiç değişmemesi. Dolayısıyla geçen seneki post güncelliğini kaybetmemiş oluyor sanırım. Saçma bir cümle ama eminim anlamışsınızdır...


G E Ç M İ Ş T E N B İ R Y A P R A K





1956 yılında dünyada ve yurdumuzda neler olup bitmiş ilginizi çeker mi dostlar?
Ben hazırlarken çok eğlendim doğrusu.....







Fransa, Fas' ı serbest bırakmış.












Makarios, tutuklanarak Seychelle Adalarına sürülmüş.













İsrail 3 koldan Mısır topraklarına girmiş.


Ardından Birleşmiş Milletler Mısır' a girip İngiliz, Fransız ve İsrail ordularını püskürtmüş.




Cumhuriyetçi Eisenhower, rakibi demokrat adayı 9 milyon oy farkıyla ezerek ABD cumhurbaşkanı olmuş.



16. olimpiyat oyunlarında Türk serbest güreşçi "Mustafa Dağıstanlı" ve "Hamit Kaplan," Greko Romende "Mithat Bayrak" şampiyon olmuş.

















Güzeller güzeli Grace Kelly, Monako Prensi Rainier ile evlenmiş.


















Birleşmiş Milletler Genel SekreteriHammarskjold, İsrail ' le Arap ülkeleri arasında uzlaşma sağlamak için Ortadoğuya gitmiş.


İtalyan Transatlantiği Andrea Doria,
New York istikametinde giderken batmış. Kaza anında dans salonunda "Arrivederçi Roma" çalıyormuş.
(Bu bana çok dokundu)
















Marilyn Monroe aniden Arthur Miller' le evlendiğini açıklamış.

























Reşat Nuri Güntekin ve Ercüment Ekrem Talu ölmüş.



























Elizabeth Taylor Michael Wilding' den ayrılıp, sonradan evleneceği Michael Todd' la flört etmeğe başlamış.





















Bizim evde ve bütün evlerde margarin olarak sadece "Vita" kullanılırmış.
























Martine Carol, eşi ile çıktığı dünya turu vesilesiyle İstanbul' a uğramış.

Bu resmi özellikle sona bıraktım. O yılların İstanbul' una dikkat çekmek istedim. Ben tanıyamadım doğrusu. Beşiktaş mı acaba diyorum.













Kaynak: Görüldüğü üzere çok eskilerden bir Hayat Mecmuası.
This entry was posted on 25 12 2009 at Cuma, Aralık 25, 2009 and is filed under , . You can follow any responses to this entry through the comments feed .

Bir kere daha...  

Posted by Asuman Yelen

Çok fazla bir şey yazmak istemiyorum.

Böylece bırakırsam siz dostlarımın gereğinden fazla merak edeceğini de biliyorum.

Anlatmak istediğim çok şey var ama bu duygularla olmaz.

Üzgünüm, öfkeliyim.

Acının da mutluluğun da tam ortasındayken yazamıyorum. Hiç yazmadım.

Kısacası, Veteriner Orhan bey Paçozun aşıları için geldi. İğneyi ona, batırdı. Benim yüreğime de

o bildik bıçağı sapladı gitti.

17 yaşındaydım. Şİşli Etfal Hastenesi koridorunda hızla annemin yattığı odaya neşeyle giderken

hemşire odasının kapısında bir tanıdık abla beni çağırdı . Başka ablalar da vardı. Hep bir olup bir

şeyler anlattılar. Birinin kaldığı yerden öbürü devam ederek.

Lacivert mini etekli elbisem vardı üzerimde. Masaya oturmuştum ve ayaklarım yere

değmiyordu.

Önce yüreğime bir bıçak sapladılar.

Sonra da elime bir maske tutuşturdular. Güleç bir maske. "Tak bunu öyle gir yanına" dediler.

O maske zaman zaman çekmeceye kondu. Sonra tekrar çıkarıldı. Bir daha, bir daha.

Anlaşılan bir kez daha çıkarılacak.

Böyle zamanlarda insan ruhunu yüzüne giyebilecek kadar cesur olamıyor.

Ama bu kez daha da zor olacak çünkü benim yavrum görerek değil hissederek yaşıyor.


Can dostum umarım bana veterinerin soğukkanlılıkla ve tüm açıklığıyla anlattığı süreci

benzeri deneyimi yaşayan ve bunu acıyla anlatan komşumun yavrusu gibi yaşamaz.

Ben bunu kaldıramam.

Şimdilik keyfi ve gücü yerindeyken tüm vaktimi, sevgimi ve dikkatimi ona vermek istiyorum.

Lütfen onun için dua edin....

Benim evin halleri...  

Posted by Asuman Yelen in ,


Bir saat kadar önce Koray aradı. Bilmeyenler için, ablamın oğlu... Bayramdan

sonra bu ilk görüşmemiz.

Ben, beni ihmal ettiği için yengeç yengeç gücenirken zavallıcık hasta

yatıyormuş.

Ateşi kırklara çıkacak kadar da kötülemiş üstelik...

Suçluluk duygumu bastırmak için bi güzel azarladım keratayı.

"Ben biliyordum böyle olacağını. Sana giderken söyledim. Öyle incecik gömlekle yaka bağır

açık... Aralık geliyor oğlum kış. Hava nasıl olursa olsun garantisi yok. Bi sıcak, bi soğuk."

Cevap ilginç olduğu kadar kahredici:

"Zaten sen çağırdın hastalığı. Söyleye söyleye getirdin sonunda. Yoksa benim hasta falan

olacağım yoktı."

Benim yüzümden az daha iş görüşmesini kaçıracakmış. Bakın hele... (Bu arada

hala iş bulamadı garibim)

Benzer bir durumu birkaç gün önce Rayuş' ta da (kızkardeşim) yaşadım.

Öğlen vakti, malum kahve faslımız. Bir yandan kahveyi karıştırıyor, arada da

dönüp bana bir şeyler anlatıyor.

Kabahat bende bi sus değil mi. Yoo, olur mu...!

"Aman , dikkat, lafa dalıp kahveyi taşıracaksın. Hele bi pişsin altını kapa sonra konuşuruz ..."

"Yok, bakıyorum sen merak etme .." demeye kalmadan kahve taşıverdi ocağın üstüne.

Oğlak kardeşim dikti çeneyi havaya demez mi :

"Aslında taşacağı falan yoktu. Zorla çağırdın."

Bu da yeni adetimiz. Başımıza gelen her kötü şeyi biz çağırıyormuşuz da haberimiz yokmuş.

Artık sık sık şöyle muhabbetler geçiyor aramızda:

"Gelirken başımı kaldırdım bir de ne göreyim, ay yusyuvarlak. Desene bu gece bana uyku yok."

"Zorla çağırıyorsun sıkıntıyı. Aklına getirmesen mışıl mışıl uyuyacaksın

aslında."

Halbuki eskiden bu diyalog şöyle gelişirdi:

"Bütün gece bi sağa bi sola döndüm durdum. Bi sıkıntı, bi şişkinlik..."

"Çok normal . Dolunayı görmedin mi...!"

Ne değişti şimdi? Gerçekten ben yıllardır her dolunayda aynı sıkıntıları yaşarım.

Bu hesapça, şimdi ben, bu saptamayı yaparak, yaşayacağım bütün dolunaylar için çekeceğim

sıkıntıları peşinen çağırmış mı oluyorum...

Hadi canım...

Hayvanlara ve insanlara dair...  

Posted by Asuman Yelen in , ,


Aslında şirin bir haberdi. Sunucu da gülerek anlattı bu yüzden. Şimdi adı aklıma gelmiyor bir Anadolu şehrinde anne ve sekiz-on kadar yavru ördek, yavrular annelerinin arkasında çok düzgün bir şekilde sıralanmış, nazlı nazlı yürürken aniden çok şiddetli bir rüzgar esiyor ve yavrular ve anne her biri bir yana savruluyorlar, tüyleri uçuşuyor etrafa, oradan oraya sürükleniyorlar, yuvarlanıyorlar. Anne yavruları toparlamaya çalışıyor. Ortalık toz duman. Birkaç dakikalık bir görüntü. Rüzgar duruyor, hepsi ayağa kalkıyor, silkiniyor, anne yine öne geçiyor yavrular çakı gibi sıraya giriyor ve hiç bir şey olmamış gibi yürümelerine devam ediyorlar. Tüyleri biraz karışık görünüyor ve bu da onları daha da şirin yapıyor.

Ama ben izlerken gülemedim. Duygularımı anlatmam gerekirse:

Hani bir aktris olsam, acıklı bir sahne çekiyor olsam ve yönetmen mutlaka gözyaşı dökmem gerektiğini söylese bu birkaç dakikalık haberi düşünmem yeterli olacak.

Konu hayvan olunca zararsız, savunmasız, korunmasız, kötülük nereden gelirse gelsin içi acıyor insanın.

Akşamın alaca karanlığında Paçoz' la dolaşırken önce kulak paralayan çocuk çığlıkları ve kaçışmalar, ardından da bir köpek havlaması duyuldu. Üç tane oğlan çocuğu ışıklı ana caddeden hızla bağırışarak karşıya geçip parka daldılar. Ellerinde sopalar, var güçleriyle kaçtılar keyifli korkulu çığlıklarla.

Ardından berbat bir fren sesiyle birlikte acı bir köpek uluması.

Marketin önünde sürekli uyuklayan köpeklerden beyaz olanı, inleyerek topallayarak, canını yakanları takip etmekten vazgeçip döndü karanlıklara karıştı.

Orada ellerinde sopalar insanlar birbirlerine girmiş olsalar, birbirlerinin canlarını yaksalar kılım kıpırdamayacaktı biliyorum. Çünkü onlar, çoğunlukla önce birbirlerine düşerler, ağızlarından salyalar akıtarak kanlı gözlerle birbirlerine en ağır hakaretleri ederler, beş dakika sonra sarmaş dolaş devam ederler hiç birşey olmamış gibi.

İnsanlar...

Bir gün, uzun uzun sohbet ederler sizinle parkta, markette, asansörde. Tansiyonlarını, diz ağrılarını anlatırlar, akıllarına ne geldiyse.

Üç gün sonra keyifleri istemez, selamınıza karşılık vermezler. Bunlar günlük, sıradan insan ilişkileridir sadece bozulursunuz biraz. Şaşırmazsınız bile...

Uzun zamandır tanıdığınız ama bir türlü dost olamadığınız insanlar vardır. Hep bir şey eksiktir. Adını bir türlü koyamazsınız. Sevgi ile alakalı, ya da güvenle, halledemediğiniz, uğraşıp da dolduramadığınız bir boşluk. Yokluk. İçinize sinmeyen, en küçük bir kıvılcımla her seferinde daha da büyüdüğünü acıyla farkettiğiniz bir yabancılık hali. Ümitsiz...

Uzun zamanlarda, ya da çok kısa zamanlarda yüreklere çivilenmiş dosluklar vardır bir de. Bakınca içinizi titreten sevgi dolu bakışlarıyla, sağlam duruşlarıyla, uzakta iken de birlikteyken de yanınızda, kaya gibi sağlam, çiçek kadar naif dostlar vardır. Mutluluk ve güven verirler.

Bazıları da, beklenmedik zamanlarda karşınıza çıkarlar. Ruhlarını açarlar. Güzel şeyler görürsünüz o ruhlarda.

İzlerini düşürürler yüreğinize. Önemsetirler kendilerini. Öyle önemsersiniz ki dertlerini derdiniz,
sevinçlerini sevinciniz bilirsiniz.

Bunu yaşamın küçük sürprizleri sayar, heyecan duyar, koyarsınız yüreğinizi siz de ortaya.

Size iltifat ederler bazıları. Değer verdiklerini söylerler. İnanmamanız için sebep yoktur. Çocuk gibi sevinirsiniz. Hatta şımarırsınız hafiften.


Siz böyle keyifle sallanıp yuvarlanırken bir sabah uyandığınızda, bir bakarsınız ki gitmişler.

Hadi be, dersiniz uyku mahmurluğuyla, n'oldu ki şimdi.

Yüzünüze çarptığınız su sizi kendinize getirir getirmesine ama....

Buna şaşırmaktan asla vazgeçemezsiniz.

Bu sebepsiz ve de habersiz gidişlerin ruhunuzda açtığı incecik sızılara alışmak çok zordur işte...

Mutlu yıllar Paçoz' um...  

Posted by Asuman Yelen


Nice nice yıllara can dostım.

Daha uzun yıllar

sabah gözümü açtığımda hoşnutlukla kuyruk sallamanı

sonra da yatağıma atlamanı

sonra birlikte tost yemeyi

hep aynı kanepeye uzanıp uzaktan beni izlemeni

sana basket atışı kuru mama yedirmeyi

ve birlikte çimenlerde dolaşmayı

diliyorum.

Ve,

İyi ki doğdun,

iyi ki varsın

diyorum...

Blog Widget by LinkWithin