Şiir Defterimden  

Posted by Asuman Yelen in , ,

Tebessüm  

Posted by Asuman Yelen in , , , , , , , , ,




Buruk bir sevinç…

Tatlı bir hüzün…

Acılı bir gülüş…

Sinirli bir kahkaha…

Mutluluk gözyaşları…

Siz hiç, bir bebekten, bir çocuktan söz edilirken, onunla ilgili konuşulurken, yukarıdaki betimlemelerin kullanıldığına tanık oldunuz mu?

Bebek acıkınca, canı yanınca ağlar, istediği yapılmazsa kızar, kendince komik bir şey gördüğü zaman, şen-şakrak kahkahalar atar, yeni oyuncak alınırsa mutlu olur. Çocuklar, gülerler, ağlarlar, kızarlar, sevinirler, üzülürler. Onlarda her şey nettir. Katkısız, katışıksız. Sevinçleri apaydınlık, kızgınlıkları kapkaradır.

............................................................

Babam öldüğünde, babaannem bizdeydi. Bu onun şansı mıydı, şanssızlığı mı çok düşündüm bu konuda. Şimdi yeniden düşününce şansıydı diyorum. Son bir kez daha görebildiği için… Mersin’ deydik. Babaannem, İstanbul’da amcamlarla yaşıyordu. Her sene gelemezdi yanımıza. Biz her yıl bir başka şehirde hatta bölgede olurduk, o yüzden belki. Altmışlı yaşlarındaydı sanırım. Kurban Bayramı’nı hep birlikte geçirdik. Bayramın hemen ertesi günüydü. Bahçede ip atlamıştık ve ipin bir ucu babamdaydı. Yoruldu muhtemelen. Sonra gelen bayram kartlarını okurken, son okuduğu kart elinde, sessiz sedasız gidiverdi. Sonradan öğrendik, elindeki son okuduğu, geçen sene kaybettiği bir askerlik arkadaşının eşinin yolladığı bayram tebrik kartıymış. Bu, hassas yürekli babamın yıpranmış kalbinin (bir kriz geçirmişti zaten) son hüznüydü.

Hepimizin yaşadığı ilk büyük şoku ve bir sürü insani karşılamaları, çığlıkları, dövünmeleri, koşuşturmaları atlattıktan sonra unutamadığım tek şey, babaannemin, kadife berjer koltukta, sırtı dimdik oturmuş, her gün okuduğu Kur’an’ı, yine tertemiz (kahverengi küçük çiçekleri olan) jorjet elbisesini giymiş, başında bembeyaz örtüsüyle, yüzünde gizemli, tuhaf, mutmain (bu kelimeyi çok sevdiğim için kullanıyorum, ' içinde teslimiyet de içeren bir tatmin olma durumu' ) bir tebessümle okuyuşuydu. Gördüğüm en anlamlı, en hüzünlü, en gizemli, hatta en kutlu, kutsanmış tebessümdü.

.........................................................

Çocuk kahkahası… İşitmesi ne güzeldir değil mi. Gelin görün ki bende korku, hüzün, umutsuzluk çağrıştırır. Kalabalık neşeli aileler… Açık penceresinden neşeli gülüşler, bol ışıklar, tabak çanak sesleri yayılan evlerin önünden geçerken, bir kasvet dolar içime. Hiç düşündüğünüz gibi değil. Bana geçmişimi, neredeyse tümünü kaybettiğim mutlu ailemi, çocukluk günlerimi hatırlattıkları için değil. Ben tüm bunları çoktan aştım. Babaannem o tebessümü bana miras bıraktı, babamdan otuz sene sonra öldüğü zaman. Babasının annesinin yanında mutlu mesut gülen çocuktan gözlerimi kaçırmam, onun da bir gün bu tadı mutlaka kaybedeceğini bilmemden, ve onun için endişelenmemden kaynaklanır. Bu yüzden hemen o an oracıkta onun için bildiğim bütün duaları okurum.

..........................................................

Ayvalığa giderken, yanıma okumak üzere aldığım kitabın ayıracının üzerinde bir yerlere “her yolculuk başlangıcında olduğu gibi buruk bir sevinç var içimde” diye not düşmüşüm. Dönüşte gözüme ilişti. Tam da otobüs hareket ederken, şimdi ne yazardım diye düşündüm. Dönüş yolu başlarken hissettiğim de “tatlı bir hüzün” dü. “Erişkin insan olmak” böyle bir şey işte. Mutlulukla hüzün buluşuyor. İllaki buluşuyor. Endişeler, korkular da (tabii kendimizle ilgili olanlar) yavaş yavaş yerini kabullenmişliğe, sabırlı bir bekleyişe bırakıyor. Her şeye hazır, teslimiyetçi bir bekleyişe…

Sevgiler…

Dumansız Hava Yasası  

Posted by Asuman Yelen in , , ,

İHLAL YOK



Kendi arabamız.





Kendi evimiz









Açık havadayım, kimseyi rahatsız etmiyor, temiz hava alıyorum.









Oğlumla başbaşa sahilde muhabbet ediyoruz.














Evimde oğlumu besliyorum.









Oğluma temiz hava aldırıyorum.








Kızımla vakit geçiriyorum.




Oğlumla dertleşiyorum.





YAŞASIN DUMANSIZ HAYAT








Bunlar Da Çocuk  

Posted by Asuman Yelen in , , , , ,



24 Temmuz Akşam Haber Bülteni' nde Çocuklarımız

Ne anneler var! 5 çocuğunu eve kilitledi

Elektriği ve suyu bulunmayan harabe durumundaki eski evde açlıktan bayılmak üzere olarak bulunan talisiz 5 çocuk, Sosyal Hizmetler Müdürlüğü'ne bağlı Çocuk Yuvası'na teslim edilirken, hakkında TCK'nın 97'nci maddesi gereğince işlem yapılarak mahkemeye çıkartılan sorumsuz anne Zeliha Ersoy
, tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.



BU ÇOCUĞA NASIL KIYDINIZ?

Adıyaman'da 21 gün önce kaybolan 3 yaşındaki Mustafa Kelepçe, kaybolduğu köyün bir
kilometre dışında parçalanmış bir şekilde bulundu.

24 Temmuz 2009, 17:57





BEBEK ÖLÜMLERİ ARAŞTIRILIYOR



Şanlıurfa’daki bebek ölümleriyle ilgili Sağlık Bakanlığı’ndan açıklama geldi. Ölümler birbirinden farklı birçok etkene bağlı olabilir denildi.
24 Temmuz 2009, 17:30






ÜZMEZ'E MAHKEME ŞOKU

Bursa'nın Mudanya ilçesinde 14 yaşındaki B.Ç.'ye cinsel istismarda bulunduğu iddiasıyla yargılandığı dava kapsamında bugün hakim karşısına çıkan Hüseyin Üzmez'in tutukluluk halinin devamına karar verildi. Hakkında 30 yıla kadar hapis talep edilen Üzmez, eşinin 3 kez intihar girişiminde bulunduğunu belirterek, 'Beni tahliye edin, isterseniz bin yıl ceza verin.' dedi.
24 Temmuz 2009, 17:28



BU NASIL BİR VAHŞET?

Bursa’da 3 yaşındaki kız çocuğunu 50 bıçak darbesi ile öldüren insanlar (!) duyanların kanını dondurdu.
Bursa'nın merkez Osmangazi ilçesinde 3 yaşındaki bir kız çocuğu evlerin 300 metre ilerisinde ölü olarak bulundu. Küçük kızın, vücudunun değişik yerlerinden 50 adet bıçak darbesi aldığı belirlendi.

Alınan bilgiye göre, Geçit Mahallesi Gedik Sokak'ta ikamet eden Kerem ve Fatma Şenol'un 3 yaşındaki kızları Aleyna Şenol, evlerinin 300 metre ilerisinde kanlar içerisinde ölü halde bulundu.

24 Temmuz 2009, 17:45

Bir yerlerde anne-babalar evlatlarını nasıl kutsayacağını bilemezken, yere göğe sığdıramazken, yurdumda her gün onlarca çocuk niçin böyle acı çekiyor? Anne-babalara neler oluyor? İnsanımıza neler oluyor? Her gün bu olaylar niçin çığ gibi büyüyor? Tek bir çocuğun tek damla gözyaşına kıyamayan insanoğlu, bu sevgisizlik girdabından ne zaman ve nasıl çıkacak? YETERRR!....










Dünyanın merkezi  

Posted by Asuman Yelen in , , , , , ,

Seni güldüren şey nedir , ömrümün mini mini goncası?









Ey kanmayan kalb, senin küçük gül avcuna koymak için, dünyayı bir yemiş gibi gökten koparayım mı?

R.Tagore


Herşeyi bir tarafa bırakıp her gün bu postu yayınlamak istiyorum. Ve herkesin her gün bu yazıyı okumasını.....


Sevgiyle kalın..






Ağır Saat  

Posted by Asuman Yelen in , ,





Kim ağlarsa şimdi dünyada bir yerde,
nedensiz ağlarsa dünyada,
bana ağlar.

Kim gülerse şimdi bir yerde geceleyin,
Nedensiz gülerse geceleyin,
bana güler.

Kim giderse şimdi dünyada bir yere,
nedensiz giderse dünyada,
bana gider.

Kim ölürse şimdi dünyada bir yerde,
nedensiz ölürse dünyada,
bana bakar.


Rainer Maria Rilke

7 Numara  

Posted by Asuman Yelen in , , , ,

Kişi, yaşamını sürdürürken, yaşayıp bitirdiği her senenin içinde, birkaç “asla” ve “katiyen” sözcüğü bırakıp geçiyor. Söylemek istediğim, bir yandan seçicilik artarken, diğer yandan da esneklik artıyor. At gözlüğünüzü atıyor, siyah ve beyazların yanına grileri de ilave ediyorsunuz. Sonra durup bir bakıyorsunuz ki dört bir yanınız gri. Beyaz hiç kalmamış gibi, siyah, tüm gücüyle varlığını koruyor. Yaşanmışlık , niteliksel ve niceliksel olarak arttıkça, kişiler, olaylar, beklentiler konusunda, sakin, esnek ve ihtiyatlı bir yaklaşım, sizi her türlü hayal kırıklığı ve pişmanlıktan uzak tutuyor.

Bu kadar felsefi bir giriş ne için dersiniz?

Sadece bir televizyon dizisini anlatmak üzere oturdum koltuğuma. Yukarıda yazdığım tüm aforizmalar, televizyon konusundaki yaklaşımım için de geçerli de ondan. (Tabii belki bu arada gelinler de nasibini alırsa sevinirim:)))

Ayağım yüzünden tam bir yıldır eve adeta bağlandığım için, (eskisinden daha) iyi bir kitap okuyucusu, iyi bir müzik dinleyicisi ve tabii ki, iyi bir TV izleyicisiyim. Çok fazla kanal var zaten. Buna bir de Digitürk’ ü ilave edecek olursak, istendiği zaman seyredilecek bir şey her zaman bulunabiliyor. İlişkilendirirsek, televizyonda da yoğun bir gri hakimiyeti var. Ne haberler, ne diziler, ne yarışmalar insanı kesinlikle tatmin edecek gibi değil. Tabii ki siyahlarım var. Örneğin Aşk-ı Memnu, Şehrazat, tahammül edemediğim diziler. Seyrettiğim, arada bir bölümünü kaçırınca üzülmediğim diziler var. Yol Arkadaşım, gibi beğenerek izlediğim diziler de var. Siyaha bir örnek de evlilik programları. Son zamanlarda yemek programları da siyaha dönüştü benim gözümde. Kadın programı için tek beyaz örneğim (artık yok) İnci Ertğrul’ unki idi. Sunucusu, zarif ve insancıl yaklaşımı ve hassas kişiliği ile beni ekrana bağlardı.

Tüm bunların arasında, çok eskilerden bir dizi, yeniden yayında. "7 Numara". Kim bilir bu kaçıncı seyredişim olacak. TRT I de sabah erken bir saatte yayınlanıyor. Çok geç yatmama ve kim bilir önceden kaç kere seyretmiş olmama rağmen, beni biyolojik saatim uyandırıyor. (Beynim, bu diziyi yeniden seyretme isteğimi algıladığından her halde).

7 Numara, benim beyaz renkli dizim. Samimi, gerçek, bizden. Güzel senaryo, güzel yönetim, güzel oyuncular. İnsan yüreğiyle seyrediyor. Hem duygulanıyor, hem eğleniyorsunuz seyrederken. Doğal, saf ve temiz insanların bozulmamış insanların öyküsü. Size güzel şeyler hissettiriyor. Kalbinizi sevgiyle ümitle dolduruyor. Kendimizi yeniden sorgulamamızı sağlıyor. Bunu da son derece iddiasız ve naif bir biçimde ve hatta güldürerek yapıyor.

Oya Yüce- Sadullah Celen ikilisini ve tüm oyuncularını kutluyorum.

Bu arada aynı ekibin çektiği, hem beğenerek ve hem de reyting yapamayıp kaldırılacağından korkarak izlediğim (ve kaldırılan) “Kısa Devre” isimli diziyi de anmadan geçemeyeceğim…

Herkese sevgiler…

Kandil  

Posted by Asuman Yelen in




Resim bana aittir.

Öğüt  

Posted by Asuman Yelen in





Resim ve metin bana aittir.

Temaşa  

Posted by Asuman Yelen in ,




Resim ve metin bana aittir.

İstanbul  

Posted by Asuman Yelen in , ,



Resim ve metin bana aittir.


Tuhaf Bir Düğün -5  

Posted by Asuman Yelen in , , , , , , ,

Mutlu son

Hep birlikte Nural’ın hazırladığı mükellef kahvaltı sofrasındayız. Kocaman masada bir kuş sütü eksik. İki gelin ve iki kız arı gibi çalışıyor, mutfakla masa arasında mekik dokuyorlar. Nural, erkenden kalkıp, elde börek açmış. Masa hazırlanırken, Hatice bana hafifçe göz kırparak geceki kararımızı hatırlatıyor. İnci’ye gitmeden önce halledilecek ufak bir meselemiz var. Tuğçe’ yi yavaşça yanıma çağırıp bir dosya kağıdı bir de kalem istiyorum. Alelacele istediklerimizi getirip, hamile ablası ile birlikte kuaförün yolunu tutuyor. Masadakilerin fazla dikkatini çekmemeye çalışarak, kağıdı küçük parçalara bölüyorum. Her parçaya kızlardan (6 fen) birinin ismi yazılıp katlanıyor. Yazma işlemi hemen hemen tamamlanmışken, bir süredir okuduğu gazeteyi bırakıp bizi izleyen İbrahim Bey, (kayınpeder) çekinerek soruyor. “Hayrola? Nedir bu gizem hanımlar?””Kura çekiyoruz” diyor Sema biraz çekinerek. “Ne kurası?” Aramızdan düğüne katılacak beş kişiyi saptamak üzere bu işlemi yaptığımızı açıklıyorum. “Hmm…” Başını okumakta olduğu gazetesine gömüyor.

O sırada elinde börek tabakları ile kapıda beliren Nural, bir an duraksadıktan sonra cüssesinden beklenmedik gürlükte bir sesle, adeta makineli tüfek gibi konuşuyor. “Ne münasebet canım, o kadar yoldan gelip, düğüne katılmadan dönülür müymüş? Hiç böyle saçma bir şey duymadım.”Yanımda oturan Hatice’nin yüzü öfkeden kıpkırmızı oluyor. Başını Huysuz Virjin gibi geriye atarak sarı saçlarını tam savuruyorken, hafifçe ayağımla ayağını dürtüp, en sakin sesimle durumu anlatıyorum. “Aslında İnci birkaçımıza davetiye göndermişti ama, Hatice’nin Facebook’unda haberi gören arkadaşlar, bahaneyle İnciyi de görmüş….” Nural öfkeyle atılıyor. Ben feysbuk meysbuk anlamam. İBRAAHİİM… Ne gerekiyorsa yap. Dünürlere zaten çok yüklendik. İbrahim bey top gibi fırlıyor oturduğu yerden. Tamam tamam ben şimdi gider Özer Bey’le konuşur, hallederim. Hep birlikte kalkıyoruz. Nural ve diğerleri berbere, biz İnci’ye gitmek üzere…

Ve düğün

Bu yaşa geldim, bir düğünde bu kadar mutlu olduğumu, bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Güzel Tuğçe kuğular gibi Özgür’ün elini sımsıkı tutmuş yürümüyor adeta süzülüyor. Gelinle damat kadar mutlu bir başka çift de İnci ile kocası. Masadan masaya keyifle koşuşturuyorlar. Nural Hanım düğün sahipliğini üslenmiş, dört bir yana talimatlar yağdırıyor. O da durumdan memnun, artık yüzü gülüyor. Arada bir bizim masaya, özellikle Hatice’ye gurur dolu gülücükler gönderiyor.

Bizim masamız salonun en mutena yerinde. Sihirli bir değnek bizi yeniden lise çağlarımıza götürüyor sanki. Bitmeyen bir enerjiyle önce çalan tüm şarkılara katılıyoruz. Çalan her müzikle ortaya fırlıyoruz. Kasap havası, Roman havası, Misket, Horon, Allah ne verdiyse. İçimizde Kolbastı yapanlar bile çıkıyor. Şık yelpazeler çıkarılıyor çantalardan. Terler kurutuluyor. Sonrasında beş katlı pasta geliyor. “Bu gün rejim yok” diyoruz. “Bugün hepimiz onyedimizdeyiz.”

Takı merasimi biraz buruk geçiyor. Kız ve erkek tarafı iki kuyruk oluşturuyor. Oğlan tarafı birkaç akraba birleşerek şık bir seti tamamlıyorlar. Kız tarafı kuyruğunun her elemanının elinde bir büyük kutu. Bizler de altınlarımızı gelinin şık çantasının içine usulca bırakıyoruz. Hatice başı çekiyor ve takı işine üzülen İnci’yi bir yandan kulağına kim bilir neler söyleyip güldürerek, masamıza götürüyor.

Yuvarlak, gösterişli masanın etrafında on dokuz genç kız var şimdi. Keyfi tekrar yerine gelen İnci, şarap kadehini kaldırıyor. Gözleri dolu dolu. “Ne iyi ettiniz de geldiniz kızlar” diyor. “Beni ne kadar mutlu ettiğinizi biliyor musunuz?”Çabucak, birbirimize bakıyoruz. Herkesin gözü yaşlı. Bazılarımızın yanaklarından süzülüyor. Kadehlerimizi uzatıyoruz. “Biliyoruz” diyoruz içimizden. “Çünkü biz de senin kadar mutluyuz.”


Hep mutlu kalın...


Tuhaf Bir Düğün -4  

Posted by Asuman Yelen in , , ,

Hatice' nin Fendi

Allah kimseyi bizim Hatice’nin eline ve diline düşürmesin.

Bir kere daha anlıyorum ki, kızgın bir kadının, düşmanına yapamayacağı kötülük yok.

Yine bir kere daha anlıyorum ki, gerçek bir dostun, dostu için yapacaklarının sınırı yok.

Nural Hanımların evi, İnci’ lere arabayla beş dakika mesafede. Ortanca damat bizleri (sekiz kişi) arabası ile iki seferde naklediyor. Parlak gümüşrenkli takım elbisesi ile sürekli içeri dışarı koşuşturan, kısa boylu tıknaz bir genç. Kapıyı, kucağında bebeğiyle (bir diğeri de bacaklarına yapışık bir vaziyette) onun eşi açıyor.

Hatice’nin, daire kapısından içeriye dalışı, Tansu Çiller’ in parti meclis salonuna saçlarını savura savura girişi kadar azametli oluyor. O saniyeden sonra Hatice zaten, kendisi olmaktan çıkıyor, bambaşka bir hüviyete bürünüyor. Değişiminden ürktüğümüz ama izlemekten zevk aldığımız, Nural Hn. ve ailesine göre cazgır, bize göre şirin bir cadı oluveriyor.

Daha içeri girer girmez, sıtma görmemiş sesiyle “Nerde bizim şanslı gelinimiz bakiiim?” diye bağırıyor, (sanki “şanslı” kelimesini iyice bir vurguluyor mu ne) bir yandan karnı burnunda gelinin bıraktığı terlikleri ayağına geçirirken. Yaşları 2-7 arası oğlanlı kızlı 6-7 çocuk salonun girişinde saf tutmuşlar, korkulu gözlerle Hatice’yi izliyorlar. Hatice kendini kurmuş bir kere. Durdurana aşk olsun. “Kaç çocuk var bu evde böyle. Yoksa biz ev diye kreşe mi geldik. Hahhhah-hah-haay"…Çocuklara dönüp gözlerini deviriyor. “Bana bakın ben yaramaz çocukları hiç sevmem. İğnem çantamda ona göre.” Zavallılar o gece bir daha görünmemek üzere yok oluyorlar ortalıktan.

Hatice o gece “Pop Star”daki Bülent Ersoy edasıyla, aralarını (sonuna doğru tizleşen) hahhah hayy larla bezediği yüksek volümlü yüzlerce cümle kuruyor. “Eşyalarınız da ne güzelmiş Nural’ cığım” diye başlayıp, ama işte ben bu kadar kalabalık eşya içinde daralıyorum. Toz tutuyorlar, astımım var. Ay ay ne güzel, ne çok gümüş böyle, ama gümüşün modası kaldı mı ki Asu’ cuğum? Bu aynalar on sene önce modaydı. Ben hepsini toplayıp sandığa kaldırdım. Ay uğraşamam. Tozunu sil, parlat. Bu “ay” ların arasında, abartılı el kol hareketleri ve sonuçta Sema’nın elindeki (güzel gelinimizin taze kınalı elleriyle pişirdiği) kahve fincanına çarpıveriyor. Caanım bordo kadife kanepe rezil oluyor. Beklediğimin aksine son derece sessiz sakin bir köşede oturan şişman, kısa boylu kayınpeder, yüzünde hep aynı nezaket tebessümüyle “bir şey olmaz, kazadır” sözcüklerini, Hatice’nin lavaboya giderken “kazara” çarpıp tuzla buz ettiği aile yadigarı devasa Çin Vazosu için de kurulu bebek gibi tekrarlıyor.

Hatice dur durak bilmiyor. Önce aramıza oturttuğumuz güzel Tuğçe’ yi (gelinimiz) öve öve göklere çıkaran Hatice, Nural Hanım’a dönerek “ Nuralcım, çok güzel kız yetiştirmişsiniz tebrik ederim “ diye başlıyor. ”Çok da akıllı maşallah. Özgür’ü seçmiş olmakla da bunu kanıtlıyor.” Arkasından, bu devirde diplomanın önemi “altın bilezik” benzetmesiyle bir kez daha vurgulanıyor. “Bir lisan bir insan” klişesi bir kez daha tekrarlanıyor. İnci’nin ve kocasının oğullarını okutmak için katlandıkları fedakarlıklar (adeta yanlarındaymışcasına) dramatik cümlelerle anlatılıyor. Söz İnci’ye gelmişken lisedeki anılara geçiliyor. Ortaya öyle mükemmel bir “İnci” profili çıkartıyor ki, biz (kızlar) bile tanıyamıyoruz. Çaktırmadan şaşkın şaşkın birbirimize bakıyoruz. Son cümle kapak oluyor. “Aslında, benim küçük kız, biraz daha büyük olsaydı, ben böyle mükemmel bir aileyi, Özgür gibi damadı kimselere bırakmazdım ama… kısmet… (?????)

Hep birikte açıp, güle oynaya, üzerine Nural’ın getirdiği çarşafları serdiğimiz çek-yatlara doluşuyoruz gece. Nural, Hatice’nin tatlı dilli manevralarıyla bu evliliği öylesine içine sindirmiş ki, daha bir güler yüzlü, bir müddet aramızda kalıyor. Yataklarımıza oturup, gelinin mutfaktan getirdiği sıkmaları yiyoruz. Sonra tekrar tekrar bir ihtiyacımızın olup olmadığını soruyor. Hepimizin yanağına iyi geceler öpücüğü konduruyor ve gidiyor.

Yalnız kalır kalmaz hep birlikte aynı anda Hatice’ye dönüyoruz. Müberra, hepimizden önce davranıp sigaradan kısılıp kalınlaşmış sesiyle soruyor. “Hatice, sen Almanya’dan sonra bir daha evlendin mi ki?” Sema devam ediyor “Hangi küçük kız?” Ben atlıyorum, “Kaç çocuğun var?”

Hatice sarı saçlarını Neriman Köksal edasıyla savuruyor. Pis pis sırıtıyor karşımızda.

"Şaşırdınız mı ayol... Benim gibi bir kadını çekecek bir deli var mı bu alemde? ... “

Çığlıklarla üstüne atlıyoruz… Kahkahalarımız sıcak Mersin sokaklarında yankılanıyor…


Devamı yarın…

Tuhaf Bir Düğün -3  

Posted by Asuman Yelen in , , , , , , ,

Mersin turu


Oh be… diyoruz. Oooohhh beeee Özgürlük…

Önce adam gibi bir kahvaltı. Hanimiş bizim sıkmalarımız..

Tam on sekiz kişiyiz. Özel çay demletiyoruz. Tereyağlı reçelli mükellef bir kahvaltı önce… Karınlar doyunca keyifler yerine geliyor. Önce bir fasıl kendimizden bahsediyoruz. Emekliler işlerinden, çalışmayanlar evlerinden. Mersin buram buram yanıyor. Her birimizin elinde bir yelpaze. Ben yine deliler gibi cep telefonumu arıyorum karışık çantamda. Sema güneş gözlüğünü otobüste bırakmış. Herkes unutkanlık üzerine bir olayını anlatıyor. Birimiz anlatırken diğerlerimiz, "aynı" "tıpkı" sözleriyle onaylıyoruz.

Gözüm Hatice’de. Eğer değişmediyse, en eğlenceli fasıl onun dilinin altındaki baklalarda saklı. Okul zamanında, bütün haberler ondan alınırdı. Kim birisiyle çıkmaya başlasa ilk ondan öğrenirdik. Bizim İngilizceci ile diğer İngilizcecinin aralarındaki ilişkiyi de ilk o anlamıştı. (Sonra evlendiler). Çaktırmadan birer ikişer başlar ona dönüyor. Sorgu sual başlıyor. Önce kısa süren Almanya macerasından, orada yaptığı altı ay süren evliliğinden bahsediyor. Sonra, ilginç bir kaç dedikodu. Sonra beklediğimiz an geliyor.

“Kızlaar, biliyor musunuz, İnci bu evlilikten pek de memnun değil” diyor Hatice, sarı saçlarını savurarak. Herkes derin bir nefes alıp sabırla bekliyor. “Kız tarafı memur damat istemiyormuş. Kızın yengesi arkadaşına anlatıyordu duydum.” Nevin titizleniyor. “Çocuk İktisat mezunu değil mi? Hem bildiğim kadarıyla iki yıl da Amerika’da kaldı. Lisan da var.” Ben de giriyorum lafa. “Bir bankada müfettişmiş”. Hatice muzip muzip gülüyor. “Kızın babası kuyumcuymuş. Paraya para demiyormuş. Düğünü de onun için Hilton’da istemişler.” Müberra sigaradan kalınlaşmış sesiyle devam ediyor. “Yaa sahi ben de lavaboda ellerimi yıkarken duydum. İncinin kocası bu düğün için bankadan yüklü bir miktarda kredi çekmiş.” Yavaş yavaş kızmaya başlıyoruz. Dedikodunun zevki, yerini İnci için duyduğumuz endişeye bırakıyor. Sen yeme içme, varını yoğunu her şeyini tek evladın için seferber et… Yediğimiz Tantuni’nin etleri boğazımızda düğümleniyor. Sema hepimiz adına bağırıyor. “Başka kız mı yokmuş.” Hatice olaya vakıf. “Gençler birbirlerini sevmişler. İki yıldır çıkıyorlarmış. Görmüyor musunuz damadın sevinçten nasıl da gözü parlıyor?” Keyifler iyice kaçıyor.

Cezerye torbalarımız ellerimizde, evin yolunu tutuyoruz. Kapıya yaklaşınca üç ayrı guruba ayrılıyoruz. Birden girip moral bozmayalım diye. Hayli büyük olan ev, adeta boşalmış. İnci’nin rengi biraz daha iyi. Hepimize candan sarılıyor. Tabii biz de ona. Onu da aramıza alıp sohbet ediyoruz. Eski günlerden bahsedip iyice keyiflenmesini sağlıyoruz.

Akşam yatma vakti geliyor. Bizi kapıda karşılayan sinirli sıska hanım (sonradan gelinin annesi olduğunu öğrenmiştik) kapıdan başını uzatıyor. İnci’ye sesleniyor. “Dünürcüm, arkadaşlarının bir kısmını bize götürmeye geldim. Bu kadar kalabalık, bir eve nasıl sığar.” Hatice’nin yüzünde garip bir gülümseme beliriyor. “Çok naziksiniz Nural Hanımcım benim de size kanım nasıl ısınmıştı. İnci’nin hısmı bizim de hasmımız -ay pardon dilim sürçtü- hısmımız sayılır.”
Sarı saçlarını savuruyor. “Hadi kızlar, Nural Hanımın
bu nazik davetini geri çevirirsek ayıp olur.”


Devamı yarın...

Tuhaf Bir Düğün - 2  

Posted by Asuman Yelen in , , ,

Kaynaş(ama)ma


Nihayet kahvaltı sofrasındayız.

Ayağı kırık bir taburenin üstünde sürekli sallanıyorum. Sanki hala otobüsteyim ve bu bana fena halde uykusuzluğumu hatırlatıyor. Kendimle ilgili yeni bir şey keşfediyorum bu arada. Gözlerim açık da uyuyabiliyormuşum. Hatta bu arada da karşımdaki yaşlı adamı (İnci’nin kayınpederiymiş) dinler görünüp, zaman zaman kafa sallayarak onaylıyorum. Önümdeki kalın su bardağında soğuk, açık bir çay öylece duruyor. Masada, orada burada duran, birkaç peynir, zeytin tabağının içinde gözleri çapaklı, şirin çocukların, yumuk elleri. Annelerin kimi çaresiz, kimi umursamaz. Açlıkla ilgili sorunum yok. İştahım çoktan kaçmış durumda. Şu sallanma bir dursa… Allahtan, kesinlikle düşme tehlikesi yok. Bir yanımdaki şişman sarışın ile diğer yanımdaki kırmızı saçlı gencin (damadın sağdıcı imiş ) arasında öyle sıkışmış durumdayım ki…

Evet, bize kapıyı açan bigudili hanımın çabalarıyla iliştiğimiz üçlü kanepede şaşkın, kırgın bir vaziyette, hazırlanışını izlediğimiz kahvaltı sofrasındayız şimdi. Beni çaresiz bir yüz ifadesiyle sarılıp öpen zavallı İnci elindeki tabaklarla koşuşturup duruyor. Üç farklı yükseklikte masa birleştirilip üzerine tek, büyük bir örtü serildi. Tabaklar, bardaklar oradan oraya kayıp duruyor. Sürekli açılan kapılardan yeni uyanmış birileri boy gösteriyor. Gözlerime masanın uzak köşesinde oturan Sema’nın kıvırcık saçları ilişiyor. Yanındaki açık kafalı bey kocası olmalı. Bir tarafta beş altı yaşlı erkek, yüksek sesle krizi tartışıyor. Bir ara İnci, elinden tuttuğu şişman bir sarışını bana doğru itip, masanın altına sıkışan çocuğu kurtarmak üzere yanına koşuyor. “Asuuuu… Hiç değişmemişsin canım benim.” “Hatiiicee?.. Buradasııın. Sen de aynısın hayatım.” Aradan geçen uzun yılların üzerimizdeki tüm farklılıklarını, bozulan gözler bertaraf ediyor. Ne kilolar, ne kırışıklar görünüyor. Tabii biraz da öyle isteniyor da ondan olmalı. “Ötekileri gördün mü?” “Ötekiler???... Başka kimler var?” Hatice hınzırca gülümsüyor. ”Nerdeyse bütün sınıf burada. Facebook’uma yazmıştım da:))) ” Elimden tutup sıkıştığım yerden çekip çıkarıyor. Devrilen tabureye aldırmadan, kapalı bir odaya doğru yürüyoruz. Arkamızdan koşarak gelen Sema, “ beni bekleyin” diye bağırıyor. Beni kahvaltı sofrasında bırakıp sıvışan ve şimdi muhtemelen klimalı odasında mışıl mışıl uyuyan Nilay’ı hasetle tahayyül ederek açılan oda kapısından içeri süzülüyorum.

Aman Allahım…Fatih Kız Lisesi’nin neredeyse bütün kızları burada… (Tabii 6 Fen’i kastediyorum.) Bu Mersin sıcağında kapıyı neden dışarıdan sürekli kapadıklarını şimdi daha iyi anlıyorum. Kız lisesinde okuyanlar beni anlayacaklardır. Desibelin sınırı yoktur. Buna bir de ilerleyen yaşları, menopozu, artan sorunları ve azalan duyma melekelerini de ilave edelim… Yoğun sigara dumanı arasından seçebildiğim tanıdık yüzlerle bağıra çağıra yapılan sohbetler, okul günleri, hocalar, kopyalar yeni durumlar, hastalıklar, çocukların okulları, hastalıklar, torunların şirinlikleri, hastalıklar, eşlerin iş durumları, yazlıklar, kışlıklar, hastalıklar derken ilk andaki sevinç ve coşkum tam da dayanılmaz bir baş ağrısına dönüşmekte iken, sessizce açılan oda kapısından İnci’nin yarıdan fazlası beyazlaşmış yapılı kısa saçının altındaki sarı, yorgun yüzü görünüyor. Neşeli olmasına çalıştığı zayıf bir sesle bize sesleniyor:

“Kızlar, güzel Mersin’ imizi biraz gezip dolaşmak istemez misiniz?”

Mesaj alınıyor. Sakin, serinkanlı tavırlarla el çantalarımızı alarak, birbirimizle göz göze gelmeden, beden eğitimi dersi nizamıyla, ikişer sıra olup, sessizce ama hızla, önce odayı, sonra evi tahliye ediyoruz ve birer ikişer Mersin caddelerine karışıyoruz.

Arkası yarın…

Tuhaf Bir Düğün - 1  

Posted by Asuman Yelen in , , ,

Gidiş...

İlk şüphe kıvılcımı otobüste düştü içime. Çok mu çabuk karar vermiştim acaba?...Her zaman olduğu gibi enine boyuna düşünmeden, tartıp biçmeden. Göz ucuyla yanımdaki arkadaşıma baktım. Başını cama dayamış, ağzı hafif aralık masum masum uyukluyordu. Sevgili Nilay’cık daha cümlemi tamamlamadan, keyifle heyecanla kabul etmişti Mersin yolculuğunda bana eşlik etmeyi. Hem beni, hem yolculuk etmeyi pek sever, hem de “hayır” demeyi beceremezdi hiçbir zaman.

Her şey, dün posta kutusundan çıkan fatura ve ekstre yığınının içinde altın gibi parlayan ince-uzun bir zarfla başladı. Üzerinde adım yazıyordu. Önce uzun uzun (sevinçten ne yapacağımı şaşırmıştım) baktım. Sonra kokladım, sonra elimle kalınlığını yokladım. Bankalardan bu renk zarf gelmezdi. Sonunda açmayı akıl edecek kadar kendime gelmiştim. Zarftan çıkardığım kartın içinden bir gelin ve bir damat figürü fırladı. Bu şirin ikilinin ayaklarını bastığı aynı renkli kartonun üzerinde sıradan düğüne davet sözcükleri, biraz ayrı bir yerde de arkadaşım İnci’nin oraya gidersem sevineceğini bildiren kısa, samimi bir notu bulunmaktaydı. Sevgili İnci. Liseden sıra arkadaşım. Çabucak lise günleri geçti zihnimden. Birkaç enstantane, bir iki şarkı. Çekmecemden kız lisesinin yıllığını çıkardım. Tek tek kızları hatırlamaya çalıştım. Ne kadar çok sene önceydi. Bir yandan da dün gibiydi sanki. Gözlerime yaşlar doldu.

Sonra, aklıma gelen şeyle, anılar tuzla buz oluverdi. Öyle ya. NE GİYECEKTİM. Umutsuzca gardırop kapısına atıldım. Sonuç? Hummalı bir alışveriş maratonu. Elbise, uygun ayakkabı, uygun çanta. Geline çeyrek- yoo sıra arkadaşım tabii ki yarım- altın (keşke sınıfta yanında oturmak için o kadar ısrar etmeseydim) bir de çiftin evine ufakbir hediye alındı. Sonra biletler. Tam istediğim gibi gece yolculuğu yapılacaktı. Ver elini Mersin. Sabah on gibi varış.. Mükellef bir kahvaltı. İnci’nin annesinin sıkmaları geldi gözümün önüne. Sac ekmeğinin içinde peynir, yeşil soğan. Dürüm yapılıyor. Yanında dumanı tüten çaylar…Ufff...

Gözüm akıp giden yolda, başımı geriye yaslayıp İnci’yi, lise çağlarımızı, büyük arkadaş gurubumuzu düşündüm. İnci kumral, sakin yaradılışlı, sevecen bir karakterdi. Evlenmek için yaratılmış gibiydi. Okuldan sonra da bir müddet evlerde toplanmış, pikap çalıp, fıkralar anlatıp vakit geçirmiştik. Aysel, Müberra, Sema, Hatice..Diğerleri..Herkes kim bilir nerelerdeydi..İlk evlenen İnci’ydi. Bir akraba evinde tanışmıştı eşiyle. Mersin’e gelin gitmişti. İlk birkaç sene İstanbul’a her gelişinde uğramış, oğlu olunca pek de gelememişti sonraları. Biraz mektuplaştıktan sonra kopmuştu ilişkimiz. Sema ve Hatice, Almanya’ya gitmişti. Hepsi bir yerlere dağılmıştı. Tüm bunları düşünmek rahatlamamı sağladı. “İyi ki gidiyorum” dedim kendi kendime. Benden başka kim giderdi ki. Kim bilir ne çok sevinecekti sevgili arkadaşım. “ İşte bu Asuman” diyecekti ailesine. “En kral, en kadirşinas arkadaşım. Bir tek o geldi.” Kahvaltıdan sonra Nilay'la odamıza çekilip uyurduk belki biraz. Ne de olsa uzaktan geliyorduk.

Kapıyı çaldığımızda sabah saat on civarıydı. Epey bekledikten sonra, saçları bigudili, gergin suratlı sıska bir hanım açtı kapıyı. Bize bakan gözlerde sanki bir an bir dehşet ifadesi yakaladım. Tabii bana öyle gelmişti. O kapının önünden çekilmeyi akıl edemeyince, ben onu hafifçe yana iterek hızlı adımlarla içeri girdim. Şen, biraz da gürültülü bir edayla seslendim. NERDEYMİŞ BENİM ARKADAŞIMM ???... Arkamda unuttuğum Nilay hafifçe kolumu sıktı. Manzara cesaret kırıcıydı.. Hiç tanımadığım bir oda dolusu insan kızgın ve bıkkın bize bakıyordu. Ah benim yengeç önsezilerim. Yine haklı çıkmak zorunda mıydılar... Sesim kesildi, omuzlarım düştü.

Yapacak bir şey yoktu artık. Gelmiştim bir kere…


Arkası yarın…

Aşka dair bir öğüt  

Posted by Asuman Yelen in ,

Yollar ve yolculuklar.  

Posted by Asuman Yelen in , , ,

Duyduğum yoktu ne vakittir
güvercin sesi, kumru sesi pencerede.
İçime gene
yolculuk mu düştü nedir?
Nedir bu yosun kokusu,
martıların gürültüsü havalarda;
nedir?
Yolculuk olmalı, yolculuk.

O.V.Kanık (Kumrulu Şiir)




Her yıl, aynı tarihlerde, önce yollar düşer aklıma.

Yollar beni çeker. Varacağım yerden önce yollar beni çağırır. Yollara aşina, yolculuklara alışık
olmamdandır bu güzel bağımlılık hali.

Garlardaki canlı kalabalık aslında güzeldir, başımı cama yaslayıp seyretmek hoşuma gider. Ah bir de ruhumu saran o berbat yalnızlık duygusu, (yanımda kim ya da kimler olursa olsun) beynime üşüşen anılar olmasa...





Çocukluğum, tüm memur ailelerinde olduğu gibi yolculuklarla geçti. En sevdiğim, kara trendi. Altı kişilik ailem, altı kişilik kompartımana yerleşirdik. Ağabeyim akordeon çalardı. Hep birlikte türküler söylerdik.

*Kal dım du man i çi dağ lar da
Sev gi li ya rim ne re ler de.*

Camdan, önümüzden kayıp giden ağaçları direkleri sayar, Afyon'a gelince mevsim yaz da olsa üşürdük. Annemin hazırladıklarını yer, uzun tünellerden geçerken ürperirdik.


Uykumuz gelince başlarımız, annemizin ya da babamızın kucağına düşerdi.



Otobüsle gece yolculuğunu severim. Yolculukta, ellerim, gözlerim, kulaklarım ve hatta ruhum serbest olmalı. Bu sebepten, araba kullanmayı sevmiyorum. (Bütün arkadaşlarım araba kullanmanın özgürlük olduğunu söyler. Bana ise, sıkıntı, stres ve yorgunluktan başka bir şey vermedi. Bir yıl zor dayandım.)
Koridora oturur, kulaklığımı takar, en sevdiğim müzikleri dinlerim.Gözüm hep yoldadır. Akıp giden yola bakmak hoşuma gider.

Frank Sinatra'dan bir melodi süzülür kulaklarıma hafiften..

"I'm a fool to want you
......................................

I know its wrong, it must be wrong

but right or wrong, I can't get along without you.

Bu şarkı ile, garda kapıldığım yalnızlık duygusu, yerini farklı bir hüzne bırakır. Sonra sıra Nat King Cole' dadır.



There was a boy, a very strange enchanted boy ................................................
The greatest thing you'll ever learn
is just to love and be loved in return...

Sonra Brenda Lee

All alone am I

ve tabii Elvis

Are you lonsome tonight..


.
Gözüm akıp giden yolda, kulağım müzikte, aklım, ruhum kimbilir nerelerde......




Yavaş yavaş gün ışımaya başlar. Yol, siyahtan beyaza dönüşür, bütün karaltılar yerini, ağaçların ve çimenlerin yeşiline bırakır. Güneş önce nazlı nazlı ışılar, sonra giderek aydınlatır etrafı. Hafiften denizin kokusunu almaya başlarsınız.

Gecenin tatlı hüznü, yürekte coşkulu, heyecanlı bir mutluluğa dönüşür. Kan damarda hızlanır.
Eller çantalara uzanır. Bagaj fişleri hazırlanır.

Yolculuk tamamlanmıştır.




Herkese güzel yolculuklar..

Hep sevgiyle kalın...




Kısa Bir Gezinin Ardından  

Posted by Asuman Yelen in , , ,





Hoş geldiniz...













Dolunay.. Yakamoz.. Ve müzik..

Hoş, biraz buruk bir sürpriz..

Fikret Kızılok'tan...

"İki yitik hasret.. İki parça can.."

"Bilmezler nasıl aradık birbirimizi, bilmezler nasıl sevdik..."








Var mı Dünya yüzünde bu kadar güzel bir yer...











Ayağım daha iyi dostlar. Sabah ve akşam ağır da olsa yürüyüşlerimi yaptım....













Akşam üzeri keyfi...




Ve bir haftalık gezi, böyle yaşandı ve bitti..

Darısı seneye...


Hep sevgiyle kalın..

Blog Widget by LinkWithin